Bir Şeyleri Yanlış Yapıyoruz

Bir sene önce “ya hep beraber ya hiçbirimiz” dedik, başka türlü kurtuluş yoktu. O zamana kadar farklı görüşte olduklarımızla omuz omuza verdik ve hep birlikte çok şey öğrendik. En başta Konuşmayı ve dinlemeyi, iletişimin önyargıları erittiğini, birlik olmanın büyüsünü…

Karanlığa güçlü bir ışık düştü ve bir şeyler değişti. Oysa şimdi işler umduğumuz gibi gitmiyor, bir şeyleri yanlış yapıyoruz. Durup bir olup bitene göz atmanın, hatalarımızdan ve başarılarımızdan öğrenmenin zamanıdır ki ilerleyelim. Kendimizden başlayarak piksel piksel de olsa büyük resmi değiştirmek hepimize düşüyor.

Gezi ruhu ile başlayan birlik bilinci

[quote]Gezi direnişinden bu yana çok şey öğrendik, en başta yozlaşmaya karşı birlik halinde güçlü durmayı. Ama bir şeyler ters gidiyor, daha olmadık; yolumuz var.[/quote]


Fazla değil bir yıl önce, aynı amaç uğruna bir araya gelindiğinde farklılıkların nasıl önemini yitirdiğine şahit olduk. Birlik olmanın gücünü, hatta tam bu yüzden bunca zaman yapay sebeplerle, sıfatlarla ayrıştırıldığımızı, iletişimimizin engellendiğini fark ettik. Peki sonra nasıl oldu da, bu ülkenin yarısına karşı “onlar” der olduk? Aynı tuzağa düştük mü gerçekten? Nasıl göremedik yine asırlardır insanlığı geri tutan hatayı tekrar yaptığımızı, kendi attığımız sloganı gerçekte anlamadığımızı? Milletçe ortak yas halindeyken ayrı gayrı yaşadığımız acımız ve tepkimiz neden “onlar bizden değil” söylemleriyle birleştirilemez haldeler şimdi?

Artık haksızlıklar karşısında yapılan her eylemin, ayaklanacak yer arayan geziciler cümlesiyle savuşturulduğunu görüyoruz. Farkındalık yaratmak için paylaştığımız bilgilerin zaten kendimiz gibi düşünenlerden başka kimseyi etkilemediğini de biliyoruz. Çünkü diğerlerini zaten ya çevremizden çıkardık, ya da çevremize yenilerini eklediğimiz yok. Çünkü bizim gibi düşünmeyenlerin ismi artık “onlar” ve bir takım genelleştirilmiş önyargıya maruz bırakılıyorlar. İletişimimizin önü devamlı ve kasıtlı olarak körüklenen bir öfkeyle ve sıfatlarla başarıyla kesildi.  “Siz” ile başlayan bir cümle aslında amacımızı ifade etmeyen uç örnekler ve davranışlarla devam ettiğinde kızıyoruz. Nitekim bizde onlara aynısını yapıyoruz.

Cümlelerimi “onlar” adlı hangi taraf için okursanız okuyun geçerli olduğunu göreceksiniz, çünkü bir aynadan birbirimize bakıyoruz sanki. Bu yüzden şaşırmamalıyız ki, aynanın öte tarafına her parmak uzatışımızda kendimize doğru uzatılan bir parmaktan başka muhatap bulamayacağız bu gidişle. Aynı şekilde, bu tarafta ne kadar hiddetlenip cinnete doğru gidersek, karşı tarafta da aynı güçlü duyguları tam ters doğrultuda göreceğiz.  “E ne yapalım işaret ettiğimiz doğrultuda duruyorlarsa” diyecek olursak, bu bir şeyleri anlamadığımız anlamına gelir.

