AİHM’nin 2012 yılında başvuru üzerine aldığı 1 Mayıs İşçi Bayramı’nın Taksim Meydanı’nda kutlanabileceği kararının bağlayıcı bir özelliği bulunmuyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’n’in 2012 yılında başvuru üzerine aldığı 1 Mayıs İşçi Bayramı’nın Taksim Meydanı’nda kutlanabileceği kararının bağlayıcı bir özelliği bulunmaktadır. Bu karar, 1 Mayıs kutlamalarının İstanbul’daki adresinin kesinlikle Taksim Meydanı olacağının tescil edilmesidir; hem kent yönetiminin hem de ülke yönetiminin karara uyma zorunluluğu vardır. Türkiye Cumhuriyeti Yöneticilerinin ‘Bu kararı tanımıyorum’ deme lüksleri yoktur; çünkü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni 4 Kasım 1954 tarihinde imzaladıklarında ‘Sözleşme ile güvence altına alınan hak ve özgürlüklerin korunmasından sözleşmeci devlet sorumludur.’ maddesini de kabul etmiştir.
AİHM’nin yaptığı inceleme doğrultusunda, toplantı ve gösteri yapma hakkının, gösterinin yapılacağı yeri belirlemeyi de kapsayacağına, sendikal örgütlerin üyelerini anma hakkı bulunduğuna karar vermiş ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti de bu karara itiraz etmeyerek kabullenmiştir. Fakat, kent ve ülke yöneticileri, kutlamaların Taksim Meydanı’ nda yasaklanması konusunda ısrar ederek, gerekçelerine ulaşım ve esnafın güvenliğini göstermişlerdir. Emeğin tarihine baktığımızda; yasaklamaların, ölümlerin, ötekileştirilmelerin alın terinin mücadelesine engel olamadığını görürüz.
1 Mayıs Dayanışması
Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde işçiler, günde on iki saat, haftada altı gün olan çalışma koşullarının düzeltilmesi için 1 Mayıs 1886 tarihinde iş bırakmışlardır. Chicago kentinde yapılan gösterilere yaklaşık yarım milyon işçi katılmış, Luizvil’ de binden fazla siyah ve beyaz işçi birlikte yürüyerek emeğin, ırksal sorunlardan üstün olduğunu göstermişlerdir.
14 Temmuz- 21 Temmuz 1889′ da toplanan ikinci Enternasyonel’ de Fransız bir işçi temsilcisinin önerisi ile ‘1 Mayıs’ gününün tüm dünyada ‘Birlik, mücadele ve dayanışma günü’ olarak kutlanmasına karar verilmiştir.
Türkiye’de Emekçi Olmak
Türkiye’de 1 Mayıs Emekçi Bayramı olarak, Osmanlı İmparatorluğu’ nun son dönemlerinde ilk kez 1905 yılında İzmir’ de kutlanmıştır. İstanbul’ da ilk kutlama tarihi 1910′ dur. 1920 yılında İstanbul’ u işgal eden ülkelerin oluşturduğu bir komitenin ve Osmanlı Hükümeti’ nin yoğun baskılarına karşın 1 Mayıs’ ta işçiler, Haliç’ ten başlayarak, Karaköy üzerinden İstiklal Caddesi’ ne kadar yürüyerek ‘Bağımsız Türkiye’ pankartı taşımışlardır. 1921′ in 1 Mayıs’ ında İstanbul’ un hemen hemen tüm işçileri, Şirket-i Hayriye, Seyrü Sefain, Haliç İdaresi ve Tramvay Şirketi çalışanları öncülüğünde Bayramlarını kutlamışlardır. 1923 yılı işçilerin bilinçlenme tarihi olmuştur. Yerli ve yabancı işletmelerde çalışan işçiler: ‘Yabancı şirketlere el konularak millileştirilmesi, 1 Mayıs’ın resmen Bayram ilan edilerek tanınması, çalışma süresinin sekiz saate düşürülmesi, haftalık tatil, sendikal örgütlenme ve grev hakkı’ talepleri ile greve çıkmışlardır. Sovyetler Birliği (SSCB) Ekim 1917 devriminden etkilenen Türk Sosyalistlerinin düzenlediği bu eylem yeterli ses getirmemiştir, çünkü henüz bir işçi sınıfı Türkiye’ de oluşmamıştır.
Cumhuriyetin ilanı ile birlikte ilk kutlama 1 Mayıs 1924′ te olmuştur. ‘Sekiz saatlik iş günü’ için bildiri dağıtan işçiler engellenmiş ve tutuklamalar yaşanmıştır. 1925 tarihinde çıkartılan Takrir- i Sükun kanunu sonrasında 1 Mayıs kutlamaları yasaklanmış ve 1935 yılına kadar da ‘İşçi Bayramı’ tabu olarak kalmıştır. Bu tarihte çıkartılan ‘Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun’ 1 Mayıs İşçi Bayramı’ nın adını ‘Bahar ve Çiçek Bayramı’ olarak değiştirerek genel tatil günlerine dahil etmiştir.
