Muhafazakarlık Meselesi

Bugün Türkiye’de konuşulan konular ve toplumun ahlaki eğilimi olması gereken muhafazakarlıktan o kadar uzak ki. Ahlaki olanın ne olduğunu bile sorgulayamayan bir topluluk olarak, yalanı, hırsızlığı, hileyi gelip hayatımızın ortasına koymuşuz. Biz şimdi kendimize muhafazakar mı diyeceğiz?

Dünya tarihinde bütün imzalar ve hatırlanan kişiler halinden memnun olmayanlardır. Yine tüm buluşlar vicdanı hür, fikri hür ve halinden memnun olmayanlar tarafından yapılmıştır. Otoriteye boyun eğip kendi hanesinin refahı olduğu sürece mutlu olanlar muhafazakar değildirler. Eğer muhafazakarlığın içine zerre kadar dini inanç koyuyor isek başta en büyük devrimciler peygamberlerdir.

Bizde din geleneğini çok iyi anlatan bir deyim var; İmam talkımı verir, salkımı yutar.


Muhafazakarlık Meselesi

Sevgili okurlar, kendi alanım dışında yazı yazmak benim çok eskilerde kalmış bir hobimdir. Lakin içinde bulunduğumuz dönemde, tam kelime anlamıyla, vatanımızda tartışılan konulara da tamamen sessiz kalmayı, kavgası olan insan konuştuklarından değil, sustuklarından sorumludur düşüncesiyle doğru bulmayarak, biraz eski kalemlerimden birini kullanmak istedim. Yazımda muhafazakarlık ve devrimci ruh meselelerine kendimce değinmek istiyorum. Bu kaideyle muhafazakarlığı, tamamen objektif, var olanı sorgulayan ve politikadan uzak bir yazı ile incelemek istiyorum.

Muhafazakarlık

Efendim, muhafazakarlık dediğimizde bunu tanımlamadığımızı fark ettim. Ne demek istiyoruz? Gelenekçilik mi? Tutuculuk mu? Kendi dininin öngörülerinin yaşanması mı? Gelenekçilik değil çünkü pek çok gelenek var, biz çoğunu doğru düzgün alamamışız. Türk gelenekleri, ön Türk tarihine gidildiğinde bugüne göre bile medeni kalan bazı ritüelleri içeriyor. Daha yakın tarihlerde Çerkez, Rumeli, Egeli, Dadaş gibi pek çok kültürel imza yine toplumumuzun şu anki haline göre çok daha medeni şekilde bulunuyor. Demek istediğim, gelenekler harman olurken seçici davranmışız. Belli özellikler duruyor iken bazıları kaybolmuş. Kentlere geldikçe nezaket kasabalarda kalırken, insanların iç içe yaşamasına engel garip pek çok şeyi kentlere sokmuşuz. Tutuculuk da değil çünkü en evvela tutuculuk bize Osmanlının bir mirasıdır. Bozulan İslam ekolünün bir yansımasıdır Osmanlı tutuculuğu. Cehaletten beslenmiştir yüzyıllarca. Osmanlı cehalet mirası tartışması bu çağda olanaksız bir yüktür.

dogan-kuban
Doğan Kuban

Bu toplum yüz yıl öncesine kadar okumuyordu, okuyanlar da zaten kitap bulamazdı. Okumayı bilmedikleri bir dille yazılan Kuran’ı da okumadılar. Kuran muska gibi bir kenarda dururdu. Okumayı biraz sökenlerin okuduğu mızraklı ilmihal kitapları vardı. Halka namaz, oruç, hac ve dinin farzlarını anlatır, Allah’a ve Peygamber’e inançlarını vurgulatırdı. Halkın maksimum din bilgisi budur! Fakat toplum dindardır ama kendi dinini, tarihi, bilmez. Padişahçıdır, Padişah’ın anasının Türkçe bilmediğini bilmez. Padişah’ın Türk olmayı istemediğini bilmez. Bu toplum tutucu imiş, peki neyi tutuyor? (KUBAN, Doğan, 10 Ekim 2014, Cumhuriyet).

Halkımız Müslümandır diyoruz bazen. Nasıl bir Müslümanlık bu? Böyle bir Müslümanlık, muhafazakarlık için yeterli mi? Kuran okumaz, hadis bilmez, İslam tarihi bilmez, bir İslam alimi ya da savaşçısından haberi yoktur, 52 farzın 45’ini bilmez. Ben Müslüman’ım demek, anlamadan iki tane ilahi dinlemek, Müslüman olmak için yetmediği gibi muhafazakarlık için de yetmediği her sabah televizyonlarda izlediğimiz garip hadiselerden belli. Muhafazakarlık anlayışımız 5000 yıllık bir kültür serüveni olan Türk ulus tarihinin bazı güzel ritüellerini terk ediş ve bir garip, bağnaz, aklın serbest bırakılışına kesinlikle karşı ve bir buluş yapmayı bırakın yapılmış bir şeyi tekrar etmekte bile zorlanacak kadar zayıf bir anlayış olarak -maalesef- şekillenmiş.

