Günümüzde eskisinden çok daha fazla kişi hizmet sektöründe çalışıyor. Sanırım gelecekte bu sayı daha da artacak. Kimimiz uçak bileti satıyor, kimimiz hamburger… Kimimiz tepsi taşıyor, kimimiz yolcu… Hepimiz birbirimize hizmet eder hale geldik.
Son yıllarda modern kölelik denildiğinde aklıma ilk gelen; alışveriş merkezlerinde, mağaza ve marketlerde çalışan satış danışmanları, kasa ve reyon görevlileri oluyor. Bunun bir sebebi, sık sık günlük hayatın içinde onları görmem ve alışveriş sırasında devamlı onlarla iletişim halinde olmam, bir diğer sebebiyse bu çalışanların herhangi bir insan evladının kaldıramayacağı yoğunlukta, saatlerce ve çok ağır şartlarda çalışıyor olmalarıdır.
Günümüzde haftalık çalışma süresi yasal olarak kırk saattir. Özel sektörde ise bazı işyerleri bu süreyi aşabiliyor ki bu hepimizce bilinen bir durum ama market ve mağaza çalışanları, özellikle orta çaplı market ve pastane gibi mağazalarda çalışanlar neredeyse haftada yüz saat çalışmak zorunda kalıyor.
İşin garip yanı bugüne kadar bu konu üzerinde hiç kimse yeterince durmadı. Devletimizin de, market ve mağaza tarzı işyerlerinde, günde sekiz saatin çok çok üzerinde bir mesaiyle çalışanların iş koşullarını düzeltmek adına bir çalışma ya da denetleme yaptığına bugüne kadar şahit olmadım. Bilinen ama fark edilmeyen bu görünmez işkenceyi tüm çıplaklığıyla gözler önüne serme işi de böylece bana düştü.
Hem yoğun çalışma saatlerini hem de çalışanların karşılaştıkları zorlukları, fark ettiğim ölçüde anlatmalıyım. Çünkü milyonlarca kişinin maruz kaldığı, böylesine büyük bir köleliğin ve derin ızdırabın artık su yüzüne çıkarılması ve dillendirilmesi gerekiyor. Bunu yaparken de bu sefer iğneyi çuvaldıza değil, birazcık kendi parmağımıza batıracağım. Çok acırsa lütfen kusuruma bakmayın…
Hizmet-mania
Fabrikalardaki işleri robotlar yapmaya başladığından beri ve hizmet sektörü geliştikçe iş gücünün istihdamı da zamanla üretim sektöründen hizmet sektörüne kaymaya başladı.
Günümüzde eskisinden çok daha fazla kişi hizmet sektöründe çalışıyor. Sanırım gelecekte bu sayı daha da artacak. Kimimiz uçak bileti satıyor, kimimiz hamburger… Kimimiz tepsi taşıyor, kimimiz yolcu… Hepimiz birbirimize hizmet eder hale geldik.
Bir yandan çalıştığımız kurumlarda müşterilerin ihtiyaç ve beklentilerini karşılamaya çalışırken, diğer yandan eğlenmek için ya da alışveriş yapmak için gittiğimiz yerlerde de aynı hizmetin kendimize yapılmasını bekliyoruz. Herkes çılgınlar gibi birbirinden hizmet bekliyor. Uydu alıcımız bozulduğunda yetkili servisi arıyor ve telefona çıkan görevliye bağırıp çağırabiliyoruz. Hâlbuki kendi işimizde çalışırken de aynı şekilde bir müşteri de bize ağzına geleni sayabiliyor. Toplumda garip bir “hizmet-mania” oluştu.
Vaat edilen hizmet sekteye uğradığında, müşteri firmaya olan öfke ve nefretini amansız bir şekilde karşısındaki muhataba, şirketin çalışanına kusuyor. Hizmet beklentisinin bu derece doyumsuz hale gelmesinin sorumlusu ise önce reklamlar sonra da bizleriz. Reklamlarda vaat edilen sözler tutulmadığında hemen o kurumun çalışanına -sanki suçlu kendisiymiş gibi- bağırıp çağırıyor, öfkemizi kusuyoruz.
Günümüzde özellikle market, mağaza, pastane ve buna benzer bilumum perakende işlerde çalışanların sessiz çığlığını ise toplum maalesef duymuyor. Alışveriş yaptığımız marketlerde kasada sıra beklerken iki dakika bile beklemeyi kendimize yakıştıramıyor, kasadaki görevliye sitem ediyoruz.
