Nihayet dokundu sihirli değnek bembeyaz bir ’Tekboynuz’ gibi gölgemize. Sen hep yolunu kaybet, ben yolunu bulurum seni bulmanın’ der gibi… Ya da zeki, dost canlısı fakat inatçı bir ‘Midilli’ gibi…
Haydalin, ormanın seyrine dalmışken, kimsenin görmediği bir şey gördü. İlahi bir varlıktı sanki gördüğü. Tüyleri olsa diken diken olacaktı ama tüysüzdü. Saçları kısa ve aklı uzundu; aklı diken diken oldu. Şeffaflığı olan bir beyaz Tekboynuz idi gördüğü. Ona dokunabilirdi; bakirelerin dokunma hakkı vardı o büyülü boynuzlara. Sırf bu yüzden ayrıcalıklı kılınması hoşuna gitmeyecekti bunu öğrendiğinde. Ayrıcalığının farklı sebeplerden olmasını yeğlerdi. Ama saf, masum olmasa ayrıcalıkların şehrinde doğmazdı da zaten. Tutunamayanların şehrinde bir Tekboynuz ile kalakalmıştı.
Tekboynuz Haydalin’e doğru yanaştı ve ona bir şeyler fısıldadı. Haydalin şaşkın olmalıydı fısıldanan dile ama olmadı. Farklı bir dil idi ama anlıyordu. Hem yanlarında başkaları olsaydı; bu dili de anlıyor olsalardı, onları duyamazlardı. Haydalin bir yandan bu telepatik akışın seyrine dalmıştı. Tekboynuz da memnundu halinden. Ne de olsa bir Tekboynuz olarak ruhunun ihtiyaç duyduğu neşeli ve asil ifade biçimi vardı onda.
Ve iyi ki bir Haydalin daha yok, diye düşündü Tekboynuz. Bu ona verilen büyük bir şanstı. Seçim yapması gerekse yapamazdı. E ne de olsa hiçbir Tekboynuz seçim yapamazdı ona bu özellik bahşedilmediğinden.
Haydalin yaklaşınca Tekboynuz’a sarılmak geldi içinden. Sarılırken etrafa sarsıcı güzellikte bir koku yayıldı. İyi ki Tekboynuz ölümsüz, diye düşündü Haydalin. Bu koku sonsuza dek evrende bir şekilde hapsolmalı…
Tekboynuz yorgun, çimenler sonsuz, kelebekler ise hala ölümlüydü. Kelebekler henüz ölümü eğitememişti.
İki tane varlık vardı, aralarından hiçbir şey geçmiyordu ve ikiden fazla da olmak istemiyorlardı. Çünkü muğlak kayıplar vermek istemiyorlardı yine. Gerçi bu onların elinde miydi ki! Herhangi bir şeye, herhangi bir sebepten bağlanabilseler bağlanmış olmaktan korkarlardı; çok kayıp vermişlerdi. Ve iyi ki birbirlerini anlayabiliyorlardı ve yeterlerdi birbirlerine. İki ne de güzel sayıydı şimdi.
Güzel sayıydı iki… Ve yalnızlık daha çok yalnız olma açlığı doğuran ve ansızın yutan bir kara-delikti; beyaz deliğe hiç kapısı olmayan… Son nefeste karabasanla basılan… Hem belki de bu yüzdendi bunca zaman yalnızlığın ışık yılıyla ölçülmesi.
Evrenin duyularımızı, algımızı kukla gibi oynatması bizi hem özgürleştiriyor hem de kısıtlıyordu. Aşk bir dilim küçüldü kapı aralanınca. Tatmin etmedi, hayaller gerçekleri okşamayınca küçüldü ikisinin de beklentileri. Haydalin bir aşıktı ve yabancılaştı bedenine. Tekboynuz dönüşebilirdi ancak derin bakan gözleriyle sonsuza bakan bir kadına; örtüşemezdi gerçekleri.
Tam da bu sebeple sen: Aşk gelirse kapıyı üç kere tıkla. Hatalarını, ayıplarını ört. Gözlerini öp. Utancını sakla.