Yazmak bir bakıma nefes almak… Sözlü ve beden diliyle iletişimin yan etkileri olmadan, yazarak ve çizerek kendini en saf halinle hedef kitleye anlatabildiğin, düşüncelerini paylaşabildiğin yegane dünya… Aynı zamanda sorumluluk hissi veren, ağzına geldiği gibi yazamayacağın, titiz olunması gereken bir alan…
Yazmak başlı başına bir eylem… Sözlü ifadede etkili olamadığını düşünenler için de güzel bir alternatif. Kendi düşüncelerini görüp eleştirebileceğin, daha çok öğrenebileceğin, daha çok araştırmaya iten bir mekanizma…
Bu yazıda yazarlığı biraz daha farklı yönlerden inceleyelim. Yazar bir tarafa, taraf olmalı mı / olmamalı mı? Yazar her şeyi bilen kişi mi? Yazarın bakış açısı nasıl olmalı? gibi soruları birlikte tartışalım.
Yazar bir tarafa, taraf olmalı mı / olmamalı mı?
Yazar da nihayetinde bir insandır; siyasi ve ideolojik görüşü elbette olabilir. Hatta tarafsız olduğunu iddia eden bir yazar bile aslında taraflıdır, çünkü karşısında taraflılar vardır. Örneğin “bütün insanlığı kucaklıyorum ben bir hümanistim” diyen bir yazar bile, bir düşünce grubunun içerisinde yer almaktadır.
Diğer yönden yazmak başlı başına sübjektif bir hadisedir. Eğer yazdığım yazı salt bilgi değilse illaki kendi düşüncelerim olacaktır.
Tarafsızlık kişinin düşünce dünyasında olamasa da, uygulama dünyasında mutlaka olmalıdır. Aksi takdirde eşitlik ve adalet ortadan kaybolur. Bu durum yazarlar için de geçerlidir. Yazarken istediğim özgürlüğü herkes için isteyebildiğim kadar erdemliyimdir. Olayları ve olguları işime geldiği gibi yorumlamayıp, objektif görebildiğim kadar erdemliyimdir.
Mesele tarafsız yazardan ziyade tarafsız yayıncılıktır.
Henüz yazarlıkta ilk yılımı doldurdum. İlk başladığımda, yazılarımda hangi sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel, siyasi vb. grupların sıkıntılarını yazmayı düşünsem diğerlerine haksızlık ediyormuşum gibi gelirdi. Yine hangi tarafın bir konuda haklılığını anlatmaya çalışsam, diğer tarafın haklı olduğu yerler eksik kalıyordu. Bu nedenle yazmaya başlayıp bitiremediğim birçok konu oldu.
Bu tecrübelerden sonra şunun farkına vardım. Aslında yazarın tarafsızlığından ziyade, içinde bulunduğu yayıncı grubun tarafsız olması önemlidir. Peki bu ne demek? Somut bir örnek verelim. Bir yazar “A” sosyo-kültürel grubundakilerin yaşadığı sıkıntıları iyi biliyordur ve hissediyordur, onu en iyi anlatır. Diğer yazar “B” sosyo-kültürel grubundakilerin sıkıntılarını iyi biliyordur, hissediyordur, o da onu en iyi anlatır. Bazen bu durum karşıt görüşlü iki yazının yayınlanmasına neden olur. Bu durum bir derginin çelişki içinde olduğunu değil, her konunun tartışılması için uygun bir ortam olduğunu göstermektedir.
Hissetme, yazının inandırıcılığı açısından önemli bir noktadır. Kişi, bilgi-fikir-hissetme üçlemini kurabildiği kadarıyla okunası yazılar çıkarabilir.
Bu nedenle yazar, belki diğer yazar için çok da önemli olmayan bir konunun üstünde fazlaca durabilir. Hatta birbirleriyle zıt düşüncede de olabilirler. İşte bu noktada yayıncı kuruluşun özelliği devreye girer. Hakaret, bilgi eksikliği ya da yanlış bilgilendirme gibi nedenler olmadıktan sonra her iki yazarın yazısı da yayına alınması gerekir.
Yazar yargılamamalı, anlamaya ve anlatmaya çalışmalı, başkalarının hayatlarına saygı duymalı…
İnsanlar kendilerini sevenlere değil, kendilerine saygı duyanlara saygı duyar. “Sen benim acımı hiçe sayarsan ben de senin acını hiçe sayarım” duvarı her defasında karşımıza çıkmıyor mu?
Gerçek hayattan alınan Özgürlük Yazarları filmindeki öğretmen karakterini iyi analiz etmek gerekir. Sınıfta Asyalılar, Latinler ve Siyahlar gibi farklı ırklardan ve toplumun farklı kesimlerinden gelen; hayatları çete savaşlarının içinde geçmiş öğrenciler bulunmaktaydı. Öğretmen ne yapsa, ne kadar çırpınsa onu dinlemek istemiyorlar ve ona saygı duymuyorlardı. Çünkü yaşadıkları zorlu hayatı ve dışlanmışlığı anlamadığını düşünüyorlardı. Öğretmen onlarla iletişim kurabilmek için bazı sınıf içi etkinlikler düzenledi. Bu etkinliklerde temel amaç, öğrencileri anlamaya çalışmak ve onları anlamaya çalıştığına öğrencileri de inandırabilmekti. Bu etkinlikler kapsamında öğrencilerin hayat hikayelerini anlatabilecekleri günlükler yazmalarını istedi.
