Meraklı Çocuk ve Kaka Amca

Eğitim her şeydir. Şeftali bir zamanlar acı bademdi. Karnabahar ise üniversite eğitimi almış bir lahanadan başka bir şey değildir.

Mark Twain

‘Baba bu ne’ diye sordu çok yanaklı çocuk. Beş-altı yaşlarında, meraklı bir bacaksızdı.

‘Kilit göbeği yavrum, anahtarı soktuğumuzda kapıyı kilitlememizi sağlayan mekanizmadır bu.’


‘Peki bu ne?’

‘Perde kornişi oğlum. Evde perdelerimizi buna takarız. Bak aralardaki kanalları görüyor musun?’

Sarkık dudaklı velet-i zina, cevabı dinlemeden yeni soruya geçti. Yaşının verdiği dokunulmazlıkla, hayata istediği sorudan başlayabiliyordu: ‘Bunlar ne oluyor baba?’

‘Onlar da plastik dübel. Kornişleri tavana sabitlememize yarar Mert, bunlar olmasa kornişler tavanda durmazdı.’

Hırdavat dükkanında, Mert’in soruları peş peşe geliyordu: ‘Peki bunlar ne?’

‘Beton çivisi. Resimlerimizi asmak için duvara bunları çakarız. Bak bu da çekiç, geçen anlatmıştım ya.’

‘Bunlar neden küçük baba?’

‘Onlar cam çivisi Mertciğim. Cam takarken kullanıldığı için küçük olması gerekir, yoksa cam kırılır.’

‘Bu ne peki?’

‘Kerpeten oğlum. Çaktığımız çivileri sökmeye yarar, evde göstermiştim ya sana.’

‘Aaa, bunlar ne?’

‘Bunlar alüminyum çerçeveler. Hani geçen gün senin doğum günü fotoğrafını çerçevelettik ya, onlardan işte.’

‘Alüminyum ne demek baba?’

‘Eşşeğin ayağı’ diye geçirdim içimden. Mert; durmaksızın soru sorarak babasını sinirlendirmeye çalışıyor ve sadece akranlarının idrak edebileceği, ilginç bir akıl oyunu oynuyordu. Baba ise yılmaksızın, kızmaksızın, somurtmaksızın, umursamazlık etmeksizin, gayriciddiye almaksızın cevaplıyor; hem de TDK’nın seyyar şubesi gibi tam tanımlamalar, açımlamalar, açıklamalar yapıyordu.

Ailenin minik ferdi soru sorduğunda, tüm ahalinin akademik ve dramatik ciddiyetle dikkat kesilmesi; sadece berbat Türk dizilerinde olur sanıyordum. Şaşkındım; bu ilginç insanla tanışmam gerektiğini düşünerek ve hırdavatçının yoğunluğunu da fırsat bilerek, babaya seslendim:

‘Çocuğunuzun her sorusuna cevap veriyorsunuz. Ne hoş.’

‘Her yıl bana olan soruları azalacak. Bu altın zamanları iyi değerlendirmek lazım. Ağaç yaşken eğilir; yaş ağacı da ihmal etmemek gerekir. Baba olunca sen de öyle yap.’


‘Çocuğunuz dahi olacak maşallah’ dedim ve gülümsedim.

‘Dahi olsun ki, gelecekte benim sorularımın hepsine cevap versin.’

Biz sohbet ederken, Mert usulca aramızdan sıyrılıp hararetle mal pazarlamakta olan hırdavatçının yanına seğirtmişti. Minik parmaklarıyla asma kilitlerin olduğu rafı gösterdi ve göbekli adama sordu:

‘Amca bunlar ne?’

‘…’

‘Amcaaa?’

‘…’

‘Amca sana diyorum!’

‘…’

Hırdavatçı, ısrarla pantolonunu çekiştiren Mert’in sorusunu umursamadı. Çoğu zaman çocukları dinlemezdi de zaten. Kafasında belli ki kaçması olası müşterilerle, Atatürk resmi ve bir takım rakamlar barındıran o meşhur kağıtlardan vardı.

Cevap alamayan ve asma kilitlerin çalışma prosedürünü öğrenemeyen Mert sinirlendi ve bağırarak ‘Bok amca’ dedi.

Ben de sinirlendim ve içimden ‘Bok herif’ dedim.

Alışverişimi yapmaktan vazgeçerek, bir hışımla hırdavatçıdan ayrıldım. O an kendime, küçük çocukların sorularını daima ciddiye alacağıma dair söz verdim ve sigara yaktım. Sokağın köşesini döndüğüm sırada cep telefonum titredi. Daha önce de titremişti. Belli ki sevdiğim kadın yine mesaj yağdırıyordu. Telefonu cebimden çıkardım ve gelen mesajları sırayla okumaya başladım:

‘Aşkım ne yapıyorsun?’

‘Aşkım?’

‘Aşkım sana diyorum!’

‘Neyse tamam yok bir şey.’


‘Bok herif.’


İsmail Pişer
İzmir’de doğdum, Denizli ve Eskişehir’de büyüdüm, Mersin ve Ankara’da okudum, Konya’da ve birçok şehirde yıllarımı geçirdim. Belki biraz göçebe ruhlu olduğumdan, kendimi hiçbir vilayete ait hissetmedim. Hepinizin aşina olduğu o boşluk duygusu, bana yazma tutkusu olarak sirayet etti. Bolca öykü ve deneme yazdım. Yazmak para kazandırmıyor çoğu zaman ama akıl sağlığı için gerçekten hayati olabiliyor.