3 ay süreyle Amerika’da kaldık. Amerika’da kaldığımız süre içerisinde Amerika’da olup da bizim ülkemizde olmayan veya bizim ülkemizde farklı uygulamaları olan konuları araştırmaya çalıştık.
Amerika izlenimleri: Türkiye’ye kıyasla neler farklı?
Dr. Mestan YAYMAN – Yrd. Doç. Dr. Derya YAYMAN
Bu yazımızla sizlere Amerikan yaşam tarzını, dikkatimizi çeken farklı uygulamalarıyla tanıtmaya çalıştık. Bu farklı uygulamalar bizim ülkemizdeki uygulamalara göre son derece modern uygulamalardır. Amerika’da uygulanan bu modern uygulamaların bizim ülkemizde de bir gün uygulandığını görmekten büyük bir mutluluk duyacağız. Bize göre Amerika’da farklı ve ileri gördüğümüz uygulamalar, ana başlıkları itibariyle şöyledir.
1. Amerika karayolları
Amerika’da en çok dikkatimizi çeken karayolu ulaşımı oldu. Amerika’da 320 milyon civarında insan yaşamakta ve resmi kayıtlara göre 256 milyon araç bulunmaktadır. Türkiye nüfusunun 75 milyon, kayıtlı araç sayısının 16 milyon civarında olduğunu düşündüğümüzde Amerika nüfusu bizim 4 katımızdan az fazlayken araç sayısı tam 16 katımızdır. Amerika’da yerleşim daha çok Atlantik Okyanusu (Amerika’nın doğusu) ve Büyük Okyanus (Amerika’nın batısı) civarında yoğunlaşmıştır. Bizim bulunduğumuz New York eyaleti, ülkenin doğusunda (Atlantik Okyanusu kenarında) bulunmaktadır. Nüfus ve araç yoğunluğu fazla olan bir bölgededir.
Amerika’da New York, Boston, Washington, Chikago, Los Angeles gibi büyük kentler hariç diğer şehirlerde ciddi bir trafik sıkışıklığı yoktur. Bunun iki nedeni vardır. Bunlardan birincisi: Ülke çapında yapılan yollar ve onların bağlantılarındaki mükemmellik, ikincisi ise yollardaki işaretleme sistemleri ve otoparklardır. Ülke doğudan – batıya, kuzeyden – güneye tamamen otoyol ağıyla örülmüştür. Hiçbir zaman yollar birbiriyle kesişmez. Şehirlerarası yollarda trafik akışını yavaşlatacak veya aksatacak kırmızı ışık, kavşak vb. uygulamaları asla göremezsiniz. Yolların kesişme noktalarında, kasaba ve köylerle olan bağlantılarında hep üst veya alt geçitler vardır. Hemen hemen bütün şehirlerde, şehirlerarası yollarda ise bazı noktalarda, akıllara durgunluk verircesine 3 – 4 hatta 5 katlı üst ve alt geçitler vardır. (fotoğraf 1)
Amerika’da bazı şehirlerin arka sokakları hariç yol kenarında park etmiş araç görmek imkansız gibi bir şeydir. Bütün kamu ve özel kurumlar kendi araçları için otoparklar yaptığı gibi o kurumlara gelecek insanlar (müşteriler) için de araç park yerleri yapmışlardır ve hukuken de yapmak zorundadırlar. İnsanlar kendi evlerinin bahçelerinde ise en az iki araç sığacak şekilde otoparklar yapmışlardır. Bir eve ruhsat alabilmenin olmazsa olmaz şartlarından birisi otoparktır.
Amerika’da otobanlarda, şehirlerarası, kasaba ve köy yollarında hatta şehir içi yollarda bile bizim ülkemizdeki gibi göbekli kavşak (Avrupa’da roundabout) diye bir uygulama yoktur. Bizim ülkemizde yıllarca ihmal edilmiş olan duble yol yapımına 10 yıldır hız verilmiş bulunmaktadır. Geç de olsa duble yol yapımını takdir etmemek mümkün değildir. Bunun için de devletimiz bu yolların yapımına trilyonlarca lira para harcamaktadır. Ancak karayolları yetkililerince şehirlerarası yollarımızdaki kasaba ve köy bağlantılarının tamamında göbekli kavşak yapılmaktadır. Kanaatimizce karayollarında uygulanan göbekli kavşak sistemi yanlış bir uygulamadır. Göbekli kavşak sistemini Avrupa’da sadece şehir içi yollarda görebilirsiniz. Şehirlerarası yollarda göbekli kavşak sistemini görmeniz mümkün değildir.
