İçimdeki fütursuz sesler

Ruhum fazla demokratik bu aralar. Her bir molekülümden muhtelif sesler, fikirler yankılanıyor. Elbet birisi doğru, elbet birisi düzlüğe çıkaracak beni ama hangisi? İşte risk budur.

İçimdeki fütursuz sesler

İçimde bir Eyyafyallayöküll var. Patlamaya hazır ve nazır. Öfkemi her an püskürtebilirim, kilometrelerce uzaktaki taşra kasabasına kadar. Fakat ismim pek güzel, kızmayın bana, bağışlayın beni.

İçimde bir Orhan Veli var. Sahile dikilmiş, Mersin’i seyrediyor gözleri kapalı. Yoksul bir Kürt evladı zorla çiçek satıyor. Gülün dikenleri ayıklanmamış, elime batıyor. Ağlasam sesimi kimse duymuyor, gözyaşlarım ise yanaklarımda kuruyor.


İçimde bir Noam Chomsky var. Hakkın rahmetine kavuşamamış; durmaksızın yeni teori ve kuramlar atıyor ortaya. Aynı anda dilbilimci, filozof, tarihçi, mantıkçı, aktivist, siyasi eleştirmen, yazar ve her şey olmak istiyor. Yeter diyorum içimdeki Chomsky’ye. Dur artık coşma diyorum. Durmuyor, ağrımayan başıma dertler yüklüyor.

İçimde bir Van Gölü var. Hem gururlu hem hüzünlü… Her zaman deniz muamelesi görecek, ‘bizim için denizler kadar kıymetlisin’ diye pohpohlanacak. Fakat asla gerçek bir deniz olamayacak, belki de bir gün kuruyacak. Üşenmemiş, canavar da uydurmuşlar; resmen kafa buluyorlar benimle, ayıp ediyorlar.

İçimde bir Beşiktaş var. Hayatıma kimi alsam kariyeri düşüşe geçiyor. Sanki lanetlenmiş gibiyim. Şöhretli tanıdıklarım, kapı açacak torpillerim, elimden tutacak, beni başarılara koşturacak yoldaşlarım yok. Yine de ‘büyük’ diyorlar bana, yaşam liginde tutunamazdım çapulcularım olmasa.

İçimde bir ana muhalefet partisi var. Kıyılarda kasırga gibi esiyor, karaya çıktığında yellenmeden farksız. Solungaçları var, akciğeri eksik. O da olsa insaniyet seçimini kazanacağım. Ama bu cibilliyetle barajı geçsem kardır.

İçimde bir Mehmet Ali Erbil var. Kendini parlak spotların önüne atmak için yanıp tutuşan. Fakat bir o kadar hoyrat ve patavatsız. Yaşımla olgunluğum ters şeritlerde seyir ediyor. Her gün gaflarıma yenisini ekliyorum. Artık sussam iyi olacak.

İçimde sahte bir Che Guevara var. IMF Başkanının konferansına gidecek ve ona Nike marka ayakkabılarımı fırlatacak kadar öfkeliyim. Gerçi yaşamım boyunca hedefi 12’den vurduğum vaki değildir, hem ayakkabılarımın da daha taksiti bitmedi.

Rus salatası
Ruh haliniz. (Temsili)

İçimde bir Acun Ilıcalı var. Canlı yayında affedersiniz tuvaletimi yapsam, reytingler tavan yapar. Fakat elimden tutan yok ki ağabeylerim.


İçimde bir Melih Gökçek var. Rakı masasında yakaladıklarımı ifşa etmek, küfreden sübyanları dava etmek ve ismimi unutulmazlar listesine eklemek istiyorum. Yaşadığım şehirde kimseler eğlenmesin, eğleneceklerse benim parkımda eğlensinler istiyorum. Çok mu şey istiyorum?

İçimde bir Ağrı dağı var. Yolu düşen herkes bayrağını dikiyor üzerime, sanki büyük marifetmiş gibi… Dağlarda maharet olsa insanoğlu halen mağarada yaşıyordu. Bu ne sevinç, bu ne coşku? Bir gün alayınızı tepemden atacağım; sırtıma çıkarttığım gibi, aşağı savurmasını da bilirim.

İçim bol sebzeli bir türlü yemeği gibi. Yazım da Rus salatası gibi oldu. İdare ediverin, içimi daha fazla bulandırmayın. Yüksek müsaadenizle, kapanışı fevkalade şiirimle yapmak istiyorum:

İçimde bir sen var, benden ötürü.

İçimde bir ben var, senden ötürü.

İçimde bir siz var, bizden ötürü.

İçimde bir biz var, onlardan ötürü.

Peki tüm bunlar kimden ötürü ha?


Kimden ötürü?

İlişkileri tüketirken ruhumuzu tükettiğimizin farkında mıyız?


İsmail Pişer
İzmir’de doğdum, Denizli ve Eskişehir’de büyüdüm, Mersin ve Ankara’da okudum, Konya’da ve birçok şehirde yıllarımı geçirdim. Belki biraz göçebe ruhlu olduğumdan, kendimi hiçbir vilayete ait hissetmedim. Hepinizin aşina olduğu o boşluk duygusu, bana yazma tutkusu olarak sirayet etti. Bolca öykü ve deneme yazdım. Yazmak para kazandırmıyor çoğu zaman ama akıl sağlığı için gerçekten hayati olabiliyor.