Ruhsal Teslimiyet ve Sevgili

Teslimiyetin ardından Uyanış ve İlahi Aşka kavuşma; ‘Sevgili’ sizin uyanmanız için sizi bekleyendir…

İnsanın doğumuyla ölümü arasındaki süreç, yaşam yolculuğuysa insanın gerçek anlamda kendi gücünün algısıyla doğduğunu da kabul ediyoruz diye düşünüyorum.

teslimiyet-Sufi-Fusion-indigodergisi

Kişi bebeklikte anne-babayla, çocuklukta ailesinin, arkadaşlarının ve öğretmenlerinin ve yetişkinlikte de çevre ve toplumun algısıyla yaşama itilir. İnsanın kendi gücünün algısı pasifleşleştirilerek, toplum içinde, toplumla uyum içinde yaşamak için pasifleştirilir; rol modeller içine sokulmak istenir. Baskılanan insan ruhu zaman içinde kaybolmuş bir çocuk gibidir artık.


Arıyordur; ‘Ama neyi?’

Yeryüzünde zamanımızı geçirmek zaman zaman oldukça zorlayıcı, zaman zaman muhteşem anlara eşlik eder. Aklın ve ruhun belli niteliklerini geliştirmek; başarı, güç, zevk, güven gibi pek çok yanılsamanın içinde ilahi kimliğimizi unutup daha yüksek bir oluş seviyesinden uzaklaşarak uyanışa geçmek noktasından uzaklaşabiliriz. Bu yanılsamanın farkına varmak, uyanış merdivenin ilk basamağı olabilir. Birdenbire bir mum yanar ve gittikçe büyüyen bir alevle yaşamınızı aydınlatan ilahi bir ateş çemberine dönerek sizi sarmalar. Bu noktada; ‘Ben kimim?’ sorusunu sorabilirsiz…

Yaşadığınız olaylar, ilişkiler sizi sevgiliye götüren merdivenin basamaklarıdır, zihnin tuzaklarına düşmeden, kalbinizdeki ateş kıvılcımını her olayla birlikte daha da alevlendirerek merdivenin basamaklarını aşkla çıkmak, her basamakta şükürle dolmak, teslim olmak, kaybolduğunu sandığınız sizi, size biraz daha yakınlaştırır. Ve siz her yeni ben’le birlikte daha da zenginleştiğinizi görerek biraz daha ışıldarsınız. Bu zenginlik ne parayla, ne itibarla, ne şan, ne de şöhretle ilintilidir. Oysa insan yaşamın yanılsamasına kapılıp, tüm bunların çevresinde yaşamını planlar bir yandan. Ne büyük bir ironi. Önce kayboluşu planla. Sonra kendini bulma serüvenine çık!

Bir kadın olarak biliyorum ki yaşadığımız pek çok yaşam zorluğunun içine doğuyoruz. Her birimizin kendine, yaşamın bizlere biçtiği rollere tutunarak yürüyüp, rollerde kaybolup sonra bir gün, bir an aslında kendimizi aradığımızın bilincine varıyoruz…

Büyüdükçe kendi yaşadığımız toplumun algısının malum baskılarıyla donatılarak kendimiz olanın üzerine kat kat örtüler dolanıyoruz. Zamanla bilinçsiz bir noktada kadınlar olarak,  kurban zihniyetine sahip oluyoruz. Yetişkin olmaya başladıkça öfke, korku ve endişe gibi duyguların esiri olarak idare edilmeye başlıyoruz. Bu zihin karmaşasının içinde, bu zihniyetin esiri olarak biri bizi dürtmeden, sertçe iteklenmeden, ya da yere kapaklanmadan anlayamıyoruz nerede olduğumuzu…

[quote]Oysa sadece fark etmek bir anlık bir uyanış anıyla başlayabilir. Sadece bilinçsizlik batağının üzerine çıkmayı ve diğer türlüsünü seçmeyi bilmek aşamasına gelmek yeterlidir.[/quote]

Kişi kendi yaşamının sorumluluğunu üstlenerek; kendini daha tam ve derin anlamda sevme sürecinde bilinçli olarak, şu anda olduğu haliyle gücü ve zayıflıklarıyla kendini kabul ederek, kendini ve diğerlerini tümüyle bağışlamaya istekli olarak ve son olarak geçmişi salıvererek kayboluşunu ve kurban bilincini salıverir.