Türkiye’de karayollarının uygulamaları adeta 3’ncü dünya ülkelerindeki uygulamalardan farksız gibi gözükmektedir. Örneğin; geçen yıl Muğla – Aydın karayolunun Yatağan ilçesine kadar olan kısmı duble yol olarak sıcak asfalt yapıldı. Toplam 26 km’lik yolda tam 9 tane göbekli kavşak yapıldı. Afrika ülkelerine gitmedik, ama herhalde bu yolu Afrikalılar yapsaydı ancak bu kadar kötü yapabilirlerdi demekten kendimizi alıkoyamıyoruz. 26 km’lik yolda bir 5 km dahi rahat gidemiyorsunuz. Aslında sadece Yatağan ilçemize kadar kötü olsa razı olacağız. Türkiye’de yeni yapılan bütün yollarda manzara aynı. Bizdeki karayolları uygulamasında üst veya alt geçit uygulaması olmadığı gibi, uygulayıcıların dünyadaki yeni uygulamalardan da haberi yok ve bildikleri kara düzeni aynen devam ettirmektedirler. (fotoğraf 2)
Bizdeki uygulamada fotoğraflardan (fotoğraf 3 ) da görüleceği gibi, düz giden yolun her iki tarafından orta refüj genişletilir. Ortaya kocaman bir yuvarlak yapılır, dönüş yapacak araçlar oraya gelmeden iyice yavaşlar (yavaşlayabilirlerse) ve durma noktasında o yuvarlağı dolaşır ve o yuvarlakta da durur.
Eğer o kavşağa bir tır girdiyse diğer araçların o kavşağa girme şansı yoktur. Bu kavşaklardan dolayı bazen trafik alt üst olur, bazen de ölümcül trafik kazaları olur. Amerika’da ise yine fotoğraflarda da gördüğünüz gibi (fotoğraf 4) ortada şişirilmiş, boş, atıl tutulan bir kavşak sistemi yoktur.
Bizim masraf edip şişirdiğimiz o boş orta refüjler, araçların karşıya geçmeleri için bir cep olarak kullanılmaktadır. Bu sistemde hem direklere asılan işaret levhaları hem de yollara çizilen çizgiler sürücülere yardımcı olmaktadır. Dönüş yerinde bir değil beş tır da dursa asla trafiğe engel olmamakta ve insanlar boşu boşuna ölmemektedirler.
Bizim ülkemizde şehirlerarası bütün yollarda, bazı yerlerde şehir içi yollarda da ortada 3 – 4 m genişliğinde hiçbir işe yaramayan orta refüj boşlukları bırakıp, bunların her iki yanına bordür taşıyla duvar yapılırken veya fotoğraftan (fotoğraf 5) da gördüğünüz gibi bazı yollarda ortaya açık bir kanal, onun etrafına da her iki taraftan demir korkuluk yapılırken, maalesef yolların kenarında esas işimize yarayacak bir kurtarma (güvenlik) şeridi bırakılmamaktadır.
Karayollarının ve belediyelerin bu yanlış uygulamalarından dolayı her yıl yüzlerce vatandaşımız hayatını kaybetmektedir. Yine fotoğrafta yolun hem ortasında iki yönlü, hem de yanlarda demir korkuluk yapıldığını görüyorsunuz. İnsan bu yolda araç kullanırken psikolojik olarak kendisini zindandaymış gibi hissediyor ve konsantrasyonu bozuluyor. İnsanı bu kadar olumsuz etkileyen bir uygulamaya trilyonlarca lira para harcıyoruz. Halbuki Almanya’da yolların kenarına, etrafta yaşayan insanlar gürültüden rahatsız olmasın diye izolasyon duvarları yapıyorlar. İzolasyon duvarlarını, km’lerce monoton bir yapıda yapmıyorlar.
Her 5 – 6 km’de bir kullanılan materyali değiştiriyorlar. Örneğin ilk 5 km’de betondan perde duvar varsa, ikinci 5 km’de Amerikan Sayding giydirilmiş duvar, üçüncü 5 km’de içi izolasyonlu tahta, dördüncü 5 km’de de kanal içinde süs bitkileriyle süslenmiş yeşil bir duvar, yüksek alanlarda ve köprü geçişlerinde de insanlar etrafına bakabilsin ve dikkatini toplayabilsinler diye cam duvarlar kullanmışlardır. Bu uygulama ard arda bu şekilde devam etmektedir. Almanlar bu farklılığı, yol boyunca insanlara monotonluk sağlamasın, onları psikolojik olarak olumsuz etkilemesin diye tercih ederlerken, bizim karayolları yetkililerimiz sağ olsun biz sürücüleri cendereye sokabilmek için ellerinden ne geliyorsa yapmakta ve yapmaya devam etmektedirler.
Amerika’da arazi müsaitse, şehirlerarası yollarda gidiş ve geliş yolları ayrı ayrı alanlardan gitmektedir. Ancak arazi müsait değilse, yolların arasındaki orta refüj daraltılmakta ve ortaya sadece bir tane yüksek bordür taşı konulmaktadır. Bu bordür taşının altına da yağmur sularının tahliyesi için kanallar açılmakta veya büzler konulmaktadır. Böylece yağmur suları tahliye edilmektedir. Ayrıca yollar hem dışa doğru hem de ortadaki bordür taşlarına doğru çok hafif eğimli yapılmaktadır ki, yağmur suları yolda birikip kazaya neden olmasın. İnsanların hayatını garantiye almak için aynı yöndeki yolun hem sağına hem de soluna birer emniyet şeridi bırakılmaktadır. İnsanların aracında bir arıza olur veya tekeri patlarsa hemen emniyet şeridine geçip durabilsinler diye.
