Daha önce defalarca söylemiştik; ölüyoruz. Çok büyük çoğunluğa silik bir rüya gibi geliyor ama, ben de öleceğim, sen de öleceksin, bu böyle.
Fakat kendime de devamlı söylediğim bir şey var, şu blogun sağ sütununda gördüğünüz şey; bu aslında iyi bir şey. Yani, ölümü kabul etmek ve bir çeşit heyecanla, merakla karşılamak, o zamana dek doya doya, her anı koklaya koklaya yaşamaya yardımcı oluyor. Zaten engel olamayacağımız bir şeyi yönetmeye çalışmak yalnızca sıkıntı getiriyor, su yolunu bulacak.
Bir de, beyin. Hem müthiş bir sistemi var, hem de çocuk gibi. Sen içten bir şeye inanır, bunu ona da hissettirirsen, hakikaten inanmaya başlıyor ve hop, bir anda yeni gerçeğin o oluveriyor. O yüzden denir ki, inandığın her şeye inanma.
Hayat ile ilgili daha sık düşünmek
Bu iki temel etrafında durursak, hayat ile ilgili daha sık düşünmek iyi olabilir. Hayıflanarak değil, bir çeşit merhamet ile. Bir defa, ister kabul edin ister etmeyin, hayatta emin olabileceğimiz tek şey zamanın geçtiği. Her türlü beklenti, inanç, her şey birer varsayım. Fakat, zaman? Karşımda dedemden anneme, annemin dedesine kadar siyah-beyaz ve renkli fotoğraflar asılı. Bakıyorum, anneannem nasıl genç… Nasıl belirgin mavi gözleri. Diğer yanda annem 2 yaşında, bakışları hala aynı.
Sonuçta, bizler de bu fotoğraftaki insanlar olacağız işte, çılgın bir döngü var. Bir filmde diyordu, “Eh ne yapalım, yenilere yer açılması lazım.”, aynen öyle işte. Ama dediğimiz gibi, bu gerçekten güç alarak, hayatımızı arzu ettiğimiz gibi, kimseyi mutlu etmek zorunda olmadığımızı farkederek, iki gündür yemek yememiş de masa başına geçmiş gibi doya doya, bol merhametle, sakinlikle, her bir ayrıntıya gözümüzü dikerek yaşamalı.
Şimdi düşününce, iyi bir okuldan mezun olmak üzereyim, sağlığım iyi ve 22 yaşındayım. Benim farkında olmam lazım, her gün ve her gün, ben iyiyim. Sen 35 yaşındasın, bir bebeğin var, senin her bir nefesinde farkında olman lazım, sen iyisin! Sen 40 yaşındasın, hastalığın var, senin hala zamanın var, farkında olman lazım, sen iyisin! Sen öleceğini anladın, farkında olman lazım ki artık dünyanın ve gerçeğin farkındasın, asıl sen çok iyisin…
Etrafımızda apaçık mucizeler var
Her gün okula, işe gidiyoruz; kimimiz şu saçma İstanbul’da, kimimiz daha sakin bir yerlerde yaşıyor. Bir şekilde etrafımızda apaçık mucizeler var. Bakmıyoruz. Farketmiyoruz. Renklere, hislere odaklanmıyoruz. Nefes alıp verirken göğsümüzün nasıl şişip indiğine, kedilerin kirpiklerine bakmıyoruz. Bu yüzden hayatı bir nebze aşmış adamlar sürekli “Uyan.” diyor, okunması sevgiyle tavsiye ettiğim Osho gibi. Önce uykuda olduğunu kabul et, diyor Osho, sonra uyan. Bu elbette çok çetin bir şey, keşke erişebilsek her birimiz… Yoluna girsek dahi yeter ya, neyse diyelim.