Kim olduğuyla ilgili önyargılı kavramları salıvererek bunun yerine, ruhsal gücümüzde sınırsız ve görkemli olmayı seçebiliriz.
Sevgi, kabul, teslimiyet, affetme ve salıverme… Bunlar öz-yetkinliğin sırları oysa. Özün ortaya çıkması için insanın bu sırları idrak etmektir aslolan gerçeklik.

İnsan, gerçek insan olmaya bu noktadan sonra, yüksek bir seçimle, yüksek ruhsal bilinçle yaşamayı seçerek geçer. Her zaman çok istediğimiz ve hak ettiğimiz içsel barış, mutluluk ve kişisel gücün sorumluluğunu taşıdığımızı idrak edebildiğimizde ve bu özellikleri içimizde oluşturduğumuzda yaşanır bir hale gelir. Artık içsel güzellik ve ihtişamımızı ifade etmenin peşine korkusuzca düşmeye adım atmak daha kolaydır.

Üç ay kadar önce eşimle birlikte bıçaklı bir saldırı deneyimi yaşadım. Saldırganın beni korkuttuğu kadar ben de bir an ona tepki vererek hiddetlenmiştim. İçimden yükselen korku, yerini yüksek bilince bırakarak, bunun benim deneyimim de olsa, benim aşabileceğim bir teslimiyet alanım olduğundan, daha çok onunla ilgili bir yüksek deneyim hissiyle dolarak yaşadığım olaya teslim oldum. Teslim olduğum anda ben oradaydım ama ne zarar vardı ne de ziyan. Ne saldırgan zarar görmüştü ne de biz. Neyse ki o anda olay yerine gelen iki kişi saldırganı olay yerinden uzaklaşması için ikna edebilmişti.

O gün için, kendime, kendi özelimize ve bizim için kutsal olan yerre, yaşam alanımıza saldırılmasına karşı hissettiğim şoku yaşamaya izin verdim. Bu korkunç irite edici bir histi ama olayın ertesi günü uyandığımda, bu olayda mağdur bir kurban gibi hissetmemeye karar vermiştim. Sonuç olarak deneyimdeki hediyeyi görmüş ve kendimi bu lütfu alabilmek konusunda güçlendirebilmiştim.
Seçmediğimiz sürece kurban olmak zorunda değiliz. Bunun yerine gerçek anlamda yetkili hale gelebiliriz. Teslimiyetin sırrını fark etmiştim.

Neden teslimiyet?

Kurban bilinci yerini güçlü ve yetkili bir algıya bıraktıkça, bizler, arzularımızı gerçekleştirmenin tohumlarını ekmeye başlıyoruz. Böylelikle, sezgi ve önsezilerimiz üzerinde ciddi anlamda çalışarak ileriye taşınır ve dopdolu yaşamlara ulaşabiliyoruz.
Bu süre boyunca, belli engellerin bize meydan okuması ve orijinal plan ve zamanlamamıza uymayan durumlarla karşılaşabiliriz.
Bu duruma en uygum çözüm, teslim olmak ve ilahi sürece, ilahi zamanlamaya ve evrenin yoldaki her adımda bizimle birlikte yaratıyor olduğuna inandır. Bu, zaten her birimizde nüvesi olan ve kişi alevlendirdikçe büyüyen temizlik mabedidir. Dışarıda aradığımız ancak bize en yakın yerde, kendi özümüzde, canımızda bulunan canandır. Ve bazen bizim bir adım geri atıp, evrenin kendi işini yapmasına izin vermemiz yerinde olur.
Eğer olayları zorlayıp direnç yaratırsak sonuçlar öngördüğümüzün aksine olumsuzlaşır. Diğer yandan eğer teslim olup güvenirsek, olanların mükemmel zamanlama içinde, kolaylıkla ve zarifçe, tasarladığımızdan çok daha iyi bir şekilde olmasına izin verdiğimizi görürüz.
Bu, evrenin işleyiş biçimidir ve mükemmeldir. Gerçekten izin verebildiğimizde ruhsal yolumuzun neresinde olursak olalım, bir yerlere ulaşıncaya kadar karşılaşacağımız en muhteşem deneyimlerden biridir.  Ben de yolculuğumda, yaşam yolumdaki her basamağa ilerlediğimde yaşamın oyunları tarafından yakalanıyor ve teslimiyet sanatını yeniden öğreniyorum.