Bu emniyet şeritlerinin anayol kısmına bir dozer paleti kadar tırtırlı bir şerit yapmışlardır. Araçlar yoldan hafif çıktıklarında bu tırtırlar sürücüleri hemen uyarmaktadır. Kısacası ülkelerinde her şeritte 2 tane emniyet şeridi bulunurken, ne yazık ki bizim ülkemizde bir tane dahi emniyet şeridi bulunmamaktadır. Ancak onun yerine ortada hiç işe yaramayan, hiç bir zaman da işe yaramayacak olan kocaman bir refüj yapılmaktadır. Ülke çapındaki bu uygulamayla binlerce km uzunluğunda ve genişliğinde orta refüj yapılması, bunlara dışarıdan toprak taşınarak içlerinin doldurulması, her iki tarafının bordür taşlarıyla ya da demir korkuluklarla örülmesi bütçemize trilyonlarca liraya mal olmaktadır.
Amerika’da çok tehlikeli yol kenarlarında demir korkuluklar yerine çelik halatlar kullanılmaktadır. Bu halatlar demir korkuluklar gibi insana psikolojik olarak o kadar rahatsızlık vermezken, bir taraftan da kazalarda esneklik sağladığı için daha az ölümcül kazalara neden olmaktadır. Ayrıca bu halatlar demir korkuluklara göre daha ucuz ve yollarda bir çalışma olduğunda toparlanıp tekrar kullanılabilmektedir.
Bizim ülkemizde ise yol kenarlarında ve orta refüjlerde demir korkuluklar için milyonlarca ton demir kullanılmakta ve yolda yeni bir çalışma yapılacağında o demir korkuluklar değiştirilmektedir. Örneğin Muğla – Yatağan ve Muğla – Marmaris yolları yaklaşık 5 yıl önce duble yol yapıldı. O çalışma esnasında eski demir korkuluklar söküldü, yerine yenileri takıldı. 2012 yılında aynı yollar sıcak asfalt yapılırken yine demir korkuluklar sökülüp hurdaya gönderilirken, yerine yenileri tekrar takıldı. Kısacası karayollarımız 5 yılda, aynı yolda kullandıkları binlerce ton demir korkuluğu iki defa hurdaya göndermiş oldu.
Bizim ülkemizde insanlara yeni fikirler söylediğiniz zaman hemen parasızlıktan yakınırlar. Ancak kendilerinin uyguladıkları yanlışlıklar nedeniyle çöpe atılan trilyonları asla düşünmezler!
Göbekli kavşaklara ve orta refüjlere harcanan trilyonlarla bütün yollarımızda rahatlıkla birer kurtarma şeridi yapılabileceği gibi, belki de yollarımızın yarısından fazlasında alt ve üst geçit yapılabilirdi. Bizim ülkemizde karayolları yetkililerine neden yollarda suların biriktiğini, bu yolları hafif orta refüje ve dışa doğru eğimli yapmanın daha mantıklı olacağını söylediğinizde ilk verecekleri cevap, bizim ülkemizde buzlanma olduğu için bunun mümkün olmadığını söylemeleridir. Halbuki yaşadığımız New York Eyaletinin Syracuse şehrinde yılın en az 7 ayı kar ve buz olmaktadır. Orada yollarda yaptığımız incelemelerde; bütün yolların dışa doğru ve orta refüjdeki bordür taşına doğru eğimli olduğunu, yağan kar ve yağmur sularının bu eğim sayesinde akıp gittiğini gördük. Bizdeki gibi sular yollara birikip kazalara neden olmamaktadır.
2. Ulaşımda römork ve diğer sistemler
Amerika’da hemen hemen her araçta bir çekme aparatı bulunmaktadır. Resimden (pikap aparat) de görüldüğü gibi insanlar özellikle jeeplerinin ve pikaplarının ön kısımlarını kar kürüme bıçakları (ülkemizde karayollarının bazı kamyonlarının önünde gördüğümüz kar kürüme bıçakları gibi), arka kısımlarına da römorklar takmaktadırlar. Araçlarına taktıkları römorklarla da her şeylerini taşımaktadırlar. İnsanlar çok zorunlu olmadıkça eşya taşımak için kamyon tutmak zorunda kalmamaktadırlar. Araçların önüne taktıkları kar kürüme bıçakları sayesinde kendi yollarındaki karları kendileri kürümektedirler.
(fotoğraf 6, 7) Amerika’da karla mücadelede sadece devletin araçları görev almamaktadır. Karlı günlerde (Türkiye’de yangınlarda orman teşkilatının özel iş makinelerinden faydalandığı gibi) devlet vatandaşlara ait pikap, jeep ve diğer araçlardan ücreti mukabili yararlanmaktadır. Bu sayededir ki karla mücadelede daha hızlı sonuç alınmaktadır.
Amerika’da bir aletten mümkün olduğu kadar çok amaçlı yararlanılmaktadır. Bizim ülkemizde ise bir şeyden olabildiğince fonksiyonel yararlanma düşüncesi gelişmemiştir. Orman Bölge Müdürlüklerinde, DSİ’lerde, İl Özel İdarelerinde, Karayollarında ve Belediyelerde onlarca pikap vardır. Ama bunların hiç birisinde hiçbir aparat yoktur. Bizdeki pikaplar sadece personel taşımasında kullanılır. Aşırı kar yağışı olduğunda dozer, greyder, kamyon ve kepçelerden yararlanılırken, pikaplardan ve diğer araçlardan yararlanılmamaktadır.
