Hayat teselli bulmak mıdır?

Görmek, rahatsız edici olsa da çoğu kez, rahatsızlanmaya değer bence… Çünkü görmek insan olmanın da gereği. Hem bu görmek, bilmek de demek… Ama öncelikle “Kendini bilmek!”

Hayat teselli bulmak mıdır?

Kemal Sayar,ülkemizin çok değerli psikiyatrlarından hiç şüphesiz. Kitapları da bu alandaki değerinin apaçık birer göstergesi. Çeşitli televizyon programlar yapan ve pek çok periyodik yayında yazı yazan Sayar, oldukça çalışkan bir bilge kişi…

2008 yılında psikiyatri profesörü olan Sayar, halen Marmara Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışıyor. Kitaplarından öğrenilebilecek çok şey var… Birikimlerini de cömertçe paylaşıyor.


Kitaplarını okurken kendinizi bir çeşit kaşif  gibi hissediyorsunuz en doğalından, yapmacıksız… Sayar’ı okumaya devam ettikçe, insana yeni ufuklar, yeni kapılar açılıyor. Etrafımızda olan bitenlere daha farklı bir gözle bakmaya- daha doğrusu- etrafımızı görmeye başlıyoruz. Etrafımızı görürken de bu “etraf” içinde kendimizin farkına varıyoruz.

Bu da az bir şey olmasa gerek. Hem kaç kişi fark eder ki etrafını, kendini şu yaşam içinde? Çoğu  kez,  her günkü  yolumuzun  üstündeki güzelim bir ağacı, bir çiçeği, bir kediyi görmeden  geçmez  miyiz… İşte, bize Kemal Sayar gibi bilgeler hatırlatıyor görmenin gereğini…

Görmek, rahatsız edici olsa da çoğu kez, rahatsızlanmaya değer bence… Çünkü görmek insan olmanın da gereği. Hem bu görmek, bilmek de demek…Ama öncelikle “kendini bilmek”.

Girişten de anlaşılacağı gibi bu yazımda sizlere Kemal Sayar’ın bir kitabından söz edeceğim: ‘Hayat Teselli Bulmaktır’ Yüz kırk dört sayfalık küçük bir kitap bu. Timaş Yayınlarından çıkmış. Kemal Sayar Kitaplığının on altıncı kitabı, 2013 Mayıs basımı.

Tabii psikoloji dizisinden çıktığını da belirtmek gerekiyor. Dört  bölümden oluşuyor: ‘Biraz Konuşmaya Ne Dersin?’, ‘Kaybolmuş Güzelliğin Peşinde’, ‘Mutluluk Hastalığı, Hayat Teselli Bulmaktır’. Yazıların çoğu daha önce çeşitli kitaplarında yayınlanmış en sevilen, beğenilen yazılardan seçilmiş.

Okudukça dimağımızda bir şiir tadı bırakan yazılar bunlar. Yazar, problemlerimize öyle ustaca değiniyor ki rahatsız olsak da yaralanmıyoruz,  kanamıyor bir yerlerimiz. Bir zaman sonra sarılıp sarmalandığınızı hissediyorsunuz. Bundan sonrasını kitap kendisi anlatsın kendisini diyerek, çeşitli konulardaki alıntılarla yazımı tamamlıyorum:


Diyalog

“Şilili bilge biyolog Humberto Maturana şöyle diyor: ” Bir insan diğerine hakikatin ne olduğunu söylediğinde gerçekte yaptığı şey, itaat talep etmektir.Yani gerçek hakkında ayrıcalıklı bir fikre sahip olduğunu iddia eder.”

Bu cümlelerden, “işitme engelli” ülkemiz Türkiye’nin büyük hastalıklarına varmak mümkün.Kendisi dışındaki bütün görüşleri yok sayan ve onları kesinlikle işitmeyen, karşısındakinin düşüncesine değer vermeyen, kendisinin hakikatin tek temsilcisi olduğunu iddia eden tekilci düşünce, diğer bütün meşrep (davranış biçimi) ve inanma biçimlerinden sadece ve sadece itaat istiyor. “Sus ve beni dinle, hakikat bende dile geliyor” diyenlere inat, bugünlerde sohbet ve diyaloğun diriltilmesi çok önemli.”

Mutluluk

“Mutluluğun bir anlamının olması için, mutsuzluğun da olması gerek. Cesur Yeni Dünya’da Aldous Huxley her şeyin kolaydan tatmin edildiği bir rüya resmi çizer. Bu dünyada evrensel mutluluk, dikkatin hakikat ve güzellikten rahatlığa kaydırılmasıyla elde edilmiştir. Sanat ve bilim artık mümkün değildir, zira onlar beceri, gayret ve hayal kırıklığı içermektedir. “Ben rahat istemiyorum. Ben Tanrı’yı istiyorum, şiiri istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, özgürlük istiyorum, iyilik istiyorum, günah istiyorum” der isyancı. “Aslında sen mutsuz olma hakkını geri istiyorsun” der kontrol eden. Mutsuz olma hakkıdır,  ki bize gerçek manada mutluluğu verir.”

sayar 002Küskünler ve Kaplanlar“İnsan ruh sağlığının olmazsa olmaz koşulu olarak çevresine sağladığı uyumu öne süren kavramlaştırmalar, bize hırsızlar toplumunda hırsız, katiller toplumunda katil olmamızı telkin eder gibidir.Oysa insan ‘az gidilen yol’u seçebilir ve bu da hayatında büyük bir fark doğurabilir.

Biz bu hayat hikayelerini gazetelerde ‘bir başarı öyküsü’ olarak okumayız. Afrikalıların söylediği gibi, “Kaplanların kendi tarihçileri oluncaya dek, bütün av hikayeleri avcıları övecektir.” Oysa tarih inandığı değerleri dünya nimetlerine değişmeyen cesur ve kimileyin küskün adamların dokunuşlarıyla yazılır.Kurşuna dizilmeyi, zindana atılmayı göze alan ‘deli’ler tarihi yapar. Yozlaşmış ilişkilerden inzivaya çekilen bir adam, şen şakrak yaşayan kalabalığa, bir “Haydi uyan!” bildirisi bırakır.

Küskün adamların uğultusu; bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler diyen adamların kabusudur. Markalara küsenler firmaları çıldırtır, televizyonlara küsenler reklamcıları çıldırtır, oy vermeyenler parti liderlerini çıldırtır.


Küsen adamlar kuvvetlidir ve onlardan korkulur. Onları ‘tutunamayanlar’ olarak görmek yanlış olur. Onlar kendi hikayelerine, değerlerine, doğru bildiklerine tutunabilmiş, hayatın karşısında bir tavır geliştirebilmiş insanlardır. Mağaradaki gölge oyunlarına râm olmamış ve ‘terk edişin soylu dağı’na sığınmışlardır.  

İstanbul Kitap Fuarı’nın bu yılki teması felsefe ve insan