Bu günlükleri istedikleri ve hazır oldukları zaman yazacaklardı. Eğer izin verirlerse öğretmen okuyabilecekti. Sonraki etkinlikse kitap okumaya alışmalarını amaçlamaktaydı. Bunun için öğretmen onlara içinden geldikleri hayatı anlatan, çete savaşlarını konu edinen aynı kitaptan birer tane aldı. Öğretmen bu tarz etkinliklere devam etti. Bütün zorluklara rağmen müthiş enerjisiyle sonunda başardı. Hayatı; renginden, ırkından dolayı birbiriyle kavga içinde geçmiş bir grup öğrenciden, bir sınıf dolusu özgürlük yazarı ortaya çıktı. Bu filmi öğretmen olmak isteyen, özgürlük isteyen ve yazar olmak isteyen herkese tavsiye ederim.Ve bu filmden kendimize çıkartmamız gereken derse gelelim.
Bir yazar hedef kitlenin acılarını, sorunlarını, kavgalarını bilmeden; o hedef kitleyi anlamaya çalışmadan, anlamaya çalıştığını hissettiremeden; o kitledeki insanları edilgen görmeye devam ettiği sürece sadece kendi görüşündeki fanatiklere hitap edebilir. Tereciye tere satmaktan ya da terenin nasıl daha iyi satılacağını anlatmaktan öteye gidemez.
Yazma eylemi, yargılama mercii olmamalıdır. Yargılamadan ziyade anlaşılmayanları anlama ve anlatma gayesi gütmelidir. Toplum içinde o kadar çok yara var ki, iyileşmeden üstü kapatılmış… İnsanlara aydınlık satmadan önce, yazarın bu yaraların nedenlerini bulabilmeye çalışması gerekmektedir. Ve bu yaralara sahip insanlara “sizi anlıyorum” laf-ı güzafını yapmadan önce, gerçekten anlayıp anlamadığını gerçekçi biçimde düşünmelidir. Tabii ki herkes herkesi anlayacak diye bir kanun yok. O zaman en azından iyi araştırılmayan bir konuda insanları yargılamaktan vazgeçmelidir yazar.
Yazar her şeyi bilen kişi midir?
Televizyonda bir program seyretmiştim. Bir sanatçıya ilgili olduğu bir X konusu hakkında seyircilerden gelen sorular soruluyordu. Gelen sorular biraz daha siyasi coğrafya ile ilgiliydi. Ancak sanatçı bu soruların çoğunun cevabını bilmiyordu. Çünkü onun konuyla ilgili olan işlevi zaten siyaset değildi. E doğal olarak “bilmiyorum” diyordu. Belki mantık yürüterek bir şeyler söyleyebilirdi birçoğumuzun yaptığı gibi, ama o bilmiyorum demeyi seçiyordu. Çünkü bilmiyordu. Ve güzel bir mesaj da vermişti. Bizim önemli bir sorunumuzdan, herkesin her şeyi bilme sorunundan bahsetmişti. Gerçekten biraz öyleyiz. Hepimiz her şeyi biliyoruz!
Sorgulamayı yanlış anlamak, bilgisiz fikirlerin patlama yapmasına neden oldu. İnsanın tek neden-tek sonuca sığdırılamayacağını unutmak bizi büyük bir yanılgıya götürdü. Ünlü düşünürlerin yaptıkları genellemeler, kolay kararlarımızı arttırdı. “Bak zaten ünlü filozof X ne demiş …”
Bu kısmı ileride yazmayı düşündüğüm bilinmezcilik konusuna bırakıp fazla uzatmayayım.
Kısaca yazar, her şeyi bilen kişi demek değildir. Toplum, hala bilmiyorum lafını “ben cahilim, ben hiçbir şey bilmiyorum” ile eş tutsa da yazar yeri geldiğinde bilmiyorum diyebilme erdemini gösterebilmelidir.
Kalem kelamın dik duran hali olmalıdır.
Nûn. Kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına andolsun ki (Resûlüm), sen -Rabbinin nimeti sayesinde- mecnun değilsin. Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir mükâfat vardır. Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin. Hanginizde delilik olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da. Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi en iyi bilendir, hidayete erenleri de en iyi bilen O’dur. O halde, (hakikati) yalan sayanlara boyun eğme! (Kalem suresi 1-8 ayet)/www.diyanetvakfi.org.tr
Bu ayetlerde Hz. Muhammed (sav)’in ona hakaret edenlere karşı alması gereken tavırdan bahsedilmektedir. Dikkat çekici olan nokta ise, surenin başında kaleme ve kalem tutanların yazdıklarına yemin edilmesidir. Bu yönüyle aslında ayetler kalem tutanlara(yazarlara) da birer öğüt niteliğindedir. Hakikati yazmanın yegane hedef olması gerektiği, iftiralara üzülmeme gerekliliği, asıl hakikati ve hakikatli kişiyi Rabbin bildiği ve hakikati yalan sayanlara boyun eğilmemesi gerektiği emredilmektedir.
Yani kişi hakikati yazacağım, hakikati söyleyeceğim derse insanlar tarafından gelecek hakaretleri göze almalı, mükafatı Yaratan’dan beklemeli ve hakikati yalanlayanlara boyun eğmemelidir.