Bizim ülkemizde de kamu kurum ve kuruluşlarında bulunan pikapların yanı sıra vatandaşlarda bulunan en azından 4×4 pikaplara kar kürüme aparatı taktırılabilir. Bunun için teşvik edici uygulamalar hayata geçirilebilir. Örneğin kar kürüme aparatı takan araçlardan muadillerine göre belirli bir süre motorlu taşıtlar vergisi düşük alınabilir. Vatandaşlar pikaplarına kar kürüme aparatları taktırmasa bile Orman Bölge Müdürlükleri, Karayolları, DSİ, İl Özel İdareleri ve Belediyelerin pikaplarına kar kürüme aparatları takılsa, Devletin kış aylarında kar kürüme kapasitesi 2 – 3 kat daha artmış olacaktır. Ayrıca bu araçların arkalarına Amerika’da olduğu gibi taşıma aparatları (Römork) takılsa bu kurumlardaki kamyonların iş yükü azalmış olacak ve vatandaşlara daha fazla kamu hizmeti götürme imkanı doğacaktır.
3 – Elektrik sistemi
Amerika’da elektrik direklerinin tamamına yakını ağaç direklerdendir. Elektrik hatlarının da hemen hemen tamamı yer üstündedir. Telefon için asla ayrı direk dikildiğini hiç görmedik. Bütün elektrik direkleri telefon direği olarak da kullanılmaktadır. Bizim ülkemizde ise; ağaç direklerinin çoğu sökülerek yerine önce demir, sonra da beton direkler dikilmiştir. Ülkemizde ilgisi olan veya olmayan herkes ağaç direkleri ve havai hatları eleştirip durmaktadır. Herkes ağaç direklerin sökülmesi ve elektrik tellerinin yer altına alınması gerektiğini söylemektedir. Ancak Amerika’daki inanış ve uygulama ise tam zıddıdır. İnsanlar ülkelerinde bir şey yapılmış ise, sonuna kadar kullanılması gerektiğine inanmaktadırlar. Biz ise bir şeyi sonuna kadar kullanmak yerine, onu yenisiyle değiştirmeyi tercih etmekteyiz. Böylece yeni bir şeyler üretmek için harcayacağımız paramızı, gösteriş amaçlı harcayıp tüketmekteyiz. Hemen hemen birçok şehrimizde elektrikler yer altına alındı ve alınmaya devam edilmektedir.
Şehir içlerinde bile yüksek gerilim ve düşük gerilim için ayrı ayrı direk dikilip ayrı ayrı hat çekilmesinin yanı sıra, elektrik için ayrı, telefon için ayrı direkler dikilmektedir. Neden aynı ülkenin sınırlarında ve aynı ülkenin kendi kurumları ayrı ayrı direk dikerler? Aynı direkten ortak yararlanılsa olmaz mı? Bu soruyu yıllarca elektrik ve telefon yetkililerine defalarca sorduk ve hep hayır cevabını aldık. Her Türk vatandaşı gibi kendi kendimize binlerce defa sorduk ve ah çektik. Amerika’da görünce anladık ki, bizim ülkemizin elektrik ve telefon yetkilileri hep bizi kandırmışlar ve herkes kendi cumhuriyetini devam ettirmek için bizim ülkemizin kaynaklarını har vurup harman savurmuşlar.
Amerika’da elektrik yetkililerine neden ağaç direkleri değiştirmediklerini ve hatları yer altına almadıklarını sorduğumuzda, “ağaç direklerin iletkenlik açısından daha sağlıklı, hatları yer altına almanın maliyetli olduğunu ve bu haliyle kalmasının bir mahsurunun olmadığını” söylediler. Bizim ülkemizde yüksek ve alçak gerilim için ayrı ayrı direkler dikilip hatlar çekildiğini, telefon için de ayrıca direk dikildiğini söylediğimizde, gülümseyen bir ifadeyle “ne gerek var ki, siz çok zengin olmalısınız” cevabını aldık.
Amerika’da şehirlerarası yüksek gerilimler hariç, şehir içinde yüksek ve alçak gerilim ayrımı yapılmaksızın telefon ve elektrik için sadece bir tane direk dikilmektedir. Elektrik direklerine fotoğraftan (fotoğraf 8) da gördüğünüz gibi transformatörler koyarak yüksek gerilimlerden direkt evlere elektrik verilmektedir. Bu transformatörler aynı zamanda elektrik dalgalanmalarını da önlemektedir. Böylece elektrik dalgalanmalarından kaynaklanan sık sık elektrik kesintileri yaşanmamaktadır.
Türkiye’de elektrik direklerinde transformatör kullanılmamaktadır. Yüksek gerilim için ayrı, düşük gerilim için ayrı direkler dikildiği gibi telefon için de ayrı bir direk dikerler. Ülkemizde bazı mezralardan, yaylalardan ve sulanabilecek arazilerden yüksek gerilim hatları geçmesine rağmen oralara elektrik verilememektedir. Buralarda yaşayan insanlar biz idarecilere gelirler ve evlerine elektrik isterler.