27 Mayıs 1960 Darbesi’nden sonra, özgürlükçü yasaların çıkartıldığını görüyoruz ama işçi sınıfı, bazı dayatmalarla da karşılaşmıştır. ‘Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu’ nun’ çıktığı 24 Temmuz tarihi 1 mayıs’ ın yerine İşçi Bayramı olarak dayatılmak istenmiş, bu girişim işçilerin ve sendikaların direnişi sonucunda kabul görmemiştir. ‘1 Mayıs İşçi Bayramı’ Sovyet Sosyalizmi’ ni çağrıştırdığından, dönemin egemen siyasetçi ve burzuvazisinde tedirginlik yaratıyordu.
[quote]Dört yüz bin emekçinin Taksim Meydanı’ nı doldurduğu en büyük kitlesel eylem 1976 yılında yapıldı; Türkiye’ nin mevcut çizgisinden kayacağını düşünen iç ve dış egemen güçlerin kanlı önlemler almasının başlangıç tarihidir bu aynı zamanda. [/quote]
Otuz Dört Karanfilin Solduğu Gün: 1 Mayıs 1977
1 Mayıs 1977’de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) organize ettiği 1 Mayıs İşçi Bayramını kutlamak üzere, çevre illerden gelenler ile birlikte beş yüz bin emekçi İstanbul Taksim Meydanı’ nda toplanmıştır. Katılımın yüksek olmasından dolayı, emekçi kortejlerin alana girmesi gecikmiş, miting zamanı da uzamıştır. Saat on dokuz civarında, dönemin DİSK Başkanı Kemal Türkler’ in konuşması bitmek üzereyken silah sesleri duyulur; Sular İdaresi üstünden ve Etap Marmara Oteli’ nin üst katlarından kitlenin üzerine ateş açılmaya başlanmıştır.
Emekçi kalabalığın panik halinde kaçması ile birlikte, topluluğun arasına Polis Panzerlerinin girmesi aynı zamana rastlar; kitle ‘Kazancı Yokuşu’ na itilmeye başlanır. Kalabalığa ateş açılmasına rağmen, güvenlik güçlerinin hedefinde tetikçiler değil, emekçi kitleler bulunmaktadır. Komplonun parçası olduğu düşünülen bir kamyon Kazancı Yokuşu’ nun Taksim Meydanı’ na açılan çıkışını arıza nedeni ile tıkamıştır. Kitlenin paniğe kapılması için, tetikçiler o yöne doğru bir kaç el daha ateş etmiştir.Boğularak ve panzerler altında ezilerek, vurularak otuz dört emekçi hayatını kaybetmiş; yaklaşık yüz kırk kişi de yaralanmıştır. Olaylar sonrası, dört yüz yetmiş şüphelinin göz altına alınmasına rağmen, olay bu gün dahi aydınlatılamamıştır.
[quote]1 Mayıs 1977’de meydanları dolduran emekçilerin beklentisi ne olabilirdi? Sol Hareket ile büyüyen emekçi kitleleri, ülkenin geleceğinde yetki sahibi olabileceklerini mi düşünmüşlerdi? Proleter Devrim’ mi gerçekleşecekti? Üretim araçları el mi değiştirecekti? [/quote]
ABD desteğindeki iç ve dış hakim güçlerin, işçi sınıfının ve solun Türkiye’deki yükselişini durdurma konusunda kararlı olduğu, bundan dolayı ki yapılan mitingin başarıyla sonuçlanmasına izin vermeyeceği bu gün bile tartışılmayacak bir görüştür. Sendikal yükselişin ve sol siyasetin alternatif olmasının engellenmesi için böyle bir provokasyon sahneye konulması gerektiğinin tezi kabul görmektedir.
1 Mayıs 1977′ den sonra, sol içi çelişkiler ve bölünmeler artmış; emekçi kesim ve genç idealistler bu görüşten uzaklaşmaya başlamıştır. Malatya, Çorum ve Kahramanmaraş’ ta mezhepsel katliamlar meydana gelmiş, radikal sağ- sol terörü tırmandırılmış ve Türkiye 12 Eylül 1980 faşist Askeri darbesinin tuzağına düşürülmüştür.