İslam tarihi ve muhafazakarlığı farklı bir durum. İslam geleneği, İslam’ı, kendi dönemlerinde yönetenler tarafından şekillenmiş. Dini geleneklere baktığımızda mezheplere göre, dönemlere göre, ırklara göre farklılıklar göstermekte. Bu durumda bireysel olarak bir geleneğe saygılı isen bütünüyle bağlı bulunduğu dinin geleneğine değil o dinin bir dönem hükmünü süren otoritenin uygulamalarına saygılısın demektir.

Başarılar tarihi, devrimler tarihidir…

Geleneklere bağlı olmak bir muhafazakarlık göstergesi olabilir. Ancak koruyucu, sadık anlamında kullandığımız muhafazakarlık (conservativeness), bizde haddini aşarak, aynı zamanda çağ dışı kalmış pek çok şeyi de korumamıza yol açıyor. Kültürüne saygı farklı bir şeydir. Ancak İslam’ın bazı uygulamaları bazılarını almak, bazılarını almamak, tarihten bazı gelenekleri kullanmak bazılarını reddetmek, akıl süzgeci ile değil de otoritenin süzgeci ile olursa, o çok başka bir şeydir. En nihayetinde otoritenin din tarihinde gelenekleri değiştirmesi gibi biz de değişir dururuz. Değişmesi gereken şey akıl süzgecinden geçmedikten sonra bağnaz kalır.

Örneğin her 3 büyük dinde de Allah’ın bir peygamberi olarak kabul edilen Hz. Musa peygamberin meşhur ’10 Emri’. Bugün Türkiye’de konuşulan konular ve toplumun ahlaki eğilimi 10 emirden o kadar uzak ki. Ahlaki olanın ne olduğunu bile sorgulayamayan bir topluluk olarak, yalanı, hırsızlığı, hileyi gelip hayatımızın ortasına koymuşuz. Biz şimdi kendimize muhafazakar mı diyeceğiz? Peygamberimizin lanetlediği şeyleri hayatın bir parçası gibi eşyanın tabiatındanmış gibi kabul ederek muhafazakar mı olacağız? Her yanlışlığa sessiz kalarak hangi dinin geleneğini yaşayacağız? Kadın-erkek ilişkilerini 1000 yıldır skandal olmaktan çıkartamadan biz hangi muhafazakarlıktan bahsedeceğiz? Sanıyorum kavram olarak anlayamadığımız muhafazakarlıktan çok farklı şeyler kast ediyoruz.

jhvjkhvjlhvljhvMuhafazakarlık bu hali ile “halinden memnun olma” durumundan başka bir şey anlatmıyor bana. Bilinmesini isterim ki; dünya tarihinde bütün imzalar ve hatırlanan kişiler halinden memnun olmayanlardır. Yine tüm buluşlar vicdanı hür, fikri hür ve halinden memnun olmayanlar tarafından yapılmıştır. Otoriteye boyun eğip kendi hanesinin refahı olduğu sürece mutlu olanlar muhafazakar değildirler. Eğer muhafazakarlığın içine zerre kadar dini inanç koyuyor isek başta en büyük devrimciler peygamberlerdir. Hz. Muhammed’e devrimci dememek mümkün müdür? Belki de devrimciliğin incelenmesi gereken en büyük örneğidir.

Tarih boyunca kitlelerin örnek aldığı, sadece yaşadığı ülkenin sınırlarında değil, tüm dünyada evrensel kabul görmüş kahramanlar vardır. Bu kahramanlar insanlığın verdiği güncel mücadelelere güç kaynağı olan tarihten kopup gelen manevi güç kaynaklarıdır. Bazı isimlere bakalım dünyadan; Spartacus, Tupac Amaru, Bolivar, Zapata, Che. Türkiye’den Köroğlu, Şeyh Bedrettin, Pir Sultan Abdal, Atatürk… Bozuk düzene karşı çıkan ve ezilen kitlelere tüm dünyada örnek olan bu isimlerle ilgili bir kuralı hiçbir istisna bozamaz. Bu kahramanların hepsi devrimcidir. (Özsoy, Ali, “Türksolu”, 2008)


Kahramanlar ve iz bırakan insanların tarihi aynı zamanda inkılaplar – devrimler tarihidir. Bozuk düzene karşı çıkan büyük devrimciler en evvela peygamberlerdir. Bu muhafazakarların maalesef geçtiği bir konu. Bu sebepten muhafazakarlar da ilham almak için tarihe baktıklarında ilham kaynaklarını devrim mirasından seçeceklerdir. Ancak bizde muhafazakarlık = sağ görüş gibi olduğundan sağ, inkılapçılığın karşısında durur. Buradan bakınca da Spartacus’un yanında inkılapçılar, köle sahiplerinin yanında sağ durur. Pir Sultan’ın yanında inkılapçılar, Hızır Paşaların yanında sağ durur. Atatürk’ün yanında inkılapçılar, Aznavurların, Vahdettinlerin, gavur imamların yanında sağ durur.

