Yazmak bir ‘şifa’ yöntemi olarak bizi kendimizle başbaşa bırakıyor. Dış sesleri kapatıp kendi sesimizi duymamız için imkan tanıyor. Kalem elimizde, kağıt ile buluştuğumuzda aslında kendimiz ile bir randevu ayarlamış oluyoruz. Bir anlamda kendimize, ben seni dinlemek için sana zaman ayırdım demiş oluyoruz.
Bir bilgenin yoluna çıktığımızda sizi sözcükleri ve dinginliği ile karşılar ve hayret yükleyip yolcular. Yeşim CİMCOZ ile yaptığım söyleşi tamda böylesi bir yolculuğu hatırlattı. Şifalanmak yazının her bir kelimesi ile mümkün ve dilerseniz hep birlikte yolculuğa çıkalım… Sizleri Yeşim ile başbaşa bırakıyorum…
Biyografi: Murat TALİ
Bu çalışmayı ilk duyduğumda yazarak şifalanmak nasıl mümkün olabilir dedim? Sahi, yazarak şifalanmak nasıl oluyor?
Aslında bu soruya yanıt vermek için önce şifadan bahsetmem gerekiyor. Şifa kelimesi artık o kadar sık kullanılıyor ki herkesin tanımı iyice farklılık gösteriyor. Benim için şifa bir süreçtir. Bunu oturtmak çok önemli. Biz ilaç almaya, hızlı çözümlere ulaşmaya alıştık. Semptomlarımızı dinleyip bize neyi anlatmak istediğini, daha derinde neye işaret ettiğini düşünmüyoruz, hatta düşünmeye üşeniyor ya da korkuyoruz. Derdimizin üzerini örtmek ve onu görmezden gelmek daha sık tercih edilen durum oluyor. Bu kadar hız kazanmış, her şeyin hemen ulaşıldığı bir devirde vaktimiz yok bu içe dönüşe. Kendi iç sesimizi örten bir sürü ses var etrafımızda; ailemiz, eşlerimiz, çocuklarımız, toplumun direttikleri, etiketleri, medya ve hatta kişisel gelişim çalışmalarında öğrendiklerimiz. Hepsi bizim sesimizi bastırıyor. Yazmak bir ‘şifa’ yöntemi olarak bizi kendimizle başbaşa bırakıyor. Dış sesleri kapatıp kendi sesimizi duymamız için imkan tanıyor. Kalem elimizde, kağıt ile buluştuğumuzda aslında kendimiz ile bir randevu ayarlamış oluyoruz. Bir anlamda kendimize, ben seni dinlemek için sana zaman ayırdım demiş oluyoruz. Bir de ilginç bir şey vardır, düşünceler kağıda döküldüğünde sizi de şaşırtabilirler. Eliniz bazen dilinizin söylemeye çekindiğini dile getirebiliyor. Yazıyla şifalanmanın farklı yöntemleri vardır. Her birinin farklı etkileri ve amaçları vardır. Yazmak bazen farkındalık arttırmak, kendimizi, anılarımızı deşmek ve ‘bana ne oldu’ sorusuna yanıt almak için kullanılır, bazen hiç bir şeyi farketmek değil sadece içimizi dökmek ve rahatlamak için kullanılır, yani içimizi boşaltmak için , bazen de geleceğe daha güçlü adım atmak için kullanılabilir. Her bir amaca hizmet edecek alıştırmalar vardır.
Yazarak şifalandırma tekniğinden söz açmışken, çalışmalarınızda farklı şifalandırma teknikleri kullanıyor musunuz?

Şifa için yazdığımızda ise aynı çalışmayı tersten uyguluyoruz. Yani hayatın içinde nasıl hareket ettiğimizi yazıyor, oradan soru listesine yanıt verecek ipuçları topluyoruz. Böylece bazı hareketleri neden yaptığımız, hangi itici güç ile hareket ettiğimizi fark edip böyle devam etmeyi seçebiliyor ya da seçmeyebiliyoruz. Bu soru listesi mesela benim kullandığım tekniklerden biridir.