Bu vatandaşların isteklerini elektrik yetkililerine ilettiğimizde hep ödenek yokluğundan oralara elektrik götürmenin maliyetli olduğundan şikayet edip dururlar. Biz de masum masum bunların dediklerine inanır ve köylülere bunun mümkün olmadığını söyleriz. Köylüler ısrar ettiğinde ise masum bir şekilde bunun neden imkansız olduğu konusunda onları ikna etmeye çalışırız. Bugüne kadar Enerji Bakanlığından binlerce görevli inceleme, araştırma yapmak, hatta master ve doktora yapmak amacıyla bir şekilde Amerika’ya gitmiştir. Acaba neden oradaki transformatör sistemini Türkiye’de düşünmemişlerdir bilemiyoruz. Halbuki bir transformatörün maliyeti 1.900 ile 3.500 dolar arasındadır.
Amerika’da 35.000 volta kadar olan gerilimlere transformatör takılıp insanların dağ başındaki evine, bağına elektrik verilirken, bizim ülkemizdeki garibanları neden bu basit uygulamadan yararlandırmazlar anlamıyoruz. Maliyetlerin yüksekliğinden yakınan yetkililer neden ayrı ayrı direk diker, ayrı ayrı hat çekerler onu hiç anlamıyoruz. Bir ülke düşünün toprakları 785.000 km², bu 785.000 km²’nin tamamına elektrik ve telefon direkleriyle ayrı ayrı defalarca tur atıyorsunuz. Sonra da durmadan değişiklik yapıyorsunuz. Böylece trilyonlarca paranızı gözünüzü kırpmadan çöpe atıyorsunuz. Mezrada yaşayan gariban vatandaşınız hizmet isteyince de parasızlıktan yakınıyorsunuz. Takdir tamamen okuyucuya ait olmakla beraber, Enerji Bakanlığı yetkililerinin gidip bu konuyu incelemeleri ve ülkemiz için daha faydalı olanını uygulamaları gerektiğine inanıyoruz. Ayrıca elektrik direklerinden Telekom’un yararlandırılmaması saçmalığından da bir an önce vazgeçilmesi gerektiğine inanıyoruz.
4. Kütüphanecilik
Her gelişmiş ülkede olduğu gibi Amerika’da de kütüphanecilik çok gelişmiştir. Hemen hemen her mahallede bir kütüphane var desek yalan olmayacaktır. Bulunduğumuz şehir New York Eyaletine bağlı Syracuse şehri, New York’a 480 km mesafede, 860.000 nüfuslu bir şehirdir. Bizim Muğla’nın nüfusuna denk bir nüfusu olmasına rağmen, bu şehirde tam 30 tane kütüphane vardır. Öyle büyük kütüphaneler var ki, sadece 1 tanesi bizim Muğla’daki bütün kütüphaneleri içine alacak kadar büyüktür.
Bizim ülkemizde kütüphaneler birkaç kütüphane hariç (Ankara’daki merkez kütüphane gibi), terk edilmiş viraneler gibi, kimse gelmez – gitmez, sadece öğrenciler ödevleri olursa bir uğrarlar. Son zamanlarda internetin yaygınlaşmasıyla öğrenciler de önemli ölçüde kütüphanelerden ayaklarını kesmeye başladılar.
Kütüphanelerimizin fiziki şartları müsait değil. Amerikan kütüphaneleri ise insanın ruhunu okşamakta, girene hiç çıkmama duygusu vermektedir. Yerler komple halı kaplıdır. Girişteki büyük salondan başka 3 veya 4 masalık 5 – 10 tane oda bulunmaktadır. (fotoğraf 9) Bu odalar sayesinde insanlar kalabalıktan uzak rahatlıkla çalışmalarını yapmaktadırlar. Ayrıca bu odalar, dil öğretimi, okuma – yazma öğretimi gibi her türlü eğitim faaliyeti için kullanılmaktadır.
Kütüphaneler adeta modern okullar gibidir. Kitapları kendiniz alabiliyorsunuz veya görevliler size verebiliyor. Ayrı ayrı odaların yanı sıra bizde sadece bazı bilgisayar laboratuarlarında görebildiğimiz sistem her kütüphanede vardır. İnsanların özel çalışabilmeleri için bireysel masalar var ve bizdeki tıpkı bilgisayar masaları gibi yanları yükseltilmiş olduğundan, oturduğunuz zaman kimse sizi rahatsız etmiyor, sizde konunuza tam konsantre olabiliyorsunuz. Kütüphaneler kitap yönünden çok çok zengin, en güncel kitapları bulabiliyorsunuz.
5. Kapalı spor salonları
Amerika’da şunu gördük: Yapılan bir şey tek bir amaca hizmet etmiyor, yapılan bir şeyden maksimum derecede faydalanıyorlar. Mesela bizde devasa kapalı spor salonları vardır, bazısında tek tribün, bazısında çift tribün vardır. Ortada sadece bir basket sahası vardır. Bu basket sahası seyyar olarak voleybol sahası olarak ta kullanılabilir. Tribünlerin altı genelde boştur, çünkü çoğu yerine insan sığmaz, insan sığacak yerler de havasız, penceresiz yerlerdir. O sağlıksız ortamlarda güreş, karate veya masa tenisi gibi faaliyetler icra edilir.
