Ben isteseydim eğer

Aile en çok bu işe yarıyordu sanki, büyüklerin yarınlarını, beklentilerini, hırslarını, idealarını, kaybettiklerini, kazanmak istediklerini ve düşlerini geri getirecek olanlar çocuklardı ve aile de bunu sağlamak için oluşturulmuş bir kurumdu. Hayal üretim fabrikası gibiydi ebevenyler, onlar hayal ediyordu çocuklar o hayallerin kahramanı oluyordu…

Ben isteseydim eğer…

Evet, ilk cümlem bu şekilde oldu bu yazıya başlarken “Ben isteseydim eğer”. Ben isteseydim neler yapabileceğimi görmek istedim bir anda.

Aklıma ilk olarak onlu yaşlarda iken çıktığım para kazanma yolculuğu geldi, kazanamayıp kendimi ezik ve boğulmuş hissettiğim zamanlarda başımı dik tutup bu yaşadığım garip ruh hallerine teslim olmayıp, hayatıma yeni bir yol çizebilirdim, fakat acılar denizinde yüzmenin kaderimsi yalnızlığı, beni ve zihnimi o yaşlarda girdiğim karanlık kuyuda yaşamaya daha yakın tutuyordu…


Okul hayatında sevdiğim kıza duygularımı söyleyemeyip yıllarca içimde büyüttüğüm utangaç ve kelime yutan sessiz çocuk olmayı reddedip sevdiğimi haykırabilirdim “Ben isteseydim eğer”.

Fakat burada da içimin teslim olmuş yalnızlığına yenilip, kaybedenler kulübünde diğer yanım ile savaşmaya karar vermiştim tabi ki kazanan her zaman hayatın içindeki kendisini yok sayan tarafım oluyordu. Güçlü olmak mı? En uzak ihtimal, aydan gelen sihirli bir değnekle bulunacak bir şeydi belki benim için…

Hayata adım attığımda kendimle yüzleştiğim her an bir kaçış yaşıyordum kendimden içine kapanık, sessiz, zararsız, başını sürekli önüne eğen, sokakta yürürken sadece yolu gören masum çocuk hızlı büyüyordu, ama yalnızdı hep kendi içinde. “Ben isteseydim eğer” kırk sene sonra hatırlanacak hikayeler yaşatırdım o çocuğa ben istemediğim için o çocuk başını hiç kaldırmadı yerden, masum bir kimlik onun kaderi gibi sahiplenip o hallerini ilerledi sokağın ortasından evine doğru…

Ev, aile, anne, baba, kardeşler, komşular, arkadaşlar, sevdiğim kız ve ben. Hepsi ile ayrı ayrı sınavlarım var idi sanki, annemin yaşattığı hastalıklı ilişkiler yumağı, babamın aile içindeki olmasam daha iyi davranışları, kardeşlerin büyümeye çalışırken çekiştirdiği kollarım ve komşuların arkamdan konuştukları alay ettikleri başı önde eğik yürüyen hallerim.

“Ben isteseydim eğer” bütün insanlardan alacaklı olup, başımı düşüncelerine sokardım, aymaz, şımarık davranıp hepsinin lafını beline dolayıp içten bir küfür savururdum, babamın eline verip ellerimi dolaştır beni derdim kapatılan bütün duygularımızı özgürleştirerek, kardeşlerimi anneme terk edip giderdim sokak sokak ayyaşlar gibi gece yarılarına kadar.

Ben isteseydim eğer

“Ben isteseydim eğer” yaşantımın kör noktalarına ışık tutardım mesela, kolundan tutup alırdım benim için doğru olduğuna inandığım şeyleri. Ben istemediğim için alınıverdi doğrularım, sevinçlerim, sevdiğim herşey, yaşantımdaki gündüzlere gebe gecelerim, yarınlara dair umutlarım. Kaybolmuşluğumun esaretinde kaybolup giden ben vardı bir tarafımda.

