Neydi bu husumet, neydi bu kavga? Nasıl bir hal almıştı bu kutuplaşma? Unutulan şey saygı mıydı, insanlık mı yoksa? Hayalleri hiçe sayılan, iki genç olmuştu sonunda…
Elif, bir mağazada kasiyerdi. 24’ünü yeni devirmişti. Beline kadar uzanan saçları, kahverengi gözleri vardı. Baskıcı bir ailenin, en küçük kızıydı. Zaman zaman bu baskıdan sıkılırdı fakat evdeki huzru kaçırmamak için ailesine bu durumu hissettirmezdi. Hassas bir kişiliği vardı, çabuk kırılır, çabuk ağlardı. Duygusal ve iyi niyetli oluşu, herkes tarafından bilinirdi. Mehmet, belki de onu bu yönleriyle kendine yakın buldu. Mehmet de aynı mağazada müşteri temsilcisiydi. Elif’ten bir yaş büyük olan Mehmet, onu ilk gördüğü günden itibaren hayallerinin konuğu, şiirlerinin konusu edivermişti. İki genç ne vakit göz göze gelseler, içlerinden bir şeyler kopuyordu sanki… Yürekleri yanıp gidiyordu, gözleri farklı parlıyordu. Aşk değildi de neydi bu? Mehmet ve Elif, birbirlerinde görüyorlardı mutluluğu.
Günler geçiyordu, Mehmet ve Elif birbirlerine daha sıkı bağlanıyordu. Sanki geçen her saniye, aralarındaki halatı daha sıkı hale getiriyordu. Mehmet, Elif’in sesini duymadığı tek günü dahi yaşanmış günden saymıyordu. Birbirlerini görmedikleri tek güne tahammülleri yoktu. Birlikte hayaller kuruyorlar, çocuklarına isimler bile seçiyorlardı. Her iş çıkışı sahilde alıyorlardı soluğu. Mehmet, Elif’in kulağına şiirler okuyordu, içinde ikisinin olduğu.
Birlikte gidiyorlardı vizyondaki aşk filmlerine, birlikte seyrediyorlardı güneşin batışını. Levent Yüksel’in ‘Medcezir’i onların şarkısı olmuştu. Elif’in Mehmet için ördüğü atkı, boynundan düşmüyordu. Mehmet, Elif’in göz kapaklarından biran dahi inmiyordu. Aşkı, mutluluğu, huzru, birbirlerinde yakalamışlardı.
Yine bir sahil günü Elif; ‘’ Ailelerimize durumu anlatsak mı Mehmet?’’ dedi. Mehmet, endişeli görünüyordu. Aslında ikisinin de ilk günden beri bildikleri fakat önemsemedikleri bir konu vardı. İkisi önemsemiyordu belki, basit görüyordu. Fakat aileler… Çevre, konu komşu? Aman canım, onlara neydi ki başkalarının hayatlarından! Bu kez kararlıydılar, Elif annesine anlatacak, Mehmet de babasına açılacaktı.
Aynı günün akşamı Elif annesine durumu açıkladı. Annesi birden sinirlendi; ‘’ Kızım iyi de biz A Tarafı’yız! Onlar B Tarafı’ndan. Nasıl olur? Konu komşuya ne deriz. Hem biz onlarla nasıl yaparız, biz onlara selam dahi vermeyiz!’’ Elif konuşacak oldu, annesi ‘’Baban duymasın, konuşmayı kesiyorsun o çocukla’’ deyip noktayı koydu. Gözleri doldu Elif’in, isyan etti bu duruma. Nasıl oluyordu ki farklı bir görüşe saygısızlıkla, önyargıyla yaklaşıyordu insanlar. Bu kendi anne ve babası dahi olsa, Elif’in dayanacak hali kalmamıştı. Farklı renk, farklı görüş, düşünce, tarikat… Ne fark ederdi ki? Hepimiz aynı hamurdan değil miydik? Aynı topraktan yeşermemiş miydik? Dilimiz, kültürümüz aynı değil miydi? Hem aynı olmasa ne olacaktı ki, saygı bunların hangisine bakardı, hangisi saygıyı çiğneyebilirdi?
Mehmetlerin evinde de durum çok farklı değildi. B Tarafı’ndan bir gelini olmasına karşı çıkan babası, Mehmet’in hayallerini hiçe saymıştı. İki ayrı yerde, aynı duruma ağlıyordu iki genç. Neydi bu husumet, neydi bu kavga? Nasıl bir hal almıştı bu kutuplaşma? Kardeş, kardeşe yan bakmakta! Ne oluyordu bizim toplumumuza?
Ertesi gün, ikisi de yoktu mağazada. Bir çılgınlık edip kaçmış olmaları geldi önce mağazadaki görevlilerin aklına, 3. sayfa haberini görene dek tabi. İki genç, iki farklı yerde, iki aynı nedenle kıymıştı canına! Kutuplaşma, ayrışma, sonsuz husumet, kıyıp gitmişti iki genç fidana! Oysa ne güzel hayaller kurmuşlardı. Çocukları için isimler bulmuşlardı. Peki Mehmet’in Elif’in gözlerine yazdığı şiirler ne olacaktı? Ya Medcezir?
İki taraf için de hiç birisi önemli değildi. Peki ama bu kutuplaşma kaç can daha alacaktı? A, B, C veya D ne fark ederdi? Farklı görüşler olmadan, dünya çekilir miydi? İki insanın birbirini sevmesi değil miydi en önemli şey? A B’ye, B C’ye ne zamana kadar saygı duymayacak? Daha kaç genç hayallerinden olacak? Mehmet ve Elif aşkına birlik olma zamanı gelmiş olsun!