Nihayetinde tohum kendi kendine açılmak, Kelebek kendi kozasından kendisi çıkmak durumundadır.
Dünya tarihine baktığımız zaman dünyanın devrimlerle ve devrim kahramanları ile dolu olduğunu görebiliriz.
Dünya insanlarının devrim yapma ve kahramanlar yaratma konusunda garip bir alışkanlık kazandığı ortadadır. Tarihte yerini almış devrimlerin, ait oldukları topluma ve dünya insanlığının bilinç gelişimine ne yarar sağladığı veya ne tür çarpıklıklara yol verdiği konusundaki yorumlar gerçek tarihçilerin işidir. Tarih kitaplarında yığınla bilgisi ve dokümanı bulunmaktadır.
Devrim içsel dünyamıza ait bir olgudur
Bizim derdimiz ise mana alemi ile ilgili olduğundan, devrimin içsel dünyamıza ait bir olgu olduğu ve bu olgunun ifadesi olan bir sözcük iken, nasıl da dışsallaştırılarak kitlelere tıpkı bir kıyafet gibi giydirilmeye çalışıldığını ifadelemektir.
İnsanın içsel dünyasına aitken, dışsallaştırılmış her şey “devrim” de dahil, kelebeğin kozasının vaktinden önce parçalamaya ve kelebeğin yaşamını heba etmeye benzer.
İnsan, bir tohumdur. Ve insanın uykuda olması bir açıdan;tohum olmasından da kaynaklanmaktadır. Tohum dünya toprağına ekilir ve bakıcılarına bırakılır. Dünya toprağına ekilen insan tohumunun bakıcılarının kimler olduğu başka bir yazımın konusu olmakla birlikte, Sümer, Asur, Babil gibi eski medeniyetlerin yazıtlarına ve dünya mitolojilerine göz gezdirmenin, şaman kültürünün ortaya çıkış kaynaklarını araştırmanın, Tibet tabletlerini incelemenin ve dünyanın en eski destanı olan Hindistan’ın Mahabharata destanı ve benzer destanlarda ve kutsal metinlerin ve kitapların alt başlıklarında örtülü duran “bakıcıların” izini sürmeye çalışmanın oldukça bilgilendirici olacağı aşikardır.
Dolayısıyla İnsan tohumu için yapılan savaşlar; tohumu yok etmek isteyenler, tohumu sahiplenenler, tohuma kendi ideolojilerini ve çarpık bakışını belletmeye çalışanlar olabileceği gibi, bilinen ve bilinmeyen tarih daha nice akla sığmaz hikayeleri insan tohumuna aktarmaya çalışanlar ile doludur. Dünya toprağına ekilen ve gün gelip çiçek açması beklenen insan tohumunun çiçek açma zamanı geldiği için şimdi dünyada çok hareketlilik vardır. İnsan şimdi tam bu zamanda Arafta gibidir. Ya kendisi olacak ve tek bir İnsanlık olarak dünya yüzeyinde barış ve sulh içinde yaşayacaktır ya da birbirinden ayrı düşerek ve birbirini yok ederek ve yok edilmeye mahal vererek yok olup gidecektir.
Tohum hadisesine dönersek, tohum için, çatlamak, kabuklarını kırmak, kısaca şekil değiştirmek tabii ki tohumun cehennemidir.
Ama tohumun içinde saklı olan çiçek için, O tohumun içinden uyanmak tabii ki de çiçeğin kıyam etmesidir. Uyanmasıdır. Ne ise O Olmasıdır.
Ve insan tohumu şimdi alacakaranlık bir zamansızlık da tohumdan çiçeğe dönüşmek üzeredir. Doğal olarak bahar gelmiştir. Dünyamız, kozmik zaman ve mekanında ki geldiği momentum noktasında ışıklar içindedir ve gezegenimizin frekansı da bu nedenle gittikçe yükselmektedir. Ve yüksektir. Tıpkı çiçeklerin açmasının da gün ışınlarının yoğun olduğu bahar mevsiminde olması gibidir.
Çiçekler, bahar geldiği zaman çiçek açarlar. İnsanlar da, güneş yıldız sisteminde yer alan dünya gezegenleri ile birlikte sonsuz uzayda yaptıkları yörüngesel kozmik yolculuklarında ışık kuşağına geldikleri zaman çeşitli fiziksel, ruhsal gelişme ve büyümeleri ile ilgili değişime uğrarlar ve evrimlerinin belirli döngüsünde de “uyanırlar” ve ayağa kalkarlar, kıyam ederler. Kim bilebilir ki, insanın büyümesinin ve ayağa kalkmasının, belki de galaktik bir toplum olma yolculuğuna doğru olmadığını? Ki Güneş Yıldız Sistemimizin içinde yer aldığı Samanyolu Galaksisinde 200 milyar yıldız sisteminin olduğu düşünülürse, büyümemiz ile ilgili sürprizlere de açık olamız hayrımızadır. Evrimsel döngülerimizin bir insan ömrü ile gözlenmesi neredeyse imkansızdır. Dolayısıyla da kısa insan yaşamımıza bir mana teşkil etmeyecek değer de görebiliriz ama şu zamanda yaşanan kargaşa ve kaosun büyük çoğunluğu, tamamen kozmik büyümemizle ilgili olabilir. Nasıl çocuklarımız, yetişkinliğe geçerken kendi kaoslarını yaşıyorlarsa, şimdi tek bir bilinç olan dünya insanlık ailesi de kendi gezegeninde kendi büyüme krizine tutulmış gibidir.
Ama dünya insanlığının çiçek açmasını istemeyenler, insan tohumlarının üstüne kat be kat toprak örterek, çiçeklerin topraktan baş vermesini geciktirmektedirler.
Toprak insanın ekildiği dünya ortamını simgelemektedir. Dünya illüzyondur. İllüzyon aslında kötü bir şey değildir. Çok yüksek öğreticiliği olan bir araçtır. Fakat ipin uçları da kaçtı mı illüzyon çilesi de kör düğüme dolaşabilir. Bundan sonra iyisi kötüsüne, yalanı gerçeğine bulaşabilir. Çileyi ayırabiliyorsak ne aladır, üstatlık bunun sonundadır. Çileyi ayıramıyorsak işler fenadır, başımıza bilmediğimiz boyutlarımıza kadar çok çoraplar örülebilir.
Bu nedenle dünya; kalıp konulacak bir yer değil, büyük sınavlarımızı verdiğimiz kısa bir konaklama yeridir. Bu illüzyon içinde yaşarken, insanın çok, ama çok dikkatli olması gerekebilir.
Tıpkı Mevlana’nın dediği gibi, insan elbisesinin içinde -ne- var diye sormak her zaman için hayrımıza olacaktır.
“İnsan yüzlü pek çok iblîs vardır. Öyleyse her ele, el verme.” (Mesnevî, 1, 316)
Daha önceki yazımızda bahsettiğimiz gibi manipüle edilen sözcüklerden birisi de devrim sözcüğüdür.
İnsanı karanlığa ayrılığa ve istikrarsızlığa kaosa ve her an çatışmaya sürüklemek isteyenler, kitleleri devrim yalanı altında, devrimin dışsal yapılabilen bir şey olduğu yalanına inandırmış olabilirler.
Devrim, sanki kitlenin yapabileceği bir eylemmiş gibi algılanır. Bu külliyen bir yalandır.
Devrim, bireye aittir.
Gerçek Ol’an, devrimin, bireyin kendinde gerçekleştirebileceği bir olgu olduğudur.
Devrim bir sıçrama ve yeni bir düzleme geçme ile alakalı içsel bir gerçekliktir, Devrim, içsel bir Hal’dir, her ne kadar tanımlanamayacak olsa da tanımlanamayanın kendini kendisinde bulduğu eyleyişin, bir anlamda dünyasal ifadesidir.
Bireyselleşmiş bir varlığın, içsel düzleminde atacağı ve o kutsal kitaplarda bahsedilen kıyam eyleyeceği ve uçurumu atlaması ve kaderini yaratması ile ilgilidir.
Devrim ruhsal bir sözcüktür. Ve Ruhun Kendiliğinde dikey bir düzleme sıçraması ile ilgilidir.
Kitleler asla devrim yapamaz.
Olmayan kitlelerin devrim adı altında yaptıklarını sandıkları sadece ve sadece aynı düzlemde olanın başka bir şeye (manipülasyonla) “bilinçsizce” dönüştürülmesidir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, tüm mesele bilinçli miyiz, bilinçsiz miyiz meselesidir.
Köle miyiz yoksa özgür müyüz meselesidir.
Çünkü kitlesel bir şey yapılamaz. Kitlesel olan tüm şeyler kaotik ortamlarla ve kaotik ve belirsiz ortamların yaratılması ile ilgili bir manipülasyon aracından başka bir şey değildir.
En büyük ve kalıcı illüzyonlar kitleler üzerinden yaratılır.
Kitle kelimesi uydurma bir kelimedir. Kitle diye bir şey yoktur. Bilinçli olarak yaratılmış bir kelimedir. Tıpkı sözcüklerden kocaman bir illüzyon dünyasının yaratıldığı gibi.
Bir zamanlar internette dolaşan bir mail vardı. Şimdi tıklayın sizin tıklamanızla bir aç çocuk doysun mailleri dolaşıyordu. İnsanlar bir tıklamakla, aç insanları doyurabileceklerini sanıyorlardı. Aslında burada görünürde bir dolandırıcılık olmamakla birlikte, en büyük tahribat, bizim ruhsal yetilerimizin gelişiminin bu tür bir “tıka” indirilerek kadük bırakılması ve insan doğamızın zedelenmesine zemin hazırlamasıydı.
Yardımlaşmayı, paylaşmayı, merhameti, şefkati ve daha nice insan doğasına ait bu tür güzelliklerin unutulması toplum dokusunun çözülmesine hizmet eder ve insanlar bir bağ ile topluma bağlanamazlar ise, korku hastalığına tutulurlar ve ruhları çok yaralanır.
İşte toplumlar ve medeniyetler böyle böyle, yavaş yavaş tüm bağları birbirinden çeşitli yalanlarla ve dolanla ve bin bir türlü vesilerle çözüle çözüle yok olurlar.
Bu nedenle -tıklayarak- yaşayan (yaşadığını sanan), merhamet ettiğini, yardım ettiğini sanan insanlar oluşturulduğu zaman, dünyada ne aç insanların dramı biter, ne savaşlar biter ne de insanoğlunun ve dünyasının şifalanması gerçekleşir.
Ve devrim yalanı işte böyle başlar. Çünkü kitleye hitap kitleye söylem ve kitleye vurgu bireylerin ortaya çıkmaması için yapılır.
Çünkü manipülasyon için; idraksiz insanlardan oluşan insan kütleleri gereklidir.
Çünkü insanları, kitlesellik üzerinden belirsizliğe ve kaosa yönlendirmek çok kolaydır. Ve insanlar belirsizliklerde ve kaoslarda, diğerlerinin yaptığını yapmaya ve toplu halde hareket etmeye çok daha yatkındırlar çünkü insan, evrim sürecinin önemli bir dönüm noktasındadır. (evrimin dönüm noktasının getirdiği belirsizliğin baskısı, içrek içrek tüm bedenlerde çok daha büyüktür)
Gizli gündemleri olanlar, kitleleri manipüle ederek yapay devrim gerçekleşince kütleleri oluşturan kişilerin zihinlerini ve toplumsal bilinçaltını belirsizlik ve kaos sarmaya başlar. Ve herkes kendi içindeki kaos ve kişisel sorunlarını da verdiği ağır baskıyla içine çöker. Derin bir umutsuzluk ve derin bir hayal kırıklığı içinde kalırlar.
Dolayısıyla Kitlelerin enerjisi, bir ülkenin yaşam enerjisi, yapay devrim hikayesi ile başka bir yerlere transfer ediliyor olabilir. Kitleler, sonrasında diğer kendilerine yapılacak “özgürleştirme” adı altına “köleleştirme” işlemine açık ve dirençsiz hale gelebilsinler diye. (belki de Mısır bunun bir örneğini yaşamaktadır).
Tüm değişim için, yeni bir “insan” ve yeni bir “dünya” oluşturmak için; gerekli olan yaşam enerjisi bu şekilde heba olur gider.
“Nihayetinde tohum kendi kendine açılmak,
Kelebek kendi kozasından kendisi çıkmak durumundadır.”
Başka çaresi yoktur.
Çünkü her şey ve herkes kendi koşullarından tek tek ve içsel olarak “özgürlüğüne” yürümek durumundadır.
Herkes içsel özgürlüğüne yürüyorsa zaten birlikte yol’dayızdır. Hiçbir sorun yoktur, orada zaten ‘Birliktelik’ vardır. Böylece uyumlu ve dengeli Bir Birlik ve bilinçli bir topluluk ve bu topluluğun yarattığı manyetik alan kendiliğinden oluşur.
Bilinçli bireylerin oluşturduğu topluluğun yaydığı manyetik alan, birlikteliğin ihtiyacı olan ne ise yaratmaya muktedirdir. Çünkü sadece “bireyler” kendilerini yaratmaya muktedirdir.
Herkesin bulunduğu yer ve zaman, tam da kişinin ihtiyacı olan, onu özgürlüğe kavuşturacak şartların orada olduğu yerdir.
Dışsallaştırılmış devrim çabaları, tıpkı kelebeğin kozasını parçalamak ve kelebeğe yardım ettiğini sanırken kelebeği aslında ölüme mahkum etmekten başka bir işe yaramaz.
Devrim çığırtkanlığı yapanların gizli gündemleri konumuz olmamakla birlikte, O’nun her şeyde tanık olduğunun bilincinde olarak, elbette ne ekersek onu biçeceğimiz de mutlaktır.
Ve karanlığın aracıları ve kullanıcıları, devrim kelimesini bu şekilde manipüle ederek insanların yüreklerini tüketir ve bizim içsel devrimimizi gerçekleştirecek yaşam enerjimizi de bu şekilde elimizden alırlar.
İçsel devrimi gerçekleştirmiş ve gerçekleştirmekte olan insanların topluluğunda, genişleyen toplumsal bilincin bir sonucu olarak zaten yeni nesil liderler ortaya çıkacaktır. Bu toplumda, bireylerin yaydığı frekans dolayısıyla uyumlu ve yüksek frekans olacağından, tıpkı bir top kumaşı oluşturan kumaşın düğüm noktaları gibi dengeli ve mesafeli ve düzenli ve sistemli bir yapı ortaya çıkacaktır.
Çünkü toplumsal bilinç genişlemeden, toplumsal yaşantıda hiçbir değişiklik gerçekleşemez. Bu da toplumu oluşturan bireylerin, bireysel; içsel devrimlerini gerçekleştirmeleri sureti ile olur.
Ayrıca son günlerde orada burada mevzuya bahis olan, İndigo Devrimi diye dışsallaştırılmış bir şeyin olmadığı aşıkar olmakla birlikte, yine de söze dökmek gerek.
Yurtdışından, Anadolu’ya aktarılan yabancı kaynaklı mesajlar konusunda ve diğer her konuda her zaman dikkatli olmak gerekir. Çünkü bu mesajları ileten insanlar da yaşadıkları toprakların toplumsal bilinçaltı ile bağlantılıdır. Ve o topraklarda üretilmiş her düşünce ile ilgilidirler. Tıpkı bizlerin de Anadolu’nun toplumsal bilinçaltı ile bağlı olduğumuz gibi.
İndigolar, insanlığa yardım etmek amacı ile, ilahi bir görevle yeryüzüne inmiş çok özel varlıklardır.
Özel olmaları onların bizim bilmediğimiz evrimli ve tekamüllü yıldız topluluklarından yeryüzüne inmiş olmalarından kaynaklanır. Bir yerde denebilir ki, burada bu zamanda ve mekanda dünya toprağından beden giymiş, insanlığın ağabeyleri ablalarıdır.
Yeryüzünün kanayan bu yarasına ve insanın düşmüşlüğüne şifa olmak, merhem olmak ve insanın ayağa kalkmasına, kıyam etmesine hizmet etmek için buradadırlar.