Oysa ben kendimden öte yaşıyordum hayatı. Ellerim gecenin karanlığında kapanan gözlerimin ardından uzanıyordu hastalıklı bedenlere şifalandırıyordu dereyi geçip tahta kapımı çalan herkesi. “Ben isteseydim eğer” hastalaşan aklımı, yüreğimi, düşüncelerimi, sessizliğimi şifalandırıp büyütürdüm beni…

Suçsuz olduğum kadar, yüreksiz olduğum için yediğim dayaklar geliyor aklıma. “Ben isteseydim eğer” bana bir fiske bile vuramazdı beni doğuran ile doğurtan. Her parmağın ayrı hesabı vardır yüreğimde ve ayak izinin tenimde. Ben isteseydim eğer, benden başka benler çoğaltıp hesabını sorardım benden, bu kadar suskunluğun badiresini bana çektirdiğim için.

“Ben isteseydim eğer” sevdiğim kızı kolundan tutar, seni seviyorum derdim ve alıp onunla yola çıkardım, mutlu olurmuydum bilmem ama mutluluk için yola çıktım diye avuturdum kendimi en iyi ihtimalle. Ama ben isteyemediğim için, olmayan bir ayrılık ile ayrışan yolların kesiştiği günde, makus talihime binlerce kez küfredip bir kez daha gitmesini istedim hayatımdan beni doğuran ile doğurtan insanların.

Öyle ya başı önde eğik, söz dinleyen, itaatkar ve teslim olmuş çocuktum ben ve karar veremeyecek kadarda beceriksiz. Ölüp giden ruhumun derinliklerine inen ellere teslim ediyordum seviye dair ne varsa ve ben halen “Ben istesydim eğer” düşleri ile büyümeye devam ediyordum…

Bütün günler, teslimiyeti zengin, karakteri düzgün, aidiyeti tescilli, emirlere itaat eden, sıradışından daha fazla sıraiçi olan ve kölelerin bile özgür olduğu çağda bütünselliğiyle kendi varlığını köleleştirip, kabullenemeyeceği bir hayata adım atan ve yine “Ben isteseydim eğer” büyük adam olurdum ve mutlu olurdum nidaları ile çalışma hayatına atıldım.

Belki de çalışma hayatına çocuk yaşta başlamamdan ötürü pek atılmak değilde evrensel kölelik düzenine geçiş yapmıştım. Artık bir işçi idim ve gelecek artık kurulacak kadar yakın değildi ve yine “Ben isteseydim eğer” bütün dünyanın icatlarını yapabilirdim.

Kaçıncı çağda yaşıyorduk ki biz ve hangi kendini bilmez bana zincir vuracakmış, ben hür doğdum hür ölmem gereken bir bireyim ama nerede daha ilk anda kelepçelenen ve prangalara vurulan varlığım bu düşünden ve düşüncesinden çok ama çok uzak idi. “Ben olsaydım eğer” bütün dünyanın çocuklarını toplayıp anne ve babalarından, hepsini özgür bırakırdım. Bir tek kendilerine ait dünyanın tam orta yerine getirir sadece sevgi içinde ve kendi kararları ile büyümelerini sağlardım…

“Ben isteseydim eğer” büyümezdim mesela, hoş çocukluğun sancıları var olsa da yaşanan her şey o an için bir oyundan ibaretti. Büyüyünce anladım oyunlarında can yaktığını, bedeller aldığını ve acı çektirdiğini.

Büyümeyi matrah bir şey sanıyordum, kırk yaşında olmak çok bilge olmak ile eşdeğerdi benim için, bu yüzden daha çocukken işe giderken o küçük ve yorgun bedenimle bütün büyüklere yer verirdim onlar daha çok yorulmuşlar ve hak ediyorlar diye. Mesele büyümek değildi mesele büyürken içindeki çocuğu da kendi yanında götürmekti sanırım bunu başarabildim bazı durumlarda. Fakat o kadar çok saklamışım ki içimdeki çocuğu “Ben isteseydim eğer” onu hep ortalıklarda büyütürdüm…

ben isteseydim eger

Bütün insanlık çocukların elinden geleceğini alıyordu. Bir tas fazla çorba için sokaklara salınan çocuklardan hesap soruyordu babalar, bugün bizim için ne kadar kazandın, sanki bugün allah için ne yaptın der gibiydi yoksa ilahlaşan baba kendi krallığının efendisi olduğunu göstermek için mi bunca çabaya giriyordu.