Tam bilmeden veya hiç bilmeden

Bugün, kültür örüntüsünü unutmamak için geriye dönük olarak ritüellere, geleneklere bağlı kalmak çok hoş ve zannediyorum ki hiç bir insan evladının da karşı çıkmayacağı bir şeydir. Toplumları ayakta tutan, yaşatan, kültür denen müthiş olgudur. Ancak bugün bizim kültürümüz sadece Osmanlı ile sınırlı değil. Tarihimiz, ecdadımız, kültürümüz sadece geriye dönük 500 yıl ile sınırlı değil. Bilakis Osmanlı kültürü, Türk kültürünün, göç yollarından çok farklı olarak Acem – Arap kültürüne yaklaştığı bir dönemdir. Eğer ecdadımıza saygımızı göstereceksek, 100 yıl önce konuşulmasına rağmen anlamadığımız ama bugün çok tartıştığımız dil kadar, dünyada 150 milyonun üzerinde Türk’ün az çok anlayabileceği 2000 yıl önceki yazıtlara, eserlere de saygı göstermemiz ve ecdadımızı biraz da oralarda aramamız gerekir.

islami1
İslami Burjuvanın Ev Hali – Arkitera

Yine bir din geleneğinden söz edeceksek, o dinin kurallarının yazıldığı dönemde ahlak nasıl işliyordu, kurallar nasıl konulmuştu, bunların tamamına bakmak gerekir. Muhafazakarlığa Müslümanlıkla baksak Müslümanlığı ilk kabul eden, dönemin çoğu zengininin tüm servetlerini dağıttığı bir toplum düzeninden, muhafazakar zenginlere, servet seven Müslümanlara, veda hutbesinden kadınların toplumda yer almasını lekeleyen yaklaşımlara, ölülere dahi selam verdiği söylenen Hz. Muhammed’den, mahkeme duvarı suratlı, sokakta kimseye tebessüm etmez, selam vermez bir hale dönüştük. (İslam kelimesinin anlamı, selam olmasına rağmen…)

Şimdi biz muhafazakar mıyız yani? Bunları tartışmadan ama her gün imam yetiştiren bir okul açarak biz muhafazakar mı olacağız? Osmanlı döneminde felsefi sorgulama hiç gelişmedi. Bugünlerde felsefe dersleri okullardan kaldırılıyor? Felsefe bilmeyen ilahiyatçı diye bir şey olur mu? Felsefe bilmeyen bağnaz biri olabilir ama din adamı olmaz. İlahiyatçı dediğiniz, karşılaştırmalı olarak dinler tarihini bilen pozitif bilimler ile dini terimler arasında köprü kurabilen, varlığı sorgulayabilen kişidir, felsefi sorgulama metodolojisine hakimdir. Bu ekip bizim çocuklarımıza ne öğretecek çok merak ediyorum.

ehli-sunnet-tv-icki-icme-ayran-ic-kamu-spotu_197053-12040_640x360
Ehl-i Sünnet TV – İçki İçme, Ayran İç Kamu Spotu

Müslümanlık = Muhafazakarlık değildir!

Dünyaya İslam dünyasının buluşlarıyla, fikir önderleriyle, pozitif bilimcileri ile en büyük hizmetleri yaptığı dönem, manastırlarda felsefe yapılan dönemdi. 12 yüzyıl önce astrofizik öğretilen manastırlardan daha geri bir eğitim sistemini dayatıp bunu muhafazakarlıkla aynı cümlede kullanmak akıl karı bir şey midir? Dünya tıp tarihinde Hipokrat, Galen, İbni Sina bir üçlü oluştururlar. Dünya tıp tarihinde bir Osmanlı ya da Türk yok. Cumhuriyet döneminden söz etmiyorum. Fakat 12. yüzyıldan başlayarak Avrupa’da İbni Sina’nın ‘Kanun fi’t-Tıbb’ adlı büyük ansiklopedisi Latinceye çevrilmiş, 16. yüzyılda İtalya’da 22 kez basılmıştır. Bizde matbaa olmadığı için zaten basılamazdı. Fakat Türkçeye kazandırılması için bu toplum 19. yüzyılı bekledi. Türkiye’de 18. yy. sonuna kadar sadece 80 kitap basıldığını, medreseden başka okul olmadığını biliyor muyuz? Bereket askeri okullar vardı. O sayede Cumhuriyeti kurduk! (KUBAN, Doğan, 10 Ekim 2014, Cumhuriyet).