Kendini hep değersiz hissetmiş dev bir sınıf var bu ülkede. Bunca zaman yalnız sözde değer gördüklerinden, bir ‘kolay gelsin’ bile işitmediklerinden olsa gerek bu hisleri. Ve bu insanlardan büyük kısmı dedelerinden beri ilk defa onlar için bir şeyler yapıldığını, hastaneye gidebildiklerini, ücretsiz soba yakıp yemek yiyebildiklerini görmüşlerse, bir paket kömüre ülkeyi satmakla suçlamak empati kuramamaktan ileri gelir diye düşünüyorum. Empati ‘onun yerinde ben olsam’ı düşünmek değil, ‘ben o olsam’ı düşünebilmektir.  Bir hükümeti desteklemek de en az desteklememek kadar insanın hakkıdır  ve bu durumun sebeplerini küçümsemek bu gerçeği değiştirmez. Ve unutmamak gerekir ki, herkes kendi açısından bakıldığında haklıdır. Bir insanın fikrini değiştirmekten önce onun olayları nasıl gördüğünü anlamak gerekir. Ve belki de gerçekten haklı olduğu noktayı.

Bunları yazma ihtiyacı hissediyorum, çünkü ben de yeni yeni anlıyorum ve biz fikir üstüne fikir koyarak, öğrenerek ilerledik ve ilerleyeceğiz. Çünkü bir kesimi öteki’leyerek, hatta aşağılayarak kazanılan bir dava, en az o kesim tarafından bastırılıp hakları elinden alınarak hiçe sayılmak kadar tek taraflı ve toplum için sağlıksız olur. İnsanlık olarak bir evrim geçirecek, daha güzel bir dünyada yaşayacaksak, şimdiye kadar ki dünya düzenini desteklemiş iletişimsizliği ve bunun doğal sonucu olan ayrılık ve çatışmaları çözmemiz gerektiği kesindir. Herhangi bir çözümün önündeki ilk engel şu an bu kutuplaşma gibi görünüyor bana. Ki bu da, ülkenin en favori adamının tahtından neden devamlı öfke yaratan söylemlerde bulunduğunu açıklıyor aslında. O tahtın tek garantisi bu öfkeyle beslenen ayrılık artık. Bu durumda sağduyumuzla yapmamız gereken bu oyuna gelmemek.

Aslında aynanın iki tarafında da ortak bir istek var. Yozlaşmanın hüküm sürmediği bir ülkede, ezilmeden dilediğimiz ve inandığımız gibi huzur içinde yaşayabilmek. Ve parmağımızı karşı tarafa doğrultmayı bırakıp ortak bir hedefe, mesela yukarı çevirseydik, karşı taraftaki yansımanın da parmağını bize doğrultmak yerine yukarı doğrulttuğunu görebilirdik sanırım. O zaman hep beraber aynı yöne bakıyor olurduk ve aynı geçen haziran olduğu gibi farklılıklar önemsiz kalırdı. Birlikte güçlü durur ve fark yaratırdık. Çok mu iyimser bir fikir? Değişim istiyorsak ilk vazgeçmemiz gereken alışkanlık edindiğimiz düşünce kalıplarıdır, en azından bu kadarına şahidim.

ötekiÖyleyse neyi farklı yapabiliriz?

Bu ideal uğruna birleşmek için çıkılacak merdivenin tüm adımlarını öngöremiyorum elbette, ama ilk adım iletişimin önünü tıkamayı kesmek olsa gerek. Bu bize kulak asmayanların kurtarıcı olarak gördüğü bu insanı taşlamayı kesmeliyiz demek oluyorsa, evet dilimizi tutmalıyız. Zaten kabul edelim ki bu kendimizi tatmin etmekten başka işe yaramıyor.  Ve bir şeyi karşı tarafın dinlemeyeceği şekilde anlatmak boşa anlatmaktır elbette. Üstelik tabi ki bir ülkede olup biten her şeyde hükumetin sorumluluğu olduğunu düşünürsek yanlışlar karşısında istifasını istemek son derece haklı bir direniştir. Ama bir çözüm müdür gerçekten, tüm bunların güncel hükumetle başlamadığını ve bitecek gibi durmadığını düşünürsek?