Bugün bizim için ne yaptın “Ben isteseydim eğer” kendi geleceğimi toplayıp o anda teslim etmek isterdim ellerine. Verilecek ne varsa hepsi sizin olsun demek için. Böyle yazdığıma bakma, büyüdükçe gördüğüm şey şuydu onların en iyi bildiği davranış modeliydi ve böyle biliyorlardı. Gel gör ki çocuk olan aklım bambaşka yorumluyordu yaşanan her bir deneyimi ve diyordum ki “Ben isteseydim eğer” sen olmazdın bu dünyada…

“Ben isteseydim eğer” istememişim işte bir şey olmayı. Hayatıma katardım bütün mümkün olan şeyleri. Bir bilim adamının deney tüpünü satın alıp, bir mikroskop altında yüreğimin sancılarını incelerdim ve kahkahaların özgül ağırlığını bulurdum, ispirto ile yakılan deney ocağında.

Gözyaşlarım, kaynayan duygularımın tercümanı olup yağardı masa üzerindeki tozların üzerine, çamurlaşan öykülerimden çiçekler büyütmek adına. “Ben isteseydim eğer” en soluk renkli kitapların içinden mutluluk hikayeleri çıkartıp çocuklara masallara okurdum, geceleri rahat uyusunlar diye. Bana masal anlatan bir cırcır böceğinin kanatlarından süzülürdüm bulutlara.

büyülü düşler

Adını kaybetmiş olanlara isim verirdi ya Dede Korkut bana ilk vereceği isim Kork’ut olurdu aklı korkan ve ödüne karışan çocuk. Çünkü bütün duygularını içine atıp susan ve insanları üzmemek adına kendi aklını korkulara çalan çocuğa da bu isim yakışırdı ancak. “Ben isteseydim eğer” bir sene önceki ben olurdum bütün yaşanmışlıkların hesabını sorardım şu anki kendime. Ne çabuk büyüdün, ne çabuk tamamlanma yolunda kendine yollar açtın, neden bu kadar hızlı hiçliği kabul ettin diye…

Karın ağrısından çıkan bütün çığlıklar ılık suya atılmış şekerler ile bastırılmaya çalışılırken. Şerbetin boğazı yakan tadı hatırlanmaya devam eden bayram lezzetleri gibi iğreti duruyordu. Çünkü bütün yılın öcünü alır gibi tüketilen şekerler sonrasında yine karnıma ağrılar giriyordu. En çokta en ağrılı sahnesinde apar topar hastaneye götürülmem olmuştu.

Oysa sadece şekerden ağrımıştı karnım fakat ben ilgisizliğe gözyaşı döküp katlanmıştım ikiye tüm gün… Doktorlardan iğne yemek bile mutluluk idi en çocuk zamanların içinde…

“Ben isteseydim eğer” okullardan okul beğenirdim. Bir profesörün yamağı olurdum, Albert Einstein’den e=mc2’nin Immanuel Kant’tan “salt aklın kritiği”nin eşiğini aşacak kritikler alırdım, bilişsel felsefenin, deneysel psikolojinin, kör aksak yolların, balkabağından at arabası yapan perinin yaşamı şekilendiren tozlarını serperdim, bütün bilgilerin üzerine.

Hayatı güzelleştirdiğini iddia eden her adımsız varışların köprüyü geçerken ayıya dayıya diyen büyüklerin ellerinden alırdım bilmeyen hallerimi. “Ben isteseydim eğer” kendimi aldığım bütün öğretilerden, yarına verilen diplomaları bir araya getirip mezun ederdim kendimi hayat okulundan…

Derin bir off çeken büyüklerin nefeslerine imrenip, ermişlik yolunda derviş olmaya karar veren çocuk hallerimi dereden geçirip köprüler kurardım parmak uçlarımdan. En yeşil vahalara, en kahverengi toprağın kokusunu ekleyip, bütün kuzuları otlatırdım avuçlarıma doldurduğum katırtırnakları ile. Ah büyümüşlüğümün alacaklı olduğu çocukluğumun bütün kahramanları sizlerle büyümek mi güzeldi, yoksa hiç olmasaydınız da ben tek başına mı büyüseydim bilemedim şimdi.

