Türkiye’de Hıdrellez Bayramı, 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece kutlanıyor. Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak adlandırılan Hıdrellez günü, Hızır ve İlyas’ın yeryüzünde buluştukları gün olduğu savıyla kutlanmaktadır. İslam coğrafyasına bakıldığında Hıdrellez gününün yoğunlukla Türkiye’de kutlanıldığı görülmektedir. Bir görüşe göre; Türkler’in Orta Asya’dan getirdikleri Nevruz Bayramı’nın başkalaşmış ve İslamlaşmış şeklidir.
Hıdrellez nedir? Hıdrellez hangi gün kutlanır?
Miladi 6 Mayıs, Rumî 23 Nisan’a rastlayan günde Hızır ve İlyas (a.s) buluşarak sohbet ederler ve bu günlerde vakitlerini Allah yolunda olmanın ve birlikteliklerinin verdiği sevinçle kuvvet bulurlardı. Hızır (a.s)’ın Allah’ın lütfu ile dolaştığı yerde yeşillikler çıkar ve çorak yerler çiçeklere bezenirdi. İşte bu olaya dayanarak, halk zamanla bu günlerde buluşup Hızır ve İlyas (a.s)’ın geleneğini sürdürmek amacıyla şenlikler tertip eder olmuşlar.
Günümüzde kullanılan manası ise; İnsanların kıştan kurutuluşlarının bir işareti ve bahar güneşinden faydalanma, piknik yapma, stres atma, eğlenme, nişan, düğün, sünnet törenleri tertip etme, uğursuzlukları giderme, adak adama, dilekte bulunma gibi düşünceleri gerçekleştirme amacıyla gelenekselleşen “bahar bayramı” inancıdır.
Rivayete göre, Hızır (as), İlyas (as) ve İskender-i Zülkarneyn, birlikte (Ab-u Hayat) aramaya çıkmışlar. Ve bir müddet sonra “Karanlıklar ülkesine dalmışlar”. Hızır ve İlyas Ab-u hayat suyunun kaynağını bulup içmişler. Fakat İskender’e söylememişler. Hızır ve İlyas’ın sağ olduğuna ve yaşadığına inanılmaktadır. Hızır karada, İlyas da denizde, yardıma muhtaç olanlara yetişirler.
Nuh peygamberin gemisinin fırtınaya tutulduğu, yeryüzünü suların kapladığı, tufanda, gemide ki insanların feryat edip “Ya Hızır bizi kurtar” diye dua ettikleri söylenir. Güvercin, (Aslında karga) ağzında zeytin dalı ile gemiye döndüğünde karanın yaklaştığı, suların da çekilmesiyle insanların karaya çıktıklarına inanılır. Yine rivayete göre Hızır ile İlyas yılda bir defa (6 Mayıs gününün gecesi), bir gül ağacının dibinde buluşurlar. O nedenle de her yıl 6 Mayıs Hıdır Ellez (hızır-İlyas) günü olarak kutlanır.
Hızır ve İlyas Hikayesi
Hızır peygamber Allah’ın kendisine bahşettiği güçlerle görevini yapmak için dünyayı dolaşmaktadır. Yolculuklarından birine İlyas peygamber de katılmak ister. Hızır (a.s.), “Bu yolculuğu yapamazsın. Benim Allah’ın bana verdiği bazı görevleri yapmam gerekir, oysa sen bunları anlayamazsın ve soru sorarsın. Oysa anlatmakla memur değilim ve sen ayrılmak zorunda kalırsın.” diyerek uyarır onu. Ama İlyas peygamber ısrar eder, “Söz.” der, “Ne yaparsan yap soru sormayacağım.”
Yola çıkarlar, bir nehir kıyısına kadar gelirler.
Karşıya geçmeleri gerekir, bir sandalcı vardır orada ama ona verecek paraları yoktur. Dertlerini söylediklerinde balıkçı, onları karşıya parasız geçirmeyi kabul eder. Balıkçının iki oğlu ve bir karısı da onunla yaşamaktadır. Kadın, ihtiyarın Hızır ile İlyas peygamberi parasız taşımasına itiraz eder. Ama adam yine de kararından dönmez. Balıkçı, iki oğlu ile birlikte seyyahları karşıya geçirir. Ama öylece bırakmaz, “Hava kararmak üzere beyler. Biz de bu gece sizin yanınızda kalalım, azığımızı paylaşalım” der. O gece karşı kıyıda ihtiyar ve iki oğlu onlarla kalır. Yemek sunarlar…
İlyas peygamber gecenin yarısı, Hızır peygamberin dürtmesiyle uyanır. “Hadi gidiyoruz.” der. “Sen hazırlan ben geliyorum.” Ve kayığın içine girip bir kaya parçasıyla dibinde delik açar. Sonra İlyas peygamberin şaşkın bakışları altında yanına gelir ve yolu koyulurlar. Bir süre sonra İlyas peygamber dayanamaz, “Ey Hızır, ihtiyar adam bize iyilik etti, parasız bu kıyıya taşıdı, yemek sundu. Sen onun iyiliğine ekmek teknesine zarar vererek karşılık verdin. Kayığın dibini deldin. Neden yaptın bunu?” Hızır peygamber soruya cevap vermez sadece, “Bak ben seni yola çıkarken uyarmıştım. İstersen ayrılalım, ama sana neyi neden yaptığımı açıklayamam.”
