İnsanlık fabrika ayarlarına dönmeli!

Bu yazıyı okumaya başlayan sevgili okur, gerçeklerle ve durumla yüzleşmeye hazırsan, bu yazıyı okumaya devam et. Yok, ben kendi dünyamda kendi kendime mutluyum ve öyle yaşamak istiyorum, gerçekler beni rahatsız eder diye düşüneceksen sana, bu yazıyı okumayı burada kesmeni tavsiye ederim…

fabrika ayarları

İnsanların, fabrika ayarlarına dönme vakitleri gelmiş gibi. Allah’ın bizi bu şekilde yarattığını ve bize boşu boşuna vicdan verdiğini sanmıyorum. Bu akıl ve vicdan, bize bahşedildiğine göre demek ki kullanmamız isteniyor! İnsanların gerçek manada insan olabilmeleri, bu kelimenin içini doldurabilmeleri için içsel sorgulamalarını, içe bakışlarını ve vicdan muhakemelerini sık sık yapmaları gerekiyor.

Gerçeğin köprüsüne girmeden önce son çıkış! İnsanlık fabrika ayarlarına dönmeli!

İnsanlığın ayarlarıyla kim oynuyorsa ve bu ayarlar nasıl bozuluyorsa, birçoğumuz acılara ve haksızlıklara karşı duyarsız kalmış durumdayız. Daha önceleri de başka yazılarımda belirttiğim gibi insanların çoğu, bana dokunmayan yılan bin yaşasın kafasında.


VicdanGeçenlerde şahit olduğum bir konuşma; insanlığımızı, bu emperyalist dünyada her gün nasıl kaybediyor oluşumuzun göstergesi olan acı repliklerin, kulağımıza bir tokat gibi çarpmasıydı adeta: Hafta içi sabah saatlerinde bir insan, hayatın yükünü kaldıramamış ve gerçeklerle acı bir şekilde yüzleşmiş. Bu yüzleşme sonucunda, bazı kişilerin son durağı ve bu anlamda gerçeğin köprüsü de olan Boğaziçi Köprüsü’ne çıkmış. İş saatinde, işlerine yetişmeye çalışan ve bu sebeple yolda kalan birçok insanın yorumu ise: “İntihar edecek başka bir yer bulamamış mı? Gitsin, başka yerde intihar etsin.” Bu yorumların ne kadar vicdani ve insani olduğu tartışma götürür. Herkesin işini gücünü bırakıp, bu “can”ın derdine düşmesi gerekirken biz, bir yaşama gözlerimizi kapatıyor; acılarına kulaklarımızı tıkıyor ve neredeyse; “hadi atla da, bizi – insan canından aslında daha önemsiz olan – dertlerimizden alıkoyma!” diyoruz.

Sokaklarda bir sürü kadına tecavüz ediliyor, bir sürü çocuğun evlerde ve yollarda ırzına geçiliyor. İnsanlar, o şiddet gören kadın ben değilsem ve o çocuk benim değilse, bir sıkıntı yok düşüncesinde gibiler. İnsanların, artık bu düşüncede olduklarını düşünmeye başladım çünkü her gün duyduğumuz bu şiddet haberlerine, kimse gerektiği gibi tepki göstermiyor.

Ruhumuz, şiddeti ve haksızlığı nasıl ve de ne zaman bu kadar kolay kanıksadı? Bu kadar zülüm ve haksızlık karşısında vicdanlarımız nasıl bu kadar suskun ve rahat?

Aralık 2011 tarihinde, kadına şiddet ve çocuklara cinsel istismar konularını kapsayan, kamuoyunda N. Ç davası olarak bilinen davayla ilgili, Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin eski başhekimi Dr Özcan Eryüce ile bir röportaj yapmıştım.


Psikiyatri Bakışıyla Kadına Şiddet ve N.Ç Davası

Yaptığım röportajda, daha çok farkındalık için özellikle kadınların, bu röportajı paylaşmalarını rica etmiştim. Tüm çağrılarıma rağmen bu yazıyı, Facebook ve Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinde paylaşan kadınlar, ne yazık ki bir elin parmaklarını geçmedi. Yaratılış gereği daha hassas, daha duyarlı ve duygusal olduğu söylenen kadınların, bu noktada bir durup düşünmeleri gerek. Bu duyarsızlık ya da umarsızlık neden kaynaklanıyor? İnsanların içlerindeki o şefkat nereye kaybolmuş?