Belki de adalet arzumuzun tarafsızlığını daha net ifade etmeliyiz, önceki hükumetlerin veya söz konusu alternatiflerin de aşağı kalır yanı olmadığını daha çok vurgulayarak.


Bu ayrımın ‘dindarlara karşı dinden çıkmışlar’ izlenimi yaratılarak körüklenmesini önlemeye çalışabiliriz. Gezi parkında da bulunan Antikapitalist Müslümanlar’ı tanımak ve tanıtmak bu köprüyü kurmakta faydalı olabilir.

Veya Soma için olduğu gibi, yalnız kendi başımıza vurulduğunda değil bizimle yürümemişler için de ayağa kalkacağımızı davranışlarımızla daha çok göstererek dinlemeyen kulakların dikkatini çekebiliriz belki. Yani ‘geziciler’den daha kapsayıcı bir BİZ algımız olduğunu, derdimizin hükumetlerden ziyade haksızlıklar olduğunu sözlerimize ve eylemlerimize daha çok yansıtarak bu ötekileşmeyi zayıflatabiliriz kim bilir. Ve belki de bu konuda henüz yetersizizdir gerçekten. Yeni peyda olan haksızlıkları fark ederken, on yıllardır sessiz çığlıklarla devam edenlere henüz dikkat vermiş değiliz çoğumuz.

İçte birçok kişinin bu tarafsızlığı hissettiğini biliyorum, ama biz bile bunlar yaşanmadan kendimizi tanımıyorken dışarıdan bakanlardan belki çok şey bekliyoruzdur. Sonuçta duydukları elli yıllık sloganlarken, elli yıllık önyargılarla karşılanmamız anlaşılır gözüküyor.

Silahların indirildiği birebir iletişimlerde anlayış ve saygının hüküm kuruşuna şahit oluyoruz. İşte bunu büyük ölçeğe nasıl yansıtabiliriz, bunu düşünmemiz gerek. Yoksa öfkenin öfkeye şifa olmayacağı, karanlığın karanlıkla aydınlatılamayacağı oldukça net.

Belki en basitinden komşumuza ısrarla gülümsemeye devam ederek düşman olmadığımızı hatırlatabiliriz.
Yalnız direnişin değil, çözümünde bizden gelmesi gerektiğini fark etmiş veya bu konuda yeterince bir şey yapmış değiliz sanki. Nitekim başarana kadar yeterli değil demektir.

İhtimal ki, yalnızca suçlayarak istemediklerimizi protesto ettiğimizde değil, tarafsızca ne istediğimizi bağırdığımızda daha kalabalık olabiliriz. Örneğin yerli tohum yasağının kalkıp çiftçinin desteklenmesi için birlik olabiliriz. Okullarda haklarımızın öğretilmesini talep edebiliriz. Düşük ücretli hasta bakımında daha iyi koşullar isteyebiliriz. Yabancı firmalara daha fazla su satmak için hidroelektrik santrale yatırım yerine bu yüzden gitgide ölen toprakların verimli sulanmasını önerebiliriz.

Geçen yaz bizim adımıza kimsenin direnmeyeceğini fark ettik ve direndik. Artık bizim yerimize kimsenin çözüm üretmeyeceğini de anlamış olmamız lazım, ve bu sorumluluğu da üstlenmemizin zamanıdır. Bu mücadeleleri ilgili kişilere bırakmak yerine sahiplenmeliyiz. Etkisini doğrudan anlamasak da, bunlar hepimizi ilgilendiriyor.  Hayatımızın odağı olduğu küçük resimden birkaç adım geri atıp bütünü anladığımızda besberrak karşımızda duruyor bu gerçek: Gerçekten de Hepimiz Biziz ve BİZ Hepimiziz.

Kendimizden başlayarak piksel piksel de olsa büyük resmi değiştirmek bize, yani hepimize düşüyor. Biliyoruz ki artık, tek başına kurtuluş yok.


Dolayısıyla ya hep beraber, ya hiçbirimiz.