Amerika’da ise bizim küçük kapalı spor salonumuz gibi yerlerde, onlarca sportif faaliyet yürütülmektedir. Şöyle ki bütün kapalı spor salonlarının tribünleri seyyardır, maçlarda uzaktan kumandayla düğmeye bastığınız anda portatif çelikten yapılmış tribün yavaş yavaş uzar ve oyun alanına kadar gelir. Bu tribünler tek ya da çift yönlü olabilmektedir. Maçtan sonra aynı şekilde düğmeye bastığınız anda tribün katlanarak geriye doğru çekilir ve salonun duvarına yapışır. Sadece ikinci bir duvar kalınlığında yer işgal eder. Böylece kapalı spor salonunda, enine doğru 2 ya da 3 tane daha basketbol veya voleybol sahası oluşmuş olur. Basket potaları da bizimki gibi sabit değil, tamamen seyyar ve hepsi de tavana bağlı. Uzaktan kumandayla tavana doğru katlanıp açılabiliyor.
İstenirse aynı sahada, ayrı ayrı alanlarda oynanan oyunların oyuncularının ve seyircilerinin rahatsız olmaması için, yine uzaktan kumandayla açılıp – kapanabilen, yırtılmaz bir malzemeden yapılan perdeler kullanılarak her oyun ayrı bir salona alınmış gibi bu perdelerle ara bölmeler kapatılabilmektedir. Açıklamalardan da anlaşıldığı gibi bir basket sahasında, büyüklüğüne göre aynı anda 3, 4, 5 veya 6 maç beraber yapılabilmektedir. Siz bunu yüzme havuzlarında da düşünebilirsiniz. Yüzme havuzunun tribününü seyyar yaparsanız, havuzla tribün arasına yine seyyar bir perde çekerseniz tribün alanında basket ve voleybol sahası, tenis sahası veya masa tenisi sahası, güreş veya karate sahaları yapabilirsiniz. Ayrı ayrı 10 saha yapıp 10 ayrı masraf yapmak yerine, 1 masrafla bütün faaliyetlerinizi yürütebilirsiniz.
6. Evlerin çatı sistemleri
Görebildiğimiz kadarıyla Amerika’da yaşam çok kolay. Yaşamı kolaylaştırmak için ne gerekiyorsa hemen en basitini en kısa yoldan yapmışlar. Özellikle evleri çok basit malzemeden yapılmıştır.
Evlerin konforuna çok dikkat etmektedirler. Öncelikle evleri olabildiğine büyük yapmaktadırlar. Normal bir Amerikan vatandaşının oturduğu evi gördüğünüzde bile evin büyüklüğüne hayran olmaktasınız. Varlıklı insanların oturduğu evler ise asgari 300 m²’ den başlamakta, ortalama 400 – 500 m² müstakil evlerde oturmaktadırlar. Tabii ki daha büyük (800 – 900 m² gibi) evlerde oturanların sayısı da azımsanmayacak kadar çoktur. Evlerin büyüklüklerinin yanında bahçeleri de bir o kadar büyüktür. Evlerin çoğu ormanların içindedir.
Amerikalılar ev yapımı konusunda da, birazcık modernize ederek 400–500 yıllık geleneklerini halen muhafaza etmektedirler. Öyle sanıyoruz ki, Batıdan ilk insanlar, Amerika’ya gelip yerleştiklerinde, ağaçtan kesip (tabiî ki o zaman çimento – demir yoktu) kulübeler yapıyorlardı. O ağaç evler halen yapılmaya devam etmektedir.
Evlerin dışları, bizim ülkemizde marangozların kullandığı bir tabir vardır, yonga attırmak diye. Bunun anlamı şudur; eskiden bugün kullandığımız modern aletler yokken bir yere ihtiyacınız olan bir tahta parçasını tedarik etmek için baltayla ağaçtan bir parça koparmanız gerekirdi. Ağaçtan baltayla koparılan o parçaya yonga denir. Burada da tabiri caizse evlerin dış kaplamalarını bu yongalardan yapmışlardır. Birer karış tahta parçalarını yan yana, üst üste çakarak dış cepheyi oluşturmaktalar. Evler, tahta ve yağmurdan çok etkilendiği için sayding sistemini icat etmişlerdir. Türkiye’de Amerikan sayding diye kullandığımız dış cephe malzemesi Amerika’da, tamamen tahtaları korumak için yapılan bir sistemdir.
Evlerin temeline ve su basamağı seviyesine kadar olan kısmının sadece perde kısmına beton döküyorlar, evlerin başka kısımlarında asla beton kullanılmıyor. İnşaat demiri ise Amerika’da bilinmiyor desek yeri vardır.
Evleri, su basamağı dahil, ahşaptan yapmaktadırlar. Evlerin tabanı, cephelerin dışları, ara bölmeler ve tavan tamamen suntadan yapılmaktadır. İç kısımlarda alçıpan kullanılmakta, alçıpan ile sunta arasına izolasyon malzemeleri doldurulmaktadır. Evlerin bütün direkleri ağaçtandır. Mümkün olduğu kadar hemen hemen 30 cm’ de bir mutlaka direk dikmektedirler, ana gövdelerdeki direkler, bizim 10×10 tabir ettiğimiz 10 cm’ye 10 cm kalınlığında direklerdir. Diğer direkler ise 5×5 tabir ettiğimiz 5 cm’ye 5 cm kalınlığındadır.
