Yeni bir dil olmadan yeni bir dünya yaratılamaz

Yeni bir anlam olmadan yeni bir dünya yaratılamaz. Yeni dünya nerede? Onu nerede arayabiliriz?

Şu an yaşamadığımız ancak ruhumuzda istediğimiz o yer, orası, tüm öteki varoluşların da dahil olduğu gezegen, anlam gezegeni, dil gezegeni, Heidegger’in ifade ettiği varlığın evi, Wilhelm Reich’ın ifade ettiği, küçük insanlarının olmadığı, tüm insanlığın kurtuluşu olan orası…

Orasını biliyoruz, seziyoruz, hissediyoruz, inanıyoruz, orada barışın çağrısı, güzelliğin ifadesi var. Olmasa nasıl yaşar insan? İnanmasa nasıl yaşayabilir insan? Bu barış zamanı küçük savaşlarla yaşayan, büyük savaşlara inanan bizler, bir yanımızla barışı dilerken ve bir yanımızla güç dengeleri içinde dengesini kaybetmemek için savaşa hizmet ederken, herkese adil olunamazken adil olmaya yeltenen bizler, yani küçük insan olma hallerimiz içinde nasıl büyük insan olabiliriz. Ya da daha büyük soru, kimdir ‘büyük insan?’ Güç ve güçsüzlük dengeleri-dengesizlikleri içinde büyük insan, o fark edilmeyen naif olan mı, soylu ve sessiz olan mı, yoksa sesi daha yüksek çıkan ve silahları olan mı?


1459154_328373947304890_1645186153_n

Kendisi Macar kökenli olan ilk savaşı ve faşizm travmasını küçük yaşlarda Viyana’da yaşamış olan Bachmann, bana yeniden inanmayı öğretti. Çünkü insan yenilgiyi yaşadığında ruhunu zorlayan deneyimlere maruz kaldığında, ruhunun sıçramak için bir deneyimle karşılaştığını sonraları anlıyor. Artık orada olmadığında, artık benliği yeni bir anlama açıldığında.

Viktor E. Frankl, logoterapi kuramını oluşturmak için Auschwitz Toplama Kampı’nda ötekiler ölürken, o yaşamı seçerek, yaşamdaki derin varoluşsal anksiyetenin ancak ve ancak bağlı olduğumuz anlam dünyası ile oluşturulabileceğini gösterdi, hem yaşayarak hem de bu yaşamının esinleyicisi olarak.

Ölüm ve yaşam arasındaki dengenin-dengesizliğin anlam oluşturma, hayatı anlamlı kılan ne varsa onunla mümkün olduğunu gösteren bir başka örnek de Maslow’dur. Maslow’un, ölümüne yakın, insan piramidinin altına ruhsal ve duygusal anlam arayışını koyması da bir başka çarpıcı yaşam deneyimi.

Yeni bir dil yaratmaktan anladığımız ne?


Yeni bir anlam dünyası yaratmaktan anladığımız ne?

“ Gökyüzünde yıldızlar ve içimde ahlak yasası” dediği Kant’ın, öyle eylemlerde bulun ki, öyle eyle ki, içindeki ahlak yasası bunu doğrulasın, evet doğru bir eylem desin. Gökyüzündeki yıldızlar gibi güzel olsun, öyle güzel eyle ki sanatsal olsun. Bir sanat yapıtına dönüşsün.

Stephan Hawking’e soruyorlar: “Sizin için hayat zor olmalı, tek parmağınızı oynatıyorsunuz.” “Daha iyisi olamazdı,” diyor. Absürd bir yanıt, sana sunulmuş olandan en mükemmel haliyle memnuniyet taşıyor olmaktır.

Belki de çekip gitmek gerek, Slyvia Plath gibi, Pavese gibi. O da ayrı bir serüven mi, bir başkaldırı mı? O zaman Camus olmak lazım, bir başkaldırı felsefesi oluşturmak; sıvışamıyorsanız, kuram oluşturun, mizah yapın, trajedi hafiflesin.


Her zaman taşıdığın hayattan daha ağır ve güçlü bir deneyimle karşılaşacaksın, o anlamın peşine düşeceksin. Anlam peşini bırakmayacak, böyle böyle insan olacağız; yeni bir dil yaratmanın, oldurmanın inancına takılıp sözcüklerimizin uçurtma kanatlarıyla.