Annelerimizin kendi gerçekliğinden kaçtığı ‘Yazlık Sinemaların’ tahta/ kuru sandalyelerinde filmlerden çok çekirdek çıtlatmayı, Çamlıca gazozun köpüklerinin yüzümüze doğru patlamasını, eve dönerken bizi kapıdan alan babamızın sıcak elinden tutmayı hiçbir masal anlatamayacaktı!
Ev temizliği yaparken bizi süpürgeyle kovalayan siyah saçlı güzel kadının, Erol Evgin şarkılarını ince sesiyle türkü gibi söyleme çabalarını hangi yazar anlatısına alabilir ki?
Kalabalığın en yoğun hissedildiği barlarda alırdım soluğu ve en son noktasını burada koyardım gecenin. Alkolün verdiği gevşeme ve dünyanın sarhoşken aldığı kırılmalardan oluşan görüntüsü bir nebze çekilir kılıyordu yalnızlığı. Tokuşturulan kadehler, aynı sigaranın ateşinden yanmalar, futbol takımlarının dedikoduları ve tabi ülkeyi kurtarma fantezileri. Çoğu zaman fikir ve görüşlerde uyum sağlanamadığından çıkan tartışmalar yeni kadehlerin havaya kalkmasıyla son bulur ve geçmişin kapıları aralanırdı.
Hani o gizli kapının açıldığı televizyonlarımızın karşısında ‘Uzay Yolu, Bonanza, Zengin ve Yoksul, Mc Millan ve Karısı, Kaçak, Heidi, Vikingler’ gibi dizilerin siyah-beyaz dünyasına girme/ kaçma heyecanlarımız daha ölmemişti. Semt kütüphanesinden on beş günlüğüne ödünç aldığımız kitapları, betonu tanımayan arsaların gururlu dut ağaçlarının üzerinde okumaz, yaşardık. Hazine Avcıları, Yedi Bela Çetesi, Teksas, Tom Miks, Mister No, Zagor kentsel dönüşüme uğramayan kentimizde en yakın dostlarımızdı! Annelerimizin kendi gerçekliğinden kaçtığı ‘Yazlık Sinemaların’ tahta/ kuru sandalyelerinde filmlerden çok çekirdek çıtlatmayı, Çamlıca gazozun köpüklerinin yüzümüze doğru patlamasını, eve dönerken bizi kapıdan alan Babamızın sıcak elinden tutmayı hiçbir masal anlatamayacaktı! Ev temizliği yaparken bizi süpürgeyle kovalayan siyah saçlı güzel kadının, Erol Evgin şarkılarını ince sesiyle türkü gibi söyleme çabalarını hangi yazar anlatısına alabilir ki?
Sevginin önce kendimizi sevmekten geçtiği öğretisi, her ne kadar ‘ben’ merkezli olsa da önce kendimizi sevdiğimiz gerçeğini değiştirmezdi. İlk aşkı, ilk sevgiyi kendimizi sevmekle, bedenimizi sevmekle ve ilk sevişmelerimizi kendimizle yaptığımız gerçeğini kim inkar edebilirdi ki, suçluluk duygularıyla gecelerimizi çilehanelere dönüştürdüğümüz saatlerin dışında? Varlığımızdan haberi olmayan sınıfımızdaki kızlar, öğretmenimiz ve saçlarımızı okşayan komşumuz, otobüste yanımızda oturan teyze…kendimizi sevebilmemiz için bir öğretmen değil miydiler? Kendi vücudumuzda yaşadığımız aykırı heyecanlar, ikinci kişinin yaşamımıza girip, duygularımızdan, bedenimizden, ruhumuzdan nefret ettirmesiyle, tiksindirmesiyle saflığın sonunu getirdi; özümüzden uzaklaştırıp yabancılaştırdı. Sevginin öğretisi çoğalmak yalanıydı ve tüm savaşların sonu, içimizdeki barışın sevgiyle mühürlenmesinden geçiyordu; içimizdeki ergenin aşka duyduğu inanç olmalıydı sahici yaşam.
[quote]Yaşamımızın ” Yeşil Haki” üniformalarla kesilip, on yedi yaşındaki çocukların idam sehpalarına çıkartılmadan önceki yıllarda, okul sıralarını G3 tüfekli askerlerle arkadaşlık edip paylaşmadığımız günlerde, üç film birden’in devamlılığı ile kendi öykümüzü yazardık. [/quote]
Erkek erkeğe seyrettiğimiz aksiyon, arabesk, dini ve mavi iç çamaşırlı erotik filmlerin arasına beş veya on dakikalık travmalar yaşatan porno parçalar girerdi. Şimdi anlıyorum ki, yaşamın rutin ve kurgulanmış yaşamın dışına çıkma arzumuz on dakikalık porno parçaların mantığında gizliydi. Yalanın, rolün ve yazılan senaryonun reddiydi gerçek ve ömür, beş dakika veya on dakikalığına rutinin dışına çıkmaydı ve VHS video kasetlerimizle kendimizi yalıtmamıza uzun yıllar vardı! Tüm öğretilerin, ahlakın, kültürün kişisel gerçekliğe kavuşmasıydı. Yaşama tahammül etmekti on dakikalık kaçışlar ve reddetmekti! Sahte bir ahlakı, inancı, çoktan yıkılan aile bağlarının tedavisi oluyordu karanlık salonlardaki Parçala Behçet, Zerrin Egeliler, Aydemir Akbaş, Zerrin Doğan erotikliği!
Sevginin olmadığı her yer ıssızdı
Çevreye sürekli güçlü, sert insan profili çizmekten bıktığımızı itiraf etmenin, zayıf ve gözyaşı dökebilecek bir ruha sahip olduğumuzu göstermenin cesaret olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Yaşam ne kadar aksiyon dolu olsa da arabesk şarkıların sