Bir kelebeğin ömrü sadece bir günlük süre kadarsa insan ömrü de göz açıp kapatıncaya kadar ancak… Bu hayatın tüm anlamı da, bu kısacık ömre ne sığdırabildiğimize, ne kadar iyilikten ve doğruluktan yana olduğumuza bağlı.
“Kader işte!” deyip, körü körüne teslim mi olacağız? Yoksa yine kendi türlerince ezilmiş, hor görülmüş, itilmiş insanların makus kaderini değiştirmeye mi çalışacağız?
12 yaşında evlendirilen, 13’ünde anne olan ve 14’ünde ise öldürülen ya da ölmek zorunda bırakılan Kader’i tanır mısınız? Diri diri insanlığın en aşağılarına gömülen bu kız çocuğunu bilir misiniz?
Siirtli Kader’in kaderinde hepimizin parmak izi var. Bu ölümün vebali hepimizin üzerine bulaştı. Törelere dur diyemediğimiz için, küçücük çaresiz kızlara sahip çıkamadığımız için, tüm bu trajedilerde ortak bir bilinç oluşturamadığımız için, bu kadere isyan etmediğimiz için… Bu topraklarda bu acılar süregelmeye devam ettiği için…
Kadere körü körüne teslim olduğumuz için… Kaderler’in aramızdan kopup, gitmesini görmezden geldiğimiz için… Onların çığlıklarını hala duymadığımız için… Onların acılarını kendi acılarımız gibi görmediğimiz için…
Yirmi birinci yüzyılın insanları,
Küçük bir Kader vardı. Kız olmayı bilmeden kadın oldu. Çocuk olmayı tanımadan anne oldu. İnsan olmayı anlayamadan ölü bulundu… Küçük bir Kader vardı, ama bizim büyük dünyalarımız onu kurtarmaya yetmedi. Bu utanç, bu vebal hepimizin… Çağdaş olmakla köhne olmak eşanlamlı şimdi. Çağlar değişti, zamanlar geçti, bilinçler değişti. Ama bu topraklarda kız çocuklarının kaderi hala değişmedi.
Acılardan ders çıkarmasını ve biraz utanç duymasını bilmiş olsaydık, Küçük Kader’i belki o zaman kurtarabilirdik. Onu belki o zaman topluma kazandırabilirdik. Ne onu o yaşta evlendirmeye cüret ederlerdi, ne onun koynuna girmeye. Ne onun kucağına bez bebek yerine gerçek bir bebeği vermeye yeltenirlerdi… Biz birazcık kadere karşı durmayı, kader haline getirilen törelere ve düzenlere karşı gelebilmeyi bilseydik… Bir Kader için milyonlarca insan el ele vermeyi başarabilseydik… İtilen, satılan, şiddete maruz kalan kadınlarımızın, kızlarımızın acılarını, ölümlerini kader olarak değil, bir toplumsal yara olarak görebilseydik…
Belki bir Kader kurtulurdu, ama insanlığın kaderi de onurunu kurtarmış olurdu..
Başarısızlıklarımızı, yanlışlarımızı, kaçışlarımızı kadere bağlamasaydık eğer… Eğer kaderi eli kolu bağlı olmak, sanmasaydık… Belki o zaman Kader, kadercilik değil de, evcilik oynuyor olurdu.
Bir Kader, bin keder…
Bir Kader, bin utanç…
Peki bu ölüm Kader’in mi, kaderciliğin mi sonu?