Bunun dışında enerji çalışmalarından aldığım bilgilerle de yazıda çalışıyorum. Çakra enerjilerini sorularla, hikayelerle, çocuk masalları yazarak değiştirebiliyor, sıkıntımızın altında yatan duygusal enerjiyi dengeleyebiliyoruz.
Konu insan olunca heceler de insana dair oluyor, bu durumda tüm hecelerin bir araya gelip yazıyı oluşturduğu bir dünyaya Yeşim Cimcoz olarak nasıl dokunuyorsunuz?
Sorunuzu doğru anladıysam, galiba ben elimde bir kutu kalem, bol kağıt ile bir kapıda duruyorum. Kapıdan geçenlere kağıt, kalem veriyorum ve sonra onlara bir kaç soru ile içlerindeki heceleri bulmalarına yardımcı oluyorum. Tüm heceler çıktığında da ona o heceleri bir puzzle gibi görebilmesini ve bu parçaları bir araya getirmek için farklı seçenekleri göstermeye çalışıyorum. Kendisinden, elindeki verilerden, yaşanmışlıklardan bir değil, birkaç hikaye yazabileceğini fark etmesi için uğraşıyorum. Gerisi ona ve hepimizden üstün güçlere kalıyor.
Yazmak düşüncesi ilk insandan beri vardı ve aslına bakarsanız duvar yazılarından, çizgilerden insanlar hep dertlerini anlatmak ve geleceğe izler bırakmak için yazıyı kullandılar. Yazı gerçekten bu kadar önemli ise neden ona yeterince önem vermiyoruz?
Aklıma ilk gelen okullar oluyor. Doğduğumuz andan itibaren dünyamızı kelimelerle yaratıyoruz. Etrafımızdaki nesnelere, insanlara, yaşadığımız duygulara isim vererek dünyamızı tanımlıyoruz. Kelimeler önceleri bize güç veriyor. Sonra o kelimeler gücümüzü almaya başlıyor. Bu da okulda oluyor aslında. Kelimeler serbest akan, coşku veren, keşif araçları olmaktan çıkıp bizi kategorize eden, sınırlayan, etiketleyen bir güce dönüşüp gücümüzü çalan bir araç oluyor. “iyi yazan” ya da “kötü yazan” kategorilerine ittiriliyoruz. “edebi olmak” ve olmamak kategorilerine atılıyoruz. Düzenli yazılmış, başkalarının söylediklerinden alıntılar yapılmış, belli beklentileri ve şekilleri karşılayan yazılar beğeni alıyor. Farklı cümle yapıları kuranlar, ilginç ve alakasız gibi duran bağlantılar kuranların yazıları o kişileri dışlıyor, farklılaştırıyor. Belki de bu yüzden önem vermemeyi aslında öğreniyoruz. Kelimeler analitik zihnimizde bizi özgür kılan değil, bizi sınırlandıran bir unsura dönüştüğü için.
Yazı Evi ne yapar tam olarak ? Bir hedefi ve misyonu var mıdır?

Mesela Yazı Evi yazmak isteyen, hiç yazmamış olan ama hayalini kuran, yazan ama kendi gibi insanlarla olmak isteyen, yazmaya küsmüş, tıkanmış, yayınlanmış yayınlanmamış tüm yazarlara cesaret vermek için var. Bu bizim ruhumuzu anlatıyor. Yani biz yazma cesareti vermek, onun heyecanını paylaşmak ve yazmaya kim ne derse desin hakkımız olduğunu göstermek için varız. Şimdi bize gelenlerin, gelip büyüyenlerin farklı istekleri doğdu. Yayınlanma cesareti geldi. O yüzden yazı evi artık yayınlanmak ve kitabını basmak isteyenlere de ayrıca bir yol açmayı hedefliyor. Sevgili Nalan Barbarosoğlu ile bu konuda elimizden gelen desteği vermek için bir kaç hizmet tasarlıyoruz. Ama özünde değişmeyen hedefimiz cesaret vermek, yazmanın keyfini yaşatmak, paylaşmak ve kendimizi kendi istediğimiz ölçüde geliştirmek.