Yoksa devrim yalanı altında; dünya cehenneminin altına bir odun daha atmak ve insanın kanayan ayrılık yarasına (savaş, dehşet, mücadele v.s) çomak sokmak ve derinleştirmek için dünyaya gelmemişlerdir. Onlar zaten tekamüllü varlıklardır. Buna ihtiyaçları yoktur. Savaş, şiddet ve ayrılık yanılsaması, zaten nefsin işidir. Yani henüz zihninde tutsak kalmış ve nefsinle mücadelesini sürekli dışarı yansıtan ve dışarıdaki insanlar ve şeyler üzerinden yaşayan varlıkların işidir. Çünkü henüz içeri bakıp gerçeği görecek cesaretleri yoktur.
Ama nefsini tanrı edinmiş kimler ise, savaşmak ve karanlıkla mücadele etmek cengaver olmak, kahraman olmak gibi sanrılar içersinde olabilirler. Kendi düşlerinde yarattıkları tanrılarına bu şekilde hizmet etmek isteyebilirler.
Hiç şüphesiz, Allah unutmaktan münezzeh Ol’An olduğu için, ilahi Adalet mekanizması, insanı insana düşman yapanlar ve nefsleri üzre yaşayanlar için işleyecektir.
Sonuçta, indigolar; insanlığın her bir bireyinin tek tek içlerinde geçmesi gereken büyük boşluğu, kendilerinde geçerek gerçekleştirmekle görevli yüksek ruhlarıdır. Çünkü onların buna gücü vardır. Ve bu güçle, enerjiyle donanarak dünyaya inmişlerdir. Ve bunun için buradadırlar.
Devrim herkesin kendi içindeki bu büyük boşluğu geçmesinin “sürecidir”.
Ve bu içsel devrimini gerçekleştirmiş olmanın yaşayan canlı örnekleri olarak var olmak ve yaşamak üzeredirler. İşte O zaman İndigolar; kendileri bizatihi birer “devrim” olarak kitlelerin içinden yükselirler.
Bu nedenle devrim içsel bir olgudur. Her insan tek tek kendi içsel geçiş sürecini, “devrimini” yaşadığında, Devrim de gerçekleşmiş olur.
İndigolar, ister farkında olsun isterse olmasınlar, direkt ilahi alemle birebir çalıştıkları için onları kitlemsi bir şey yapmaya yönlendirilemezler. Eğer zorlanırlarsa, kendi içsel süreçlerinden bezerler ve işte o zaman dünya insanının frekansını yükseltmek için yeryüzüne birlikte indirdikleri enerji de heba olur gider.
Doğal olarak, indigoların yüksek enerjisini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen kişiler ve gruplar olacaktır, bu odakları da tespit etmek ve uyanık olmak, her seferde ve her olayda İnsan Ruhunun Birliğine ve Bütünlüğüne odaklı kalmak, onların kendi süreçlerindeki sınavları olabilir. Tüm kutsal kitaplarda söylendiği gibi, dünya bir sınav yeri ve her varlığın sınavı da kendine özel olacaktır hiç kuşkusuz.
Dışsal devrim hiçbir zaman özgürlük getirmez. Ancak zaman ve mekana yayılmış daha kalıcı ve taşıması zor olan başka bir tutsaklığı yaratabilir. Kafesimiz biraz daha sağlamlaşmış ve başkaca şartlar daha ağırlaşmış olarak insana geri dönebilir.
Ancak, bireyi ortaya çıkaracak içsel devrim, insanı özgür kılabilir.
Bu nedenle demokrasiye demokratik yollarla insan olmanın ölçüsünden sapmayarak, ve herkesi kucaklayarak varılabilir.
İnsanın yürüdüğü uzun ince evrim yolculuğunda, geldiğimiz şu dönüm noktasında; içsel özgürlükten başka yolumuz yoktur.
Devrim, “yalan dünyayı” olduğu gibi görmektir.
Devrim, tüm hikayeleri bırakarak ayrılık bilincinden sevgi bilincine büyük bir sıçramayla atlamaktır.
Bu nedenle, gerçek devrimcinin kitabı Mesnevi’dir. Yolu sevgidir.