Sonuç:

Şimdi bunlar bir muhafazakarlık anlayışıdır. Bu, bizim liderlerin, otoritelerin seçtiği uygulamalarla oluşturulan, karma, döşeme mozaiği gibi karışık, bezelye tohumu gibi melez bir yapıdır. Bırakınız gençlerin akılları serbest kalsın, bırakınız İslam’ın altın çağında üretilen ürünleri üreten, açık görüşlü (open minded) insan yetiştiren mektepler açılsın. İslam dünyası da Osmanlı da tam bu yanlış muhafazakarlık anlayışına geçerek entelektüel düzeyde, bilim düzeyinde, sanat düzeyinde geriledi. Kültürümüz talan edilirse, sadece içe dönük ve sınırları, bilmediği, öğrenmediği dininin sınırları ile çevrilmiş bir topluluğa dönüşürsek dünyayı daha mı yaşanılır kılacağız sizce?

Mustafa Kemal AtaturkMaalesef bugün tanımladığımız muhafazakarlık anlayışı, dini bütün muhterem insanlar ile dini bir araç olarak gören ve dinin amacını sindirememiş insanları aynı kapta eriten bir anlayış. Üzülerek söylüyorum ki; okumuyoruz, Kur’an çocukların ulaşamayacağı yerlerde dolaplarda saklanıyor, Kuran’ı temel almadığı her halinden belli hadisler, hurafelerle doldurmuşuz ortalığı, Kuran okumadığımız için bizde yer ediyor bu söylentiler. Kuran’ı bir kere hatim etmemiş insanlara dini mevzularda soru soruyoruz. Kuran’ın pozitif bilimlerle ilgili mucizevi bilgilerini süzebilecek birikimde olmayan insanları “Hoca” yapıp ibadethanelere yerleştiriyoruz. Üniversitelerde ilahiyatçı ve edebiyatçı pek çok hocanın komisyonlar kurarak tartıştığı bazı kritik konuları Arapça okumaktan başka bir yetkinliği olmayan kişilerden sual edip, öğrenip bu bilgilerin ışığında toplum inşa etmeye çalışıp buna da muhafazakar düşünce demek Türkiye’m adına üzücü.

Öyle bir yer ki burası; bu şekilde bir muhafazakar tanımına olur diyen insanların ilerisi için hiçbir şey üretemediği, lakin geriye de gitsek 12. yüzyılı yine yakalayamayacağımız bir alan.


Tüm tarihte olduğu gibi yenilikler, katma değerler, taş üstüne taş koyulan işler yine dindar olsun olmasın fikri hür, vicdanı hür ve referansı akıl olan kişilerden gelecektir halinden memnun olanlardan değil!

Yazının ikinci bölümü için tıklayınız


Umur Çalıkoğlu
İşletme bilim dalında lisans, Eğitim Bilimleri ana bilim dalında yüksek lisans eğitimi aldı. Romanya'da sinerji iletişimi ve takım çalışması, Almanya'da ve İrlanda'da kariyer ve yetenek yönetimi konularında araştırmalar yaptı. İki adet AB projesinde kolaylaştırıcı olarak görev aldı. Türkiye Etik Değerler Merkezi Derneği Yönetim Kurulu Üyesi. Bu kapsamda çeşitli üniversitelerde etik üzerine konferanslar verdi. Firmalarda ve iş profesyonellerinde etik bilincinin arttırılmasına yönelik uygulama ve seminerler geliştirdi. Çeşitli eğitim ve danışmanlık firmalarında proje müdürü olarak, İstanbul'da iki farklı vakıf üniversitesinde Kariyer Uzmanı ve Kariyer Ofisi Sorumlusu olarak görev aldı. Görev yaptığı üniversitelerde kalite komisyonu ve topluma katkı komisyonlarında yer aldı. İstanbul İşletme Enstitüsünde Liderlik ve Eğiticinin Eğitimi eğitimleri veriyor. Çeşitli kurumlarda da motivasyon, markalama, kurumsal iletişim, etik, kurumsal dizayn, satışta bütünlük sistemleri gibi eğitimler veriyor. Ayrıca, yazar olarak yönetim meselesi adlı köşesiyle İndigo Dergisi künyesinde yer almaktadır. Kısaca, etkili yönetim alanına gönül veren bir konuşmacı, kariyer ve eğitim uzmanı .