Teslimiyet; iş yapmak ya da düşlerinizi gerçekleştirmek anlamında tembel ve pasif bir yol olarak görünse de; Gerçek şu ki göremesek bile, özümüzün gerçekten içten ışıldadığına inanmamızdan daha büyük bir inanç ve güven yoktur; gerçek bir teslimiyete vardığımızda önce kendimizle barış içinde, sonra da yaşamla barış imzalayarak yolumuza devam edebiliriz.

Bu muhteşem hediyeyi alıp, teslimiyeti yaşadıkça isteklerimiz de daha çabuk yerine gelir. Çünkü kendi yolumuzun üzerinden çekilmiş oluruz. Nereye bakarsanız bakın bulamadığınız çözümler; sihirli bir şekilde ortaya çıkar. Bu; bu kadar basit!

Siz, sizin mutlu olmanızı istiyor musunuz?

Eğer cevabınız evetse, evren de bunu istiyor, buna inanın.  Saplanıp kaldığınız her defasında ve işler umduğunuz gibi olmadığında; sadece “Serbest bırakın, Tanrıya bırakın.”
Sizin buna değer olduğunuzu, değerli olduğunuzu bilin yeter.

Teslimiyet, pasif bir hal değil aksine üst noktada bir bilinç halidir ki beraberinde bağışlamayı da getirir.  Bağışlama, uyanış hali içinde olmanın en üst rütbesidir. Kendimizi ve diğerlerini temelden bağışlama bizi daha yüksek bilinçlilik ve uyanış haline sokar. Ve yaşamın sunduğu mucizeleri deneyimlememizi sağlar.

Peki öyleyse şöyle diyebilirsiniz; ‘Tüm bunlar kendimizi hep bu hallerde yaşamaya zorlamak anlamına mı geliyor?’ Tabii ki değil! Ama kendimiz olana seslenerek; bu hallere daha çabuk uyumlanmayı isteyebiliriz. Uyanışın anahtarı, var olmanın düşük seviyelerinde olduğumuz an ve günlerin farkına vardığımızda, kolaylık ve zerafetle kendimizi yükseltmenin cesaretini kendimizde buldukça çalışır.

‘Uyanmak uyanmak’ diyoruz da nedir bu uyanış?

Yaşamlarımızı oluştururken neden bu denli önemli?
Uyanış hali, kendini idrak ve eninde sonunda mutluluğa erme halidir. Teslimiyet ve iman sanatında ustalaştığımızda, kendimiz ve diğerleri için lütuf, minnettarlık, güzellik, merhamet, bağışlama ve ilahi aşk haline girmek çok daha kolaydır. Ve bu; BİR olmayı, Birliğin anlamını idrak etmeyi bizlere hediye eder. Bir olma halinin hediyesi; ayrı ayrı yerlerde yaşasak da büyülü ve toplu bir halde; dünyada cenneti yaratmakla eşdeğerdir.