Evlerin elektrik prizleri en azından çiftlidir. Bazılarında ise üçlü veya dörtlü priz görmeniz mümkündür. Bizim ülkemizde ise, kocaman salonda bir tek priz vardır. Çoğu odalara priz koymaya bile tenezzül etmezler. Evinizi süpürecek olsanız, süpürgenin kablosunu çeker durursunuz, bazen de ara kablo kullanmak zorunda kalırsınız. Amerika’da ise evin bütün odalarında en azından çiftli 4 tane priz konulduğunu görüyorsunuz. Salonlarda falan her duvarda 3 lü veya 4 lü prizlerin konulduğunu görmemiz mümkündür. Bazı uzun duvarlarda ise, 2 ya da 3 priz görebiliyorsunuz. Bu uygulama yaşam kalitesini arttırmaktadır. Bizde, TV’yi şuraya mı koyayım, buraya mı koyayım, orası daha uygun, ama eyvah orada priz yok diyorsunuz. Bir inşaatın toplam maliyetinde birkaç prizin maliyeti ne olabilir ki. İşte bunu böyle düşünmek yaşam kalitesiyle ve görüş ufkuyla alakalı bir şey olsa gerektir.
Çatı sistemlerine gelince; çatılarına, bizim gibi tonlarca beton, betonun üstüne çatı, onun üstüne tonlarca kiremit konulmamaktadır. Çatılarına ağaç iskelet kurmakta, bu iskelete sunta çakmaktalar, onun üzerine su geçirmez plastik (bizim tabirimizle ziftli kağıt), o kağıdın üstüne de bizde kullanılan şıngıla benzer düz bir malzeme bir sistem yapıştırmaktadırlar. Böylece inşaata ekstra bir beton ve kiremit ağırlığı yüklenmemiş olmaktadır. Çatıları yazın sıcaktan kışın soğuktan etkilenmemektedir.
7. Parklar
Amerika’da parklar olabildiğine büyüktür. Her şehrin hemen hemen her semtinde devasa parklar görmeniz mümkündür. Mesala Syracuse şehrinin doğusunda, batısında, kuzeyinde ve güneyinde ayrı ayrı parklar görebilirsiniz. Bu parklar, o bizim ülkemizde şehirlerin içlerinde sıkıştırılmış, adı park ama her türlü tecavüze uğramış birkaç parça çimlik alandan ibaret değildir. En küçüğü en azından 20 – 30 dönüm araziye kurulmuş, 100 – 200 belki de 500 dönüm araziye kurulmuş parklar vardır. Parklara girdiğinizde de hayran olmamanız mümkün değildir. Parka girdiniz mi kendinizi cennete girmiş gibi hissedersiniz. Her yerde gürültü yapan, para kazanma hırsıyla bağırıp çağıran, sizin bir an önce oturup da bir şeyler satın almanızı bekleyen insanların olmadığı bir mekandır parklar. Asla büfeler ve büfeciler göremezsiniz. Bazılarına giriş ücretli, bazılarına ise ücretsizdir. Parklar, ya akarsuların geçtiği derelerin etrafında, ya da göllerin kenarında kurulmuştur.
Türkiye’de bizim yapamadığımız bir şeyi burada yapmışlar. Bizde parka 100 lerce belki de 1000 lerce insan girer. Bir tuvalet ihtiyacınız olduğunda, tuvalet arar durursunuz. Amerika’da ise her parkta ayrı ayrı noktalarda, en az 10 ayrı yerde en azından 2 şer göz erkek ve bayan tuvaleti bulursunuz. Bizim tabirimizle adamlar üşenmemiş adım başına tuvalet koymuşlar. Ayrıca insanlar yağmurdan, güneşten etkilenmesin veya kullanabilsinler diye bir o kadar da kapalı mekan yapmışlar. Bu kapalı mekanların dört bir tarafı açık, sadece üstü kapalı. İçinde 20 – 25 tane bankı var ve 150 kişi rahatlıkla oturup aynı anda yemeğini yiyebilir. Elektriği, suyu, çöp kutusu vb her şeyi mevcut.
Orada bir grup toplantısı veya bir parti yapacaksanız ücretini verip sabahtan akşama kadar kullanabilmektesiniz. Her birinin ayrı ayrı tuvaleti duş yeri vardır. Bütün tuvaletlerde bizde olmayan bir şey daha vardır. Hem erkek hem de bayan bölümlerinde, ailelerin bebeklerinin altını değiştirebilmeleri için baby sit dedikleri, duvarlara monteli, açılıp – kapanan bebek altı değiştirme yerleri vardır. Peçetesi, çocuk bezleri bu baby sitlerin içinde mevcuttur.