Herkes yazabilir mi? Bu nasıl mümkün olmakta?
Tabii ki herkes yazabilir. Yazmak yaptığımız en doğal şeylerden biri. Anlatmak yaptığımız diğer doğal şeylerden biri. Anlatmak istediğimiz şeyleri yazarak anlatmak ise bir seçim. Herkes bunu seçmeyebilir. Bazı insanlar bedenleri ile anlatırlar hikayelerini, bazıları renklerle, şekillerle anlatırlar. Bence aşçılar mesela yaptıkları yemeklerle anlatırlar hikayelerini. Bizler de yazarak anlatırız. İyi yazmak ise kendi sesine gelebilmek, anlatmak istediğini senin istediğin gibi ifade edene kadar üzerinde çalışmaktır.
Yazının değeri ve hayatımızdaki yeri konusunda neler söylemek istersiniz?
Yazı rahatlatır. Yazı özgürleştirir. Ben yazmayı sıcak, boğucu bir odada pencere açmak, denizin kokusunu, serin bir rüzgarla odaya doldurmaya benzetirim. Yazı nefes aldırır. Yazdığımızda problemler hafifler, zihnimizdeki ağırlıklarını yitirirler…dolayısıyla yaşamımızdaki ağırlıkları da hafifler. Şirketlere müzakere eğitimleri veriyorum. Orada bile yazmanın ne kadar eksik olduğunu görüyorum. Gün içinde zihnimize çok güveniyoruz, çoğu zaman düşüncelerimizi yazmıyoruz. Düşüncelerin ortaya çıkarttığı sonuçları kağıda döküyoruz. Halbuki düşündüklerimizi kağıda döksek zihnimize bir pencere açarız ve üst tabakadaki karmaşa gidince, net sonuçlar görebilir, çözüme daha rahat ulaşabiliriz. İletişim zorluğu çektiğiniz birisi varsa, ona bir türlü söyleyemiyorsanız söylemek istediklerinizi, mektup yazın. Gönderin göndermeyin, orası önemli değil. Önemli olan mektup yazın, siz taşıdığınız öfkenin, hayal kırıklığının, üzüntünün ne olduğunu anlayın.
Yazıyı sadece şifalandırmak için değil yazar olmak isteyenlere bir yol açmak içinde kullanıyorsunuz gördüğüm kadarıyla; burada nasıl bir yol izliyorsunuz? Ne tarz çalışmalar yürütüyorsunuz?

Yazı Evinde şimdi Çizgi Roman atölyesi başlatıyoruz. Fantastik kurgu yazma merakı örneğin bir tutku gibidir. O kişileri Mitoloji Arıza Kadınlar atölyesine yönlendiriyorum. Bir de Fantastik öykü yazarları ile görüştüm. Bunlar FABİSAD üyesi olan tanınmış kişiler. Onlar da gelip bizde Fantastik Kurgu seminerleri verecekler. Sadece roman veya öykü değil, yazılabilecek her tür ile ilgili atölyeler koymaya çalışıyoruz. Hatta şimdi Yazı Evi’nin bir yıldır çıkarttığı Yazı Evi Dergisi’ne bağlı bir Dergi Atölyesi açacağız ve katılanlar hem bir derginin her aşamasını öğrenip deneyimleyecek hem de var olan bir dergide yayınlanacak.