Hâlbuki bizim iki dakika bile bekleyemediğimiz o kasadaki görevli üç kuruş maaş için günde 14 saat ve iki haftada bir gün izinle durmaksızın çalışıyor ve orada bir mahkûm gibi beklemek zorunda kalıyor. Bizse ona beklediğimiz iki dakikanın hesabını soruyoruz, bütün suç ondaymış gibi. Bu anlamda hepimizin duygudaşlık yapmaya ihtiyacı var…
Alışveriş merkezi aşkları
Her gün bir yenisi açılan büyük ve cafcaflı alışveriş merkezlerindeki mağazalarda, iyi görünümlü, modern hayata uyum sağlayan, en azından lise eğitimini tamamlamış pek çok genç çalışıyor. Bu büyük alışveriş merkezlerinde “Satış danışmanı” adı altında çalışanların asgari ücretten biraz hallice aldıkları maaşlarının dışında satışı teşvik amacıyla aldıkları primlerde bulunmaktadır. Ama yine de çoğunun kazandığı para, primlerle beraber de olsa geçinmelerine yetmiyor. Bu gençler onca yoğunlukta ve ağır koşullar altında çalışmalarına rağmen insan olmanın gereği âşık oluyor, sevmeyi de tadıyorlar. Bazen bir müşteriye, bazen de yandaki kot mağazasının işe yeni giren çalışanına… Kısacık yemek molalarında birbirlerini görüp sevdalanıyorlar.
Alışveriş merkezleri bu kısacık tarihlerinde ne destansı aşklara, ne sevgili kavgalarına sahne oldu kim bilir. Üstelik bu büyük aşkların çoğu da evlilikle sonuçlanamadı maalesef. Bu sevdalıların birçoğu parasızlıktan evlenemediler. Çünkü bu mağazalarda çalışan iki genç evlendiğinde, ikisinin maaşıyla bile bir ev geçinememektedir. Bu hale gelişimiz de aşama aşama olmuştur:
Bundan elli yıl kadar önce, kadınların iş hayatında henüz aktif olarak bulunmadıkları zamanlarda, bir erkek elde ettiği gelirle ailesini geçindirebiliyordu. Zamanla kadın iş hayatında daha aktif rol almaya başladı. Bununla birlikte işgücü talebindeki artış maaşları düşürdü ve erkek artık tek maaşla evini geçindiremez oldu. Ama bu da çok sorun olmadı çünkü artık kadın da çalışıyordu ve eve çift maaş giriyordu.
Değişen yaşam koşulları farklı meslek dallarını ve uzmanlıkları geliştirdi. Anaokulu öğretmenliği mesleği doğdu. Çalışan kadınların çocukları için kreşler açıldı. Bayan kuaförleri her sabah çalışan kadınlara fön yapmak için dükkânlarını erkenden açar oldular. Dünya artık kabuk değiştiriyordu. TV dizilerinde ve filmlerde çalışan kadına saygı duyulduğu imajı veriliyordu. Tüm dünyada feminist hareketler hiç olmadığı kadar güç kazandı. Bu feminist hareketler gerçek amacının dışında patronların da ekmeğine yağ sürdü tabi ki.
Kadının da erkekle aynı haklara sahip olduğu kisvesi altında, kadınlar fabrikalarda erkeklerin bile zorlandığı işlerde ağır şartlar altında çalıştırılmaya başlandı. Günümüzde ise artık hemen her meslek dalında kadınlara rastlayabiliyoruz. Fakat bununla birlikte maaşlar da son derece düştü. Şu anda kariyer yapmak uğruna insanlar maaşı düşük işlerde çalışmaya hazırlar. Zaten iş bulabilenler de çok düşük maaşlarla çalışıyorlar. Artık iki maaş da bir eve yetmiyor. Ücretlendirme sisteminin geçirdiği bu evrim sayesinde gençler çift maaş dahi alsalar evlenemiyor, evlenseler bile aileleriyle aynı evde yaşamak zorunda kalıyorlar…
Market çalışanları
Günümüzde orta çaplı marketlerde çalışan işçilere on beş günde sadece bir gün izin veren market yönetiminin o işçiyi gerçekten özgür olduğuna nasıl ikna ettiğini hep merak etmişimdir. Bu nasıl bir motivasyondur ki kişi hiç durmadan çalışıp, banyo yapmaya bile vakit bulamadığı halde yaşadığı hayattan zevk alabilmektedir. Sanırım hayat şartları ne olursa olsun insanoğlunda müthiş bir yaşadığı ortama ayak uydurma ve alışma potansiyeli var.
Bu durumu kendi askerliğimden biliyorum. Askere ilk gittiğim zamanlar bulunduğum birliğin dışına çıkamama düşüncesi kendimi tutsak gibi hissetmeme sebep olmuştu. Askerde yapılması gereken bütün zorunluluklar beni son derece sıkıyordu. En basitinden her sabah yatağımı toplamak bile bana dayanılmaz bir işkence gibi gelirdi. Fakat terhis olacağım gün gelip çattığında kurtulacağıma sevineceğime, tam tersine içimde daha müthiş bir burukluk oluştu. Çünkü askerliğin getirdiği o disiplinli ortama alışmıştım.
