İnsan niçin hata yapmaya bu kadar meyillidir? Bu soruyu çok sık sorarız kendimize, yine de acaba cevabı nedir, cevaplıyor, düşünüyor muyuz?
İnsanın yaşamı bir yola benzetilir, bazen yolu aydınlıktır, bazen çakıl taşları, kayalar da çıkabilir karşısına. Bazen yol bir anda karanlığa getirebilir kişiyi… Ya da yanlış bir yola sapıveririz. İçimizde derinlerde bir şey bizi uyarsa da o yolda gitmekten kendimizi alamayız.
Neden? Nedir ısrarla içimizdeki dürtüye inatla o yola devam etmemize sebep?
O, her neyse, onu yaşama isteği, sanki bizi saf dışı eder. O yolda sıkıntıya düşeceğimizi bile bile içimizdeki geri dönülmez istek nedir? Toplum normlarının, kuralların ve tüm insan tecrübelerinin ışığından niçin yararlanmak istemez insan? İllaki sobada elini yakan çocuk gibiyizdir. Oysa anne çocuğunu uyarmış ve elinin yanacağını söylemiştir. Ama çocuk yine de sobaya ya da ateşe elini uzatır. Acı çekmek pahasına insan doğası, kendisi görmek, yaşamak, bilmek ister…
Öyleyse her şey deneyim için olabilir mi?
Kendimiz için seçtiğimiz ve bir üst tekamül basamağına sıçramak için insan o deneyimi kendine yaratıyor olabilir mi?
Peki ya bilinçli, yani uyanmış bir kişi için de durum aynı mıdır? Herkes kendi tekamül oyununa göre mi oyunlar yaratıyor bu yaşamda?
Tüm bu sorular bilmek için… Cevapları yine kendi içimizde…
Hikâyelerinize dikkat edin!
Nasıl bir hikaye kurguladınız…
Kendinize ve yaşama sunduğunuz mesaj çok önemlidir aslında. Her hikaye müthiş bir oyunun sunumudur yaşama. Muhteşem oyuncular olarak, özüyle bağlantıda güzel senaryoların peşine düşmeye ne dersiniz?
Yanlış yapmaktan korkmadan, özgürce, herkesin tecrübelerle güzel olan yolu bulabilmesinin pekala olduğunu, yolda giderken, pek çok kazanımlarla zenginleşeceğinizi, sizi bağlayan bağlardan özgürleşeceğinizi bilmek sevindirici olsa gerek.
Doğru ve yanlışın, iyi ve kötünün ötesinde sadece deneyimin önemini fark ettiğinizde, kazandığınız ödüller; hafiflik, özgürlük ve güzellikse, korkuyu salıvermek için her yola fark etmek için saptığınızı bilmenin ışığıyla sizi baş başa bırakıyorum.
Ve affetmek bu noktadan devam etmek istediğim bir süreç…
Olayı veya kişiyi, kendinizi affetmek neden zor olsun? Gücünüzü affedememenin ağırlığı altında ezmek niye?
Affetmediği sürece insan kendini, aslında kendi zihin hapishanesine tıkar. Affedemediği kişiyi ya da olayı her hatırlayışında ona güç verir ve böyle yaparak aslında kendi güçsüzleşir. Zihin koridorlarında tutsak olur, bir oraya, bir buraya volta atarken, iyice zayıflar, çirkinleşir. Zararı sadece kendisinedir. Aynaya bir bakabilse ve görse kendini… Oyunu görse! Hikayenin özüne inebilse. Baksa aynaya, gülümsese karşısında sandığı kendi yansımasına, olaya, senaryoya. Sarılsa hatta, sarmalasa, sevse, şefkatin yumuşacık pamuk kollarına atıverse kendini…
Olayın özüne indikçe, arkada, görünmeyendeki mesajı alıyorsa insan, özgürleşmeye başlar hissettiği duyguların kasvetinden silkelenir ve tüy gibi hafif olur. Aynadaki kişi tüm bunlara ister karşılık versin, ister vermesin hiç önemi yoktur bunun. Bu onunla ilgilidir. Siz kendinizle ilgili olanı yapın ve gülümseyin kendinize. Çözüldükçe kişi, olay, manzara da değişecektir. Siz, artık kendi manzaranızı yaratırsınız ne mutlu!
Merkezinde ve özünde olan kişi için siz ve başkaları yoktur; her şey birdir.
Birlik birlik diyoruz, sevginin eşsiz güzellikteki şefkat frekansında ışıldayan bir kişi birlik denizinde yüzerken; sevginin, aşkın muhteşem pırıltılarıyla yıkar dokunup geçtiği yerleri. Bu eşsiz dansı gören gözler de şölene katılıp nasiplenirler, güzelliklerin zenginlikleriyle donanırlar. Dengesiz frekanslardan; fark ettikçe, deneyimledikçe özgürleşir kişi. Özünüzdeki koşulsuz sevginin frekansları, yine sizin tarafınızdan aktive oldukça, tüm negatiften arınma ve iyileşme başlar, karma çözünür, dağılır, ilahi ışığın dansına dahil olur. Siz, kişi veya olaylar, ayrılık yanılsamasından çıkıp, birliğin iyileştirici şefkat enerjisiyle şifalanırsınız,
Şifalanmak, şifalandırmak, özgürleşmek dileğiyle…