“Ben isteseydim eğer” elimde tahta bir asa ile orman yollarını katedip ılıman iklimleri çağrıştıran mağaraların duvarlarına yazardım bildiğim bütün şiirleri. Belki de şair olurdum hasadını öykülerinden çoğaltan ya da tanınmış bir yazar olurdum, hikayeleri ile herkesi uyandırıp kendisini uykuya daldıran.

ben isteseydim eger calisma

Sevmenin ayıp olduğu komşu kızı gülüşlerinde ayıklardım kendimi. Kalburüstünde kalan son buğday tanelerinden bembeyaz umutlar öğütürdüm değirmende. Dibek taşında dövülen çocukluğumun, bakkaldan ekmek almaya gitmeyen bacaklarımdan intikam alan babamdan, alacaklı olduğu tarlalar satın alacağım gelecekten. “Ben olsaydım eğer” babam olur, çok ama çok severdim beni. Belki de biraz annem olup koklardım saçlarımı ve severdim hiç unutulmayacak kadar çok kokular sürerek tenime.

Hayal üretim fabrikası gibiydi ebevenyler, onlar hayal ediyordu çocuklar o hayallerin kahramanı oluyordu…

Bu büyümek en çok büyütenlere yaradı sanki. Hiç çocuk olmamış büyüklerin büyütmeyi beceremediği çocukların gülümseyişlerini çoğaltıp ödünç vermek isterdim onların çocukluklarına… “Ben olsaydım eğer” en büyük sevinçleri bir bilyanın içerisindeki renklere çizip doldururdum avuçlarına çocukların.

Ceplerinde kahkahalar taşıtırdım, yamalı pantolonlarının dikişlerine yazardım “benden sevgi çoğaltın kendi yarınlarınızı değil”. Aile en çok bu işe yarıyordu sanki, büyüklerin yarınlarını, beklentilerini, hırslarını, idealarını, kaybettiklerini, kazanmak istediklerini ve düşlerini geri getirecek olanlar çocuklardı ve aile de bunu sağlamak için oluşturulmuş bir kurumdu. Hayal üretim fabrikası gibiydi ebevenyler, onlar hayal ediyordu çocuklar o hayallerin kahramanı oluyordu…

“Ben istesydim eğer” çocukken büyümenin farkına varıp, dur demem gereken herkese dur derdim. Onlar bildikleri doğruları dayatırken ben bildiğim doğruları kaybediyordum tek tek. Bir dünyayı güzel kılacakken bir dünya cehenneme dönüyordu göz göre göre ve ben söz hakkı bile isteyemiyordum benliğimin sahibi olanlardan.

Adil değildi diyemiyorum çünkü herkes en iyi bildiği rolü üstlenmişti bu hayatta ve “Ben isteseydim eğer” bu oyundan ilk anda çıkar kendi gerçekliğimi inşa ederdim…


Eğer çocuklarınız varsa ve çocuk düşünüyorsanız, hayatınızın bir çok yerinde kalmış “Ben isteseydim eğer”leriniz varsa bırakın onlar ne istiyorsa öyle olsun hayat. Bizim gerçekliğimiz bizi ilgilendiren yaşanmışlıklarla dolup taşıyor ve onların masum hayallerine engel oluyoruz kendi yoksulluğumuzun ve yoksunluğumuzun diyetlerini ödetir gibi. “Ben isteseydim eğer” dünyayı değiştirirdim diyorsanız eğer, istemenin tam zamanıdır şimdi ve değiştirin tüm dünyanızı…

Labirent: İnsanın benlik keşfi sürecinin sembolü


Murat Tali
1971 yılında İstanbul’da doğdum. Doğduğum günden beri AŞK’ın ve sözcüklerin peşinde koşturmakta ve hayatın anlamını kendime anlatmaya çalışmaktayım. Okul yıllarında kopartılan sayfalara kazınan şiirler ve denemeler ile kendimi en iyi, yazarak ifade edebildiğimi ve anlatabildiğimi fark ettim...