Zannediyorum market, mağaza, pastane çalışanları da bu şekilde günde ondört saat çalışmaya alışıyorlar ve o işyerinin zorlu ortamına ayak uyduruyorlar. Yoksa diğer türlü işinizi sevmek için çok özel bir sebebiniz olmadığı sürece, günde on dört saat çalışmak ve her gün aynı işi yapmak gerçekten çekilmez olurdu…
Bugün Avrupa’nın pek çok gelişmiş ülkesinde pazar günleri süpermarketler ve alışveriş merkezleri kapalıdır. İnsanlar pazar günlerini aileleriyle piknik alanlarında geçirirler. Süpermarketlere gitmek kimsenin aklına gelmez. Çünkü pazar günü dinlenmek süpermarket çalışanlarının da hakkıdır. Buna işçisi de memuru da kısacası herkes dâhildir. Ama maalesef ülkemizde alışveriş çılgınlığı adı altında marketlerin en fazla iş yaptıkları günler Pazar günleridir. İşte bizim o alışveriş merkezlerinde gezmeye bayıldığımız pazar günlerinde bu ülkenin binlerce evladı çok düşük ücretlerle gece yarılarına kadar oturmak nedir bilmeden saatlerce ayakta çalışmakta ve tüketicilerin bitmek bilmeyen isteklerini karşılamaya çalışmaktadır.
İşçi Hasan
İş çıkışı mutfak ihtiyaçlarımızı karşılamak üzere her zaman alışveriş yaptığımız marketin şarküteri reyonuna girdiğimizde envai çeşit peynirler, zeytinler, pastırma ve sucuk kokuları bizi karşılar. Almak istediğimiz peynirin tadına bakmamız için reyon görevlisi peynir kalıbından bir parça peynir kesip bıçağın ucuyla bize ikram eder. Oradan canımızın istediğini alıp günün yorgunluğunu atmak üzere evimize gideriz. Bize peyniri tattıran o işçi ise gece yarısına kadar markette kalacaktır. Biz gittikten sonra muhtemelen marketin arka tarafına geçip yeni gelen peynirleri kamyondan indirip depoya taşıyacaktır. Kilolarca ağırlıkta peynir tenekeleri İşçi Hasan’ın omuzlarında yükselirken biz çoktan evimize varmış ve aldıklarımızı buzdolabına yerleştirmiş olacağız. DVD deki filmimiz bittiğinde Hasan da paspası henüz bitirmiş olacak. Mesaiye pek çoğumuz gibi sabah sekizde başlayan Hasan gece saat on sularında dükkânı kapatıyor. Son otobüsü yakalayabilmesi için otobüs durağına koşarak gitmesi gerekiyor. Neyse ki bu akşam da tam marketi kapatırken bir müşteri gelip rakısına meze almak için Hasan’ı meşgul etmedi. Kaç gece sırf bu yüzden son otobüsü kaçırdığı için eve otostop yaparak gitmek zorunda kalmıştı Hasan. Şehrin merkezindeki çalıştığı marketten varoşlardaki evine gece on bir, on bir buçuk sularında vardığında evdeki herkes uyumuş oluyor. O da vakit kaybetmeden hemen yatağa giriyor çünkü sabah ilk otobüsle marketin yolunu tutmak zorunda. Gençliğini yaşayamayan Hasan’ın hayatı ilk otobüs ve son otobüs arasında geçiyor…
Maalesef alışveriş merkezleri ve marketlerde görmezden geldiğimiz milyonlarca hasan, milyonlarca Ayşe var. Bizler süpermarketlerin hediye kuponlarını biriktirip, giyim mağazalarının indirim günlerini bekleye duralım; O cafcaflı tabelaların arkasında en iyi ve en ucuz ürünü ya da hizmeti verdiğini iddia eden kurumsal firmalar bir yandan marka ve reklam çalışmalarıyla bizleri kandırıyor, bir yandan da gençlerimizi günün 14 saati ayakta ve durmaksızın çalıştırarak kanlarını emiyorlar. Yorgunluktan posası çıkmış köleler yaratıyorlar.
Sistemi değiştirmek tek başımıza mümkün olmayabilir ama özellikle hizmetle alakalı işlerimizde en azından birbirimize karşı daha toleranslı davranabilir ve anlayış gösterebiliriz. Hoşgörüye hepimizin ihtiyacı olduğu aşikâr. Hepimize hoşgörülü ve hoş görüşlü bir dünya diliyorum. Çünkü unutmamamız gereken bir gerçek var: Gün gelir hoşgörü gösterilmesi gereken kişi kendimiz olabiliriz…