İnsanların, fabrika ayarlarına dönme vakitleri gelmiş gibi. Allah’ın bizi bu şekilde yarattığını ve bize boşu boşuna vicdan verdiğini sanmıyorum. Bu akıl ve vicdan, bize bahşedildiğine göre demek ki kullanmamız isteniyor! İnsanların gerçek manada insan olabilmeleri, bu kelimenin içini doldurabilmeleri için içsel sorgulamalarını, içe bakışlarını ve vicdan muhakemelerini sık sık yapmaları gerekiyor.

“Kendine değer ver ve gönlünü olgunlaştır çünkü sen, bedeninle değil ruhunla insansın.” (İmami Gazali)

Bu yazdıklarımı okuyan birçok kişi “ama ben öyle değilim” diye düşünecek, kendinden emin bir tavırla. Bu noktada ben de onlara tüm samimiyetimle şunu soracağım:

insan olmak1Şiddete, kadına eziyete, çocuğa zulme ve tacize engel olmak için kendi kendine “vah vah” demenin dışında, küçük de olsa ne yaptın? Çevrende gördüğün ya da bildiğin herhangi bir zulme dur demek için kılını kıpırdattın mı? Çevremde böyle bir durum yok diyorsan, duyduğun böyle bir davaya katılıp, destek oldun mu mesela? Şiddete ve tacize yönelik olarak kurulmuş platformlarda gönüllü olarak hiç çalıştın mı? Hiç zamanım yok diyorsan; bu kuruluşlara, ufak da olsa bir maddi yardımda bulundun mu? Vaktim de yok, pek param da yok diyorsan, bu konuda yazılmış yazıları ya da haberleri, en azından konuya dikkatleri çekmek için paylaştın mı?

Bunların hiçbirini yapmadıysan ve biz, insan olarak bunları yapmayacaksak, o zaman insan kimliğimizin çok da bir anlamı olmasa gerek. Kimileri diyecektir ki, “en azından ben kimseye zarar vermiyorum, bu da bir şeydir…” İnsan ve hayvan gibi canlılara zarar verenler, zaten çoktan insanlık giysisini üzerinden çıkartıp atmışlardır. Bu kişiler, insanlık için örnek teşkil etmez. Yanılgıya düşmemek gerek.

“Herkes, insanlığın kötüye gittiğini kabul eder de kimse, kendisinin kötüye gittiğini kabul etmez.” (Tolstoy)


Hadi! Hemen şimdi, insanlığın fabrika ayarlarına geri dönelim. İnsana yakışan bir yaşamı, insanca yaşayalım.

Bizbizze: Kadınların yaratıcı fikirleri hayata geçebilsin diye


Figen Karaaslan
İstanbul’da doğdu ve İzmir’de büyüdü… Mersin Üniversitesi Seyahat İşletmeciliği, Yakındoğu Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık mezunu. İletişim Fakültesi’ni bitirdikten sonra reklam ajanslarında, birçok büyük firma için reklam kampanyaları hazırladı, reklam ve metin yazarlığı yaptı. Bir bilişim firmasında Editörlük yapıyor. Seyahat etmeyi, insanı içsel yolculuklara taşıdığını düşündüğü için seviyor. Bu sebeple fırsat buldukça bir seyyah gibi yolculuk yaparak; gördüklerini ve yaşadıklarını kendi sitesi; Seyyahca'da (www.seyyahca.com) yazarak, insanlarla paylaşmaktan keyif alıyor. Modern dans ve Latin danslarının yanı sıra Psikoloji ve Yaşam Koçluğu eğitimlerine katıldı. Almış olduğu bilgileri, şimdi diğer insanlarla paylaşıyor ve Yaşam Koçluğu eğitimleri veriyor. Doğada olmayı, tarihi yerleri gezmeyi, yolculuk yapmayı, okumayı, öğrenmeyi, araştırmayı, denizi, dansı ve dil öğrenmeyi seviyor. Hayatın, paylaşarak güzelleşeceğini ve anlam kazanacağını düşünüyor.