İlyas peygamber bu sözler üzerine, yanlış yaptığını, mutlaka Hızır peygamberin davranışında bir hikmet olduğunu düşünür, özür diler ve yola devam ederler.
Bir ormandan geçerken silahlı askerler peşlerine düşer. Onlardan kaçarak bir köye kadar gelirler. Köylüler askerlerden kaçan bu kişilerin yanlarına gelmelerini engellemek için taş atarlar. Onlarda köyün çevresinden dolaşırken, korunak için örülmüş taş bir setin yanından geçerler. Taş setin bir kısmı yıkılmak üzeredir, birden Hızır peygamber durur ve İlyas’ı da yanına çağırarak taş seti onarmaya başlar. İlyas peygamber askerlerden kaçmaları gereken bu zamanda kendilerine taş atan bu köylülere iyilik yapmak için durmalarına şaşırır ama devam eder. Bir süre sonra taş seti onardıktan sonra kendilerine yetişen iki askerle dövüşüp kaçmayı başarırlar. İlyas peygamberin merak duygusu artmıştır. Yine de sözünü hatırlayıp soru sormaz.
Yolları bir deniz kıyısına düşer.
Orada zengin ve mutlu gözüken göçebe bir halk vardır. Gelen konukları iyi karşılarlar, onlara yemek verirler. Bu sırada İlyas peygamberin dikkatini çok güzel bir çocuk çeker. Çocuk o kadar güzeldir ki anne ve babası dahil, tüm halk ona bir prens gibi davranmakta, her istediğini yerine getirmektedir. O da bir koltukta oturup, bir prens edasıyla etrafına emir yağdırmaktadır. Hızır peygamber çocuğa ilerlemeye başlar.
İlyas peygamber onun çocuğun güzelliğini takdir etmek için yanına gittiğini sanır. Ama inanılmaz bir şey olur. Hızır peygamber çocuğun önüne geldiğinde durur ve çok şiddetli bir tokat vurur. Öyle şiddetli bir darbedir ki bu çocuğun tüm güzelliği yok olur. Burnu kırılır, yanağı kayar… Herkes şoktadır, çocukla ilgilenirlerken konukları oradan kovarlar. İlyas peygamber Hızır peygambere yetişir ve artık dayanamayıp sorar:
“Ey Hızır seninle yollarımız burada ayrılıyor. Ne yaptığını anlayamadım; bize iyilik yapan balıkçının kayığının dibini deldin, bize taş atan köylülere yardım etmek için durup, taş seti onardın, son olarak bizi güler yüzle karşılayan, yemek veren insanların güzel çocuğunu mahvettin.” der. Hızır peygamber gülümser, “Ey İlyas, Yüce Rabbim’in hepimize verdiği ayrı yetenekler ve görevler var. Madem dayanamadın ben de sana yaptıklarımı açıklayayım. Ondan sonra dostça ayrılalım.
Hızır Peygamber devam eder:
İlk olarak kayığın dibini delmemi açıklayayım. Nehrin yukarısında bir savaş başlamıştı, zalim kralın askerleri etrafı gezerek savaşta kullanılabilecek ne varsa el koyuyordu. Bizim ayrıldığımız sabah balıkçının oraya gelecekler ve eğer sağlam bulsalar kayığa el koyacaklardı. Ben onların almaması için dibini deldim.
İhtiyar, oğullarıyla kayığı iki günde tamir eder ve çalışır. Oysa kayık sağlam olsaydı tümden ellerinden gidecekti. Bize taş atan köylülere gelince; o köyde iki yetim çocuk yaşıyordu. Babaları onlara ait hazineye kötü köylüler el koyar diye taş setin altına saklamıştı. Eğer taş set zamanından önce yıkılsaydı yetimler henüz kendilerini koruyacak güçte olmadıkları için ellerinden alınabilirdi. Biz taş seti tamir ettik ki, yetimlerin hazineleri koruyabilecekleri bir zaman yıkılsın.”