12 Eylül Askeri Darbesi’nin, yasaklar zincirinin başında ‘1 Mayıs İşçi Bayramı’ da bulunmaktaydı. İllegal de olsa, günün şartlarında, tüm yasaklara rağmen kısa süreli iş bırakmalar, bayramlaşmalar, bildiri dağıtmalar gibi etkinliklerle, Bayramın belleklerden silinmesine emekçiler asla izin vermemiştir. Askeri darbeden yedi yıl sonra, darbecilerin izin verdiği sendikal örgütlerin öncülüğünde bazı milletvekilleri, aydınlar, sanatçı ve bilim insanları bin kişilik bir grup oluşturarak, Taksim Atatürk Anıtı’na 1 Mayıs şehitlerini anmak üzere çelenk bırakmak isterler. Polis sadece milletvekillerine izin verir. 1989′ da Taksim’de toplanan kitleye ‘Emniyet Güçleri’ tarafından müdahalede bulunulur ve bu şiddetin sonucunda bir kişi hayatını kaybeder. 1 Mayıs 1990’da Taksim yine yasaklıdır, engellemeler sonucunda bir öğrenci felç olur. 1996 tarihine geldiğimizde, 1980 Darbesinden sonra ki en büyük kitlesel eylemlerden biri gerçekleşir; faili meçhullerin, yolsuzlukların, tavan yaptığı, kürt milliyetçiliğinin terörü tırmandırdığı bir dönemde, İstanbul’ un Kadıköy meydanını yüz elli bin insan doldurur. Araçların devrilip ateşe verilmesi, esnaf dükkanlarının camlarının kırılması, meydandaki lalelere büyük bir öfke ile saldırılması ve açılan ateş sonucunda üç kişinin hayatını kaybetmesi İşçi Bayramı’ nın içeriğini tamamen boşaltmıştır.
2010 yılı, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ nin, 1 Mayıs’ ı resmi bayram olarak yasallaştırdığı bir tarih olmuştur. İki yüz bin insan büyük bir çoşku ile meydanları doldurarak görkemli bir kutlama gerçekleştirmiştir.
[quote]Taksim Meydanı’nın yayalaştırılıp, Topçu Kışlası’nın yapılmasına yönelik projelerin sonucunda, Gezi Parkı’nın katledilmesi 2013 Haziranında gündeme oturmuştur. Haziran 2013 Gezi Direnişi, Taksim Meydanı’ nı emekçiler için çıkmaz bir sokağa dönüştürmüştür. Taksim’deki, bu ‘Gezi’ direnişinde Sendikal örgütlerin yeterince yer almaması, meydana ne kadar önem verdiklerini de sorgulamamıza neden olmaktadır. [/quote]
Şeytanın Avukatı Olarak Sormak Gerekiyor
Taksim Meydanı’nda ‘1 Mayıs Emekçi Bayramını’ anma ve kutlama adına gösterilen bu direnci, emeğin tarihinde baktığımızda anlayabiliyoruz. Mevcut üye sayısını bile koruyamayan, iş yerlerinden dışlanan örgütleri için mücadele veremeyen Sendika Ağaları’nın , emekçiden kesilen aylık aidatlarının hakkını, yılda bir kez Taksim Meydanı’nda gazlanarak, dövülerek, göz altına alınarak mı emekçinin onurunu korumuş oluyorlar?
Türkiye’ nin çalışma hayatında ‘Taşeronlaştırma’ diye bir gerçeklik bulunmaktadır. Egemenlerin bilinçli yarattığı işsizliğin sonucunda emek, en ucuz değer haline getirilmiştir. İşveren tarafından, özel veya kamu sektöründe olsun kadrolu emekçiler, sosyal hakları ve yüksek ücretten dolayı kabul görmemektedir. Asgari ücrete mahkum, çalışma saatleri ve şartları ağırlaştırılmış emekçilerin, hiçbir şekilde örgütlenememeleri, ‘Çağdaş Kölelik’ dayatmalarını kabul etmelerine neden olmaktadır, açlık ve sefalet seçenek olarak sunulmaktadır.
[quote]İş güvenliği ile ilgili uygulamalar kağıt üzerinde sadece teoride kalmaktadır; denetlemeler de evrak üzerinden yapıldığından ‘İş Cinayetleri’ nin önüne geçilememektedir. Yaşamlarını ekmek uğruna kaybeden bu emekçilerin hesabını sorabilecek hiçbir sendikal örgüt, yeterli cesareti gösterememiştir. [/quote]
Sendikalar, toplu sözleşme zamanlarında verilen hakların, büyük mücadeleler sonucu alındığı yalanını söylerken kendileri de inanmamaktadırlar. İş yerlerinden çıkartılması gereken personelin durumu İnsan Kaynakları’ndan önce, firmanın işçi temsilcisine sorulması, emekçilerin nasıl bir ihanete uğradıklarının göstergesidir.
Emekçilerin, tarih boyunca gösterdiği şanlı direniş destanlarını ve dava uğruna ‘Şehit’ olan yoldaşlarının yasını asla unutmadan, ikinci plana almalarının zamanı gelmiştir. Yeni söylemler geliştirmeyi kabullenmek, sendikal örgütlenmenin ‘marjinallik’ çemberinden çıkabilmesi için de emekçinin yanında durmasını öğrenmesi gerekmektedir; ‘Emek’ kavramı, hiçbir zaman toplumu mezhepsel, ırk, renk, dil olarak bölmemiştir; alın terinin kutsallığına ve sevgiye inanır.
Kızıl bayraklı, sloganlı ritüellerin dışında ‘Taksim Çıkmazı’nın, bahar aylarında güneşi doğurarak ellerinde karanfillerle gelecek sevgiliyi beklediğini her emekçi yüreğinde hissetmektedir ve akış bu yönedir… Zamanı gelecek.