Lütfen kusura bakmayın; fakat sosyal medyada çılgın bir Chanel rujumun logosunu göstereyim, kenardan çantamın Beymen’i gözüksün, gıcır gıcır saray mobilyaları alayım, sergileyeyim, çılgın bir boyutta. İnsan psikolojisi çok acayip, hepsini anlıyorum, mutlaka ben de benzer davranışlara düşüyorum; amacım zaten yargılamak değil, varolan bir akımı göstermek, farkettirmek. Benim okulum-işim bunun üzerine bir defa, “marka yaratmak” diye bir şey var. Bu bir anlayış, satışın ötesinde bir akım. IPhone gibi, belki en güzel örneği. Duygusal bir bağı var insanlarla, veya insanlar öyle sanıyor, sonuçta yenisi çıktı Allah’ım almazsam nefes alamam diye bir topluluk var. Paylaşmak, göstermek, anlatmak, gerçekten hem çok güzel hem de psikolojimizde olan bir şey. Bu yüzden insanlar sevgilisinin aldığı çiçeği instagrama koyup “oradan teşekkür ediyor aşkına”. Yadırgıyorum ama yargılamıyorum; çünkü bu doğamızda var. Bazen kötü niyetsiz şekilde, yeri var doğamızda. Fakat arkadaki planları da hep bir farketsek keşke, tozu toprağı biraz daha atabilsek üstümüzden… Belki daha gerçek yaşayabileceğiz o zaman. Not olsun bu da, diyelim.
Mutluluk denklemi var!
Diğer, son konu da para. Şu anki düzene göre paranın bir önemli var. Ama bir yandan da o kadar hiçbir şey ki insanın algısını zorluyor… Lakin şu kesin, sıfırdan başlayan iki genç insan veya yalnız bir insanoğlu istediği yaştan, birlikte çalışarak tertemiz, rahat bir hayat elde edebilir. Bizde çalışkanlık doğal bir olgu değil, bu nedenle içgüdüsel olarak sevgiyle çalışkan olanlar; kazananlar. Öyle nefret etmeden, “ders” gibi görmeden, mümkünse sevdiğin işi yaparak -ki mümkün kılınması şart… Sağlığınız yerinde oldukça, her şey elinizde, inanın, hayatınızın yönü, beş sene sonrası elinizde.
Diyeceğim o ki kimseden, hiçbir şeyden korkmayın. Tabu haline getirmeyin ama, mümkünse çok kolay yardım da istemeyin. Bazen bana bazı mailler geliyor, “Melis Hanım şu şu için; lütfen yardım edebilir misiniz?” diye, ben sinirleniyorum. Çünkü bu tarz maillerde, adam bana sorduğunu copy-paste edip google a yapıştırsa cevabını bulacak, “Sen yap, bana yaz.” diyor bana bir nevi. Yani bunu demek istiyorum, kolay kolay yardım istememeli insan. Hedeflerinizi belirleyin, neye ihtiyacınız varsa listenizi yapın ve yola koyulun. Ne olursa olsun, amaç mutluluk olsun.
Ben derim ki, amacınıza hiçbir zaman parayı yerleştirmeyin, dost değil kendisi. Yüreğinizde hissettiğiniz doğruya yürüyün, kimseyi, evet kardeşim kimseyi dinlemeyin! Eğer sizin kötü niyetiniz yoksa, kimseye zarar vermiyorsanız, insanlardan fikir alın ama kendi yüreğinizi bırakıp kimsenin dediğinde karar kılmayın. Gidin Yahudi bir Japon’a aşık olun, Alaska’da yaşayın, ruhunuz ne çekiyorsa onu yapın. Hayat gerçekten çok kısa; kimseyi merhametsizce kırmaya, hayallerinizi bırakmaya, devam etmemeye yer yok burada. Yol sizin, 6 hafta sonra bahar geliyor, ne kadar kötü olabilir ki? Beyninize olayları kötü göstermesine izin vermeyin; her şey o kadar güzel ki sadece görmeye başlayın.
Bu arada, bu güzel fotoğraflar Ali Can Eren‘e ait.
Her şey hayallerinizdeki gibi olsun, haydi herkes hayata…