Parklarda alkol ve alkolik davranışlar yasaktır. Bizde parklarda alkol yasak desek irtica geliyor diye kıyamet kopar. Ama bu ülkede özgürlükler daha önemli olduğu için, üç beş kişinin içerek oradaki tüm insanları rahatsız etmesine asla izin verilmemektedir. Bizde bir göl başında park varsa gölün en güzel yerine hemen bir büfe dikerler, bir de gölün başına şezlonglar koyarlar (ki bunun alasını sahillerde yapıyorlar) ve parasız kimseyi plaja sokmazlar.
Anayasamızda sahiller halkın malıdır denilmektedir. Ama yazın hiçbir halk o sahillerden parasız yararlanamamaktadır. Anayasa’mızda özel mülkiyete konu olamaz denilir, ama, meşru veya gayri meşru özel mülke konu olmamış bir yer bulamazsınız. Bırakalım sahilleri, denizin içinde bile saray gibi köşkler imal edildiğini görürsünüz. Bodrum Göltürkbükü’ne gittiğiniz zaman Gölköy sahilinde denize adım atacak yer bulamazsınız. Denizin ortası sanki dağla ormanlar arasına veranda yapılmış gibi verandalarla doldurulmuştur. Gündüzleri açgözlülükle para kazanma hırsıyla kimseyi sahile yanaştırmazlar. Bizim memleketin insanına, devletin değil mi kardeşim dediğinizde, ne devleti kardeşim cevabını alırsınız, ya da biz burayı Hazineden kiraladık lafını duyarsınız. Cevap ne olursa olsun sinir bozucudur. Ne devleti kardeşim diye bir söz olabilir mi? Hazineden kiraladık sözü ise daha da şaşırtıcıdır.
İşte özgürlük ve beraberinde gelen zenginlik ve kalkınmışlık, özgürseniz ufkunuz geniş olur, ufkunuz genişse bir şeyler üretebilirsiniz. Üretebilirseniz satabilirsiniz. Satabilirseniz zengin olabilirsiniz. Onun için Türkiye’de ufkumuzu daraltan bütün engelleri kaldırabilmeliyiz ki genişlesin, hayal gücümüz artsın. O geniş hayal gücüyle bir şeyler düşünüp tasarlayalım. O düşünüp – tasarladığımız şeyleri üretime dönüştürebiliriz. Yüz bin km² toprağa sahip 50 milyonluk Güney Kore, Samsung iş makinaları ve cep telefonlarıyla ve Hyundai araçlarıyla dünyaya ferman okurken, 785 bin km²’lik, 70 milyonluk Türkiye’nin dünya çapında bir malının olmaması vicdanımızı sızlatıyor. Bu ülkede yaşayan herkesin vicdanını sızlatmalı.
Karayollarının kenarındaki parklara gelince de, Türkiye ile karşılaştırmak mümkün değil. Türkiye’de, yol kenarlarında Devlete ait ücretsiz hiçbir park yeri yoktur. Amerika’da, hemen hemen her 50 – 60 km’de bir, kamyonlar için ayrı, taksi ve diğer araçlar için ayrı Devlete ait ücretsiz bedava park yerleri vardır. Bizde otobanların kenarlarında park yerleri vardır, ancak oraları da hemen bir benzinciye veya bir işadamına kiraya vermişlerdir.
Amerika’da durum öyle değil. Tamamen Devlete aittir. Arabanızı parka çekiyorsunuz (isterseniz iki gün orada arabanız yatsın), WC’leri, duşları kullanıyorsunuz. Canınız bir yorgunluk kahvesi, cola, meşrubat, cips vs istiyorsa makineye bozuk paranızı atıyorsunuz, istediğinizi alıyorsunuz, yiyip – içip içerideki veya dışarıdaki banklarda dinlendikten sonra çekip gidiyorsunuz. Hiç kimse size gelip, kardeşim bir şey içiyor musun, içmiyorsan hadi buradan gazla demiyor. Bizde paranızı alırlar, tuvaletlere girersiniz, pislikten girdiğinize pişman olursunuz.
Amerika’da ise parasız olmasına rağmen tuvaletler bizdekinden on kat daha temizdir. Bizde dinlenme alanlarında çöpünüzü atacak çöp sepetini zor bulurken, orada her yerde her biri 30 – 40 kg çöp alabilecek en az 10 tane çöp kutusu görürsünüz.
Durum böyle olunca da yol kenarları tertemizdir. Muğla’da 4 yıldır bir uygulama vardır. Muğla Cumhuriyet Başsavcılığı ile yapılan bir protokol çerçevesinde ücreti mukabilinde açık cezaevindeki mahkumlardan 10 – 15 kişi her gün, yol kenarındaki çöpleri toplamakta, poşetleyip yol kenarlarına koymakta, her Belediye kendi sorumluluk alanındaki çöpleri almakta, bazen Belediyeler mahkumların yol kenarına koyduğu çöp poşetlerini almayı unutmaktadırlar. Siyah çöp poşetleri günlerce yol kenarında kalmaktadır.
Fethiye’den Datça’ya, oradan da Bodrum’a kadar her hafta yol kenarlarından tonlarca çöp toplanır. Amerika’da ise yol kenarlarındaki bu dinlenme alanlarının temizliği, çöplerin boşaltılması işleri ile ilgili 1 veya 2 tane özürlü vatandaş çalıştırılmaktadır.