İlyas peygamber bu açıklamalar karşısında hatasını anlamıştır ama yine de sorar, “Peki ben bunları anladım ama o çocuk. Tamamen masum ve güzeldi.” “O çocuk öyle güzeldi ki İlyas, herkes ona köle gibi hizmet ediyordu. Bu davranışları çocuğu zalim ve şımarık yapmıştı. Büyüyünce zalimliği artacak ve tüm halkına mutsuzluk verecekti. Anne ve babasına işkenceler edecekti. Ben onun güzelliğini bozarak kötü bir insan olarak yetişmesini engelledim.”
Halk inançlarında Hıdrellez
Hızır’da darda kalanlara yardımcı olma, bereket getirme ve gelecekte dilekleri gerçekleştirme vasıflarını görmek mümkündür. Geceden gül dallarına gümüş kuruşlar, çeyrekler, kırmızı bezler bağlanır, gül dibine genç kızlar yüzük atar, mani söyler, içki sofraları hazırlanır, davullar eşliğinde oyunlar oynanır, su kenarlarında, yeşilliklerde eğlenilir, ateşten atlanılırsa ev sahibi olacağına inanılır.
Hıdrellez kutlamaları genel olarak yeşillik, ağaçlık alanlarda, su kenarlarında, bir türbe ya da yatırın yanında yapılmaktadır. Hıdrellezde baharın taze bitkilerini ve taze kuzu eti ya da kuzu ciğeri yeme adeti vardır. Baharın ilk kuzusu yenildiği zaman sağlık ve şifa bulunacağına inanılır.
41 taş geleneği nedir?
Bugünde kırlardan çiçek veya ot toplayıp onları kaynattıktan sonra suyu içilirse bütün hastalıklara iyi geleceğine, bu su ile kırk gün yıkanılırsa gençleşip güzelleşileceğine inanılır. Hıdrellez gecesi Hızır’ın uğradığı yerlere ve dokunduğu şeylere feyiz ve bereket vereceği inancıyla çeşitli uygulamalar yapılır. Yiyecek kaplarının, ambarların ve para keselerinin ağızları açık bırakılır.
Ev, bağ-bahçe, araba isteyen kimseler, Hıdrellez gecesi gül ağacının altına istediklerinin küçük bir modelini yaparlarsa Hızır’ın kendilerine yardım edeceğine inanırlar. Ve aynı zamanda dileklerini kırmızı kurdeleye bağlayıp gül ağacına asarlar. Deniz kıyısında yasayanlar ise kuma dileklerini resmederler, 41 taş toplarlar, gecen sene topladığı taşları dua ile denize fırlatırlar.
Hızır ve Hıdırellez’in kökeni hakkında çeşitli fikirler ortaya atılmıştır. Bunlardan bazıları Hıdrellezin Mezopotamya ile Anadolu kültürlerine ait olduğu; bazıları ise İslamiyet öncesi Orta Asya Türk kültür ve inançlarına ait olduğu yolundadır. Hıdrellez Bayramı’nı ve Hızır düşünüşünü tek bir kültüre mal etmek olanaksızdır. İlk çağlardan itibaren Mezopotamya, Anadolu, İran, Balkanlar ve hatta bütün Doğu Akdeniz ülkelerinde bahar ya da yazın gelişiyle belli başlı doğasal döngüler için sevinç duyulduğu görülmektedir.
İstanbul’da tarihi yarımadada 2000’li yıllara girerken başlatılan “Ahırkapı’da Hıdrellez Şenlikleri” ise giderek gelenekselleşen bir yapı almaktadır. Her yıl 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece, yerli yabancı binlerce kişinin katıldığı bir şenlik olarak tekrarlanmaktadır.
Anadolu’da hala görkemli törenlerle kutlanan Hıdrellez Bayramı insanlık tarihinde çok eski zamanlardan (Ergenekon Destanı zamanından) beri kutlanmaktadır.
Farklı zamanlarda, farklı isimler altında kutlansa da Hıdrellez motiflerine pek çok yerde rastlamak mümkün olmaktadır. Baharın gelişi ve doğanın canlanması insanlar tarafından bayramlarla kutlanması gereken bir durum olarak algılanmıştır. Böylece bir bahar bayramı olan Hıdrellez evrensel bir nitelik kazanmıştır.
Güncelleme: 5 Mayıs 2020
Fotoğraflar: Abdulla Sert, Alper Baysal, Cem Sarvan