Kurban geleneği insanlık tarihi kadar eskidir. Her geleneğin ve kalıplaşmış ritüelin genel tarafından bilenen bir Zahiri bir de Batıni manası vardır. Peki ya aslında geleneğin çıkış noktası olan İbrahim peygamber gerçek bir hayvanı değil de, nefsini kurban ettiyse? Gelin bu bayram, kurbanın Batıni manasına bakalım, gelin bu bayram “nefsimizi” kurban edelim.
Nefsi kurban etmek ne anlama geliyor?
Kendinden daha yüksek bir güce adak vermek her kültürde mevcuttur. Geçmiş zamanlardan bu yana, adak olarak verilen şeyler, kişinin kendi emeğini içeren veya değer verdiği ürünlerdir. Örneğin çiftçi, tarlasından küçük bir kısmı doğanın ona sunduğu berekete karşılık bir bedel olarak adardı, bu hem doğanın dengesini sağlama (böcek ve hayvanlar oradan beslenirdi) hem bir şükretme olurdu.
Ya da inekleri olan kişi yaptığı peyniri adak olarak doğaya bırakırdı. Bu gelenekler Dünya’nın dört bir yanında mevcuttur ve bu adak geleneğinin bir adım ötesi kan akıtma ritüeline dayanan bir hayvanı adak olarak vermek yani bir hayvanı kurban etmektir.
Kurban etmek, adak vermenin daha ileri boyutudur ve bu aynı zamanda fedakarlık etmek demektir. (Sacrifice kelimesinin İngilizce’de hem kurban vermek hem fedakarlık anlamına gelmesi tesadüf değildir.)
Hayvan, bitki tarzı formlara nazaran ileri seviye tekamüle sahip bir varlık hiyerarşisinde (düzeninde) bulunduğu için (elbette doğal düzende de daha komplike bir organizmadır), hayvan kurbanı çok nadir gerçekleştirilirdi ve oldukça değerli sayılırdı eski zamanlarda. Bu genelde yılda bir gün gerçekleştirilir ve büyük bir festival eşliğinde halka dağıtılırdı.
Bu hayvan kurbanı geleneğinin aynısını İbrahim’i dinlerde de görüyoruz. Yalnız eski zamanlarda kişiler tek başına çok ender durumlarda hayvan kurban ederlerdi (büyük bir kaza sonrası, çocuk istediklerinde şükran belirtmek için veya kıtlık gibi özel durumlarda).
Genelde dini lider önderliğinde 1 ile 9 arasında (genelde bir hayvan kurbanı yeterlidir) hayvan, halkın tamamı adına kurban edilip halka dağıtılırdı. Ama bu gelenek orta doğuda (bilhassa Yahudiliğin yaygınlaşması ve toplumların yayılıp, nüfusun artmasına bağlı olarak) zamanla bireyselleşti ve her birey kendi hayvan kurbanını vermeye başladı.
Adak veya kurban vermenin bir şeylerden fedakarlık yapmak olduğundan bahsettik. Genelde vahşi hayvanlar veya eti tüketilemeyen hayvanlar değil çobanlar tarafından yetiştirilen ve etinden sütünden faydalanılan keçi, koç, boğa, inek gibi hayvanlar kurban edilegelmiştir tarih boyunca.
Hayvan kurbanı vermek demek hem bakımı zor olması hem değerli bir ürün olmasından dolayı kişinin kendi maddi varlığından daha büyük bir fedakarlık yapması demektir. Verilen adağın değeri, kişi açısından ne denli önemliyse, yani kişi kendinden ne kadar şeyi feda edebilirse, o şey o denli ilahi düzen tarafından kutsal sayılır, daha fazla kabul edilir olarak düşünülür.
Elbette büyük çaplı bir kurbanın getireceği ilahi hediyelerde o denli yüksek olacağına inanılır. (Bazı toplumlarda en büyük fedakarlık kişinin kendi vereceği can olduğu için, insan kurbanı geleneğine kadar gitmiştir. Ama bu kurbanlarda, kurban edilecek insanın gönüllü olması en önemli konudur, bu yüzden eski toplumlarda eğer bir insan kurban edilecekse, canı gönülden bunu isteyen kişi kurban edilirdi).
Bu yüzden kişi inancının yüksekliğine göre veya istediği şeyin, başına gelen şeyin ehemmiyetinin büyüklüğüne göre adak adar, kurban verirdi.
Peki olaya batini olarak bakarsak yani kurban ezoterik olarak bir şeyden fedakarlık etmek ise, en büyük kurban ne olacaktır? Elbette kişinin en değer verdiği şey olan, hatta mal varlığından bile daha değerli olan, kendi nefsidir. İşte bu yüzden nefsi kurban edebilmek yani nefsinden feragat edebilmek batıni olarak kurbanların en “azim’i” yani en yücesidir.