Öyle zamanlar yaşarsınız ki bu farkındalık basamağı sizin içinize ekilmiş olan minnettarlık tohumlarının büyümesine, yeşermesine ve gönlünüzde gün be gün açan gül bahçelerini görmenize sebep olur. Tasavvufta sözü edilen bülbülün güle gönül verdiği gönül de işte bu gönüldür. Minnetarlıkla yaşayan kişi, hiçbir şeyi ve hiç kimseyi hafife almadan, tüm yaşama mucizevi bir gönül penceresinden bakar artık.

Bize bahşedilmiş güzellikleri görebilmemiz için her olayla birlikte hediyelerimiz gelir, görebilen gözler bunu görür, duyabilen kulaklar o eşsiz melodiyle yaşamı dinler, yaşam ihtişamıyla orada bizim için vardır. Onun içinde sürekli cennetin ırmakları akar, kuş sesleri çınlatır göğü yeri. Aynı güzellikleri yaşamda herkesin görmesi içindir artık tüm çaba. Bunu gerçekleştirebildiğimizde, aynı güzellikleri yaratabilme sanatında ustalaşırız. Her zaman iyiye ya da kötüye odaklanma seçimlerine sahibiz. Bu bir yanılsamadır. Her gün minnettarlık duyabileceğiniz şeyler üzerine odaklanarak şükranla dolun. Size lutfedilen hediyeleri siz de vermek konusunda cömert olun.

Size bahşedilen lutuf hali  içinde yaşamak, dış olay ve durumlardan bağımsız olmak, zihinsel ve duygusal anlamda merkezlenmiş ve topraklanmış olmak demektir. Her anda, aldığınız her nefesle birlikte yaşamın armağanını hissedebilir, insanlar ve olaylar içindeki en güzeli görebiliriz. Güzeli gören gözler olabilmek, her şer’deki hayra teslim olmaktır.

Güzellik hali lütfediyse bir de insana, lutufların lutfu; içten dışa parlama, aşkla yanma, insan olma hali yaşanır olur… İnsanın içindeki güzelliğin varlığını onurlandırmak, yaşamın ve doğanın güzelliğini daha büyük bir saygıyla idrak etmektir. Bizim bir etkimiz olmadan var olmuş olan doğanın güzelliği, küçük bir hareketle yaşamlarımızda güzelliği yaratabilmemiz adına sınırsız bir kapasiteye sahip olduğumuzun en önemli göstergesidir.

Tüm yaşamın içindeki dengeyi kavramak…

Bu dengeye gelebildiğimizde içimizdeki sonsuz merhameti ve daha büyük resmi görebiliriz.
Bilinçli veya bilinçsiz insanların, sahip oldukları bilinç seviyesinde ellerinden geleni yapmaya çalıştıklarını da görürüz. Kişi hangi idrak noktasındaysa o noktadan yaşamını sürdürüp, seçimlerini yapıyordur. İşte bu farkındalık, beraberinde merhametli olmayı, kabul duygusunu getirir ve diğerlerinin de gelişmelerine yardımcı olur.


‘Benim hayatımın anlamı nedir?’ diye sorabilirsiniz. Bu sorular sizi bir süre sonra sonsuz bir yolculuğa çıkaracak; Gerçek doğamız olan ‘Kendimizin’ ilahi aşkına doğru…


Hale Karaarslan
İndigo Dergisi’nde Yazı İşleri Müdürü ve Yayıncı olarak görev yapıyor. İndigo Dergisi’ni kendisi ve yazarlar için bir okul olarak görüyor. Yaşama ve insana dair pek çok şey öğrenerek, yürekleri sonsuz güzellikle çarpan bir sevgi ailesinin içinde her gün biraz daha maskelerinden arınarak, özünü, kendi olanı buluyor. İki harika çocuğunun öğretmenliğinde ve eşinin her konuda kendisini destekleyen sevgisi eşliğinde öğrenmeye devam ediyor. İstanbul ve Marmaris'te yaşıyor.