Mevsimler bir yorgan gibi birbirinin üzerini örttü. Farkında olmadan annelerimizden öğrendiğimiz o kadar şey var ki, aynı onların eşyaları bıraktığı gibi bizler de çocukluğumuzu bıraktık naftalin kokusuna.
Öyle sanıyorum ki her birimiz çocukken ebeveynlerine benzemenin telaşındadır. Bir an önce büyümek ve baba kadar güçlü ya da anne kadar güzel olmak… Artık birer çocuk olmasak da hala o masum telaşı, büyüme çabasını farkında olmadan taşıyoruz… Gerçek şu ki bizler çocukluğumuzdan beri reddediyoruz çocuk olmayı. Belki de bu yüzden erkek çocukları yüzlerine sakal, bıyık çizerken kız çocukları makyaj yapıyordur. Hâlbuki şimdi ne kadar da garip geliyor yaşamın bu komik döngüsü. Büyükler yeniden masum bir çocuk olmak isterken, çocuklar hala büyümek ister.
Fark edemediniz hala çocuk olduğumuzu?
Hayali bir zaman makinasından söz edilir sürekli. Zaman makinası deyince; zamanı geriye götüren bir makina hayal edilir hep. Aslında insanlık zaman kavramını idrak ettikten sonra bahsettiğimiz zaman makinasının tam tersini, yani saati icat etti ve bu yeni zaman makinası hızla bugüne taşıdı bizi. Aynı hayatı küçümsediğimiz gibi küçümsemişiz akrep ve yelkovanı; o küçücük saatler, bizi süt kokan kaygısızlıklardan alıp stresli yaşamın tam ortasına bıraktı.
Acının bile oyun olduğu ve kanayan dizlere güldüğümüz zamanlar nasıl da yitip gitti. Şimdi biz, birbirine kast eden binaların arasında nefessiz yaşıyoruz. Çünkü yaşam yorucu, aslında hayat bizim için hep bir oyundu ve oyun oynamaktan yorulduk yaşadıkça. Ne yazık ki bizler çocukluğumuzdan beri reddediyoruz çocuk olmayı; caddeler artık onun çizmesine gerek kalmadan yüzünde sakal, bıyık çıkan ve kusursuz makyajlarıyla göz kamaştıran koca koca çocuklarla dolu, naftalin kokan çocuklarla…
Hala mı fark edemediniz hala çocuk olduğumuzu? Tüm bu savaşlar, kargaşalar, yaşam mücadelesi ve bunaltıcı şehirler, islenmiş yüzündeki teri silen işçi, hastasını tedavi eden doktor ve güzel anneler ve güçlü babalar… Hepsi çocukluğumuzdan beri oynadığımız oyunların büyükçe kurgulanmış hali. Dün ve bugün hep iç içe, biz iç içeyiz içimizin çocuğuyla. Hızla geçen zamanın tam ortasında büyük bedenlerin içinde yaşayan büyümüş de küçülememiş çocuklarız biz…
Yeniden çocuk olmanın mevsimini bekliyoruz!
Geçti mevsimimiz, naftalin kokuyor çocukluğumuz. Sizce hala gelmedi mi zamanımız? Koca koca adımlar atan küçük çocuklar olduğumuzu kabullenip çocukça yaşayamaz mıyız? Mesela; en mutsuz anlarımızda bile sebepsiz gülemez miyiz bir çocuk gibi? Ömrünü yarılamış bir adam elinde uçurtmasıyla koşturamaz mı kırlarda? Yeniden üç tekerlekli bisiklete binemez miyiz, yani sizce gerçekten çok mu geç kaldık, öğrenemez miyiz asla çocuk olmayı?
Ya da sadece dünyaya bir çocuk gibi bakmayı öğrenmeliyiz. O zaman eminim ki bugünden daha mutlu yaşayacağız. Hüzünlerin ve sevinçlerin birbirine karıştığı günümüzde ihtiyacımız olan tek şey budur belki de…