“Bi zibbın azîm” işte İbrahim peygamberin, oğlu yerine verdiği kurban buydu, “büyük bir kurban”. Azim, kelime anlamı olarak en yüce, en büyük, büyük demektir. Kuran’ın Saffat suresinde 107. Ayette İbrahim peygamberin hikayesinde, kurbandan bu şekilde bahsedilir.
“Biz ona, çocuğun yerine fidye olarak büyük bir kurban (bi zibbın azim) kesmesini emrettik” (37/107) İşte bu ayet İbrahim çocuğu olursa adak olarak kendi çocuğunu vereceğini sözünü tutarken gelen vahyi anlatıyor. Kuran bu “büyük kurbanın” ne olduğundan direk bahsetmez ama bir çok İslam alimi ve yorumcusu bu kurbanın “koç” olduğu konusunda hem fikirdir.
“Acaba o büyük kurbanlık ne idi ve büyüklüğü neresindeydi? Çokları cennetten gelme, beyaz ve bir rivayette emlah, yani alaca ve a’yen, iri gözlü bir koç idi demişler ki, Yahudilerin görüşü de buna uygundur.” (Elmalılı Hamdi Yazır)
Kuran, Tevrat ve İncil’de değinilen konulara tekrar değinirken, Tevrat veya İncil kadar detaya girmeden, genelde olayın özünü aktarır. Bu yüzden bu tarz bir olayı araştırırken Tevrata dönüp bakmakta da fayda vardır. Tevrat çok açık bir şekilde, İbrahim Peygamber’in oğlunun yerine kurban ettiği hayvanın koç olduğunu söylemektedir;
11. Ama RAB’bin meleği göklerden, “İbrahim, İbrahim!” diye seslendi. İbrahim, “İşte buradayım!” diye karşılık verdi.
12. Melek, “Çocuğa dokunma” dedi, “Ona hiçbir şey yapma. Şimdi Tanrı’dan korktuğunu anladım, biricik oğlunu benden esirgemedin.”
13. İbrahim çevresine bakınca, boynuzları sık çalılara takılmış bir koç gördü. Gidip koçu getirdi. Oğlunun yerine onu sundu. (Tekvin 22- Tevrat)
Hem İslam alimleri hem Tevrat bu kurbanın koç olduğundan bahsediyor.
Peki ama bu bir sembol olabilir mi? Bildiğimiz üzere Kutsal kitaplar tarih boyunca kullanılmış ezoterik sembolleri içerirler. İşte kitaplardaki ezoterik, batıni yorumların kaynağı da bu evrensel değişmez sembollerdir.
Koç ise insanlık tarihi boyunca nefsin, egonun, insani-dünyevi kimliğin sembolü olmuştur. Koç, “ben” kavramını her şeyden önce koyma bilincidir , “ben” demenin sembolüdür yani ego ve nefs’tir. Bu yüzden astrolojide koç burcu ilk burçtur, bu yüzden en önde durur, “ben öndeyim” der çünkü kendi varoluşu her şeyden daha önemlidir, işte bu da egonun içgüdüsüdür.
Acaba İbrahim Peygamber’in kurban ettiği kendi nefsi ve kimliği miydi?
Zira Kuran’da kastedilen “azim” yani en yüce kurban, kişinin kendi benliğini, dünyevi benliğini ve bunlar beraber dünya üzerinde en değer verdiği şey olan nefsini kurban etmesi olabilir mi?
Kişinin kendi nefsini kurban etmesinden, kişinin kendi insani benliğini-etiketlerini,egosal isteklerini kurban etmesinden çok daha zor ve çok daha değerli bir kurban olabilir mi?
Gelin bu bayram içe dönelim ve dünyevi arzularımızı sorgulayalım, egodan kaynaklanan hırslarımızı keşfedelim ve ruhaniyetin doğasına uygun olarak Yaratıcıya onları kurban edelim.
Evet belki İbrahim Peygamber gibi dünyevi kimliğimizi ve egomuzu kökten kurban edemeyiz ama her bayram yavaşça kurban edeceğimiz isteklerimiz, bizi bu yolda ilerletecektir. Kişi “ben” kavramını kurban ettiğinde, ben-cillikten öte “biz” kavramı ve “birlik duygusu” gelişecektir ve işte o zaman, gerçek bayram duygusu tadılacaktır.
Nefslerin kurban edildiği, ben kavramından biz kavramına geçilen bir bayram diliyorum, iyi bayramlar…