Yani, bize gelenlerle konuşuyoruz önce ve belirgin bir talepleri yoksa onları uygun bir atölyeye yönlendiriyoruz. Zaman içinde ihtiyaçlarını hep konuşarak farklı atölyeleri onlara öneriyoruz. Yazı Evinde ben çok destekleyici bir ortam olduğunu gözlemliyorum. Bir atölyede eğitmenimiz katılımcının ihtiyacını görüp ona başka bir atölye tavsiye edebiliyor. Yeni birkaç oluşum daha var bu sene. Hayalet Yazar yetiştirmeyi ve insanlara bu meslek ile yazarak para kazanabilme imkanı vermeyi planlıyoruz. Bir de yayına giden süreçte destek veriyoruz. Mesela kitabı tamamlanmış bir yazarımız var. Onun kitabının son haline gelmesi için editörlük hizmeti veriyoruz. Daha sonra kitap dosyasını hazırlayıp, uygun bir yayınevi seçimi yapmasına destek oluyor, sonra da onun dosyasını biz kendi elimizle yayınevinden randevu alarak teslim ediyoruz. Kitabı alınır, ve bir yayınevi tarafından basıma karar verilirse ve yazarın talebi olursa, kitap çıktıktan sonra onun tanıtılması ile ilgili de bir süreci oluşturuyoruz şu anda.
Günlük tutmak bir şifalanma yöntemi olabilir mi?
Kesinlikle olabilir değil, olmalı. Günlükler çok değerlidir. Sanıyorum bu konuda yaşanan en büyük tedirginlik o günlüğün birisinin eline geçmesidir. O yüzden serbest yazamayabiliriz. Bilmiyorum ne demeli bu konuda ama herkesin günlüğü deşifre olmamıştır. Ben günlük tutmadan yaşayamam. Her gün yazmıyorum günlüğüme. Arada sırada bir şeye yoğun bir duygu taşıyorsam yazıyorum. Genelde yazımı bitirdiğimde daha net bir bakış açısına sahip oluyorum, öfkem varsa azalmış, hatta olayda kendi payımı da görmüş oluyorum. Bazen anlık kızgınlıkların, dönemsel sıkıntıların üzerinde konuşmak ilişkilerimizi daha da kötüye götürebilir. Öyle dönemlerde yazarak dile getirmek bizi rahatlatır ve o ağır dönemin içinden bizim için çok değerli olan ilişkimizi korumuş olarak çıkarız. Günlükler kronik hastalar ve onların ailelerinde hastalığın çaldığı gücü bir derece de olsa geri verebilir. Ortak bir günlük tutarak boşanmadan dönen evlilikler vardır. Günlük iyi bir şeydir.
Çok güzel bir söz okumuştum bir zamanlar. Yazıyla Terapi konusunda daha sonra internet üzerinden eğitim aldığım uzman bir yazarın kitabında diyor du ki “Ben hergün kendini yeniden yazan bir hikayeyim.” Bu tanımla kalmak isterim ama sorunuza haksızlık olur. O yüzden şöyle demeliyim… Çocukluğum Türkiye, İngiltere, Nijerya ve Amerika’da geçti. Okumaya doyamadığım için yazmaya başladım. Hikayelere doyamadığım için dinlemeye başladım. İnsanların acıları canımı çok acıtsa da ayakta durabilmelerine hayran olduğum için şifaya başladım. Hepsini bir araya getirdim ve sanırım yol beni seçti.
Bu sene Hasandağının eteklerinde Aşıklı Höyük Kazı evinde bir hafta misafirdim. Orada hayatın bu koşuşturmadan çok farklı birşey olduğunu anladım. Durmayı, hiç birşey yapmadan, okumadan, yazmadan, müziksiz, konuşmasız ‘olmayı’ deneyimledim. Bir dağ içimi doldurdu ve bana hayatın aslında çok basit olduğunu hatırlattı. Kelimeler içinizde birikmesin, onları akıtın, atın ve o zaman hayatın çok basit ve sade olduğunu hatırlayacaksınız. Bir gün yolunuz düşerse de mutlaka Hasandağı’na gidin…benden de selam söyleyin.
Biyografi : Yeşim CİMCOZ

Yazarak özgürleştiren bir çalışma Kahramanın Yolculuğu… Detaylar için http://yesimcimcoz.com/kahramanin-yolculugu/
https://www.facebook.com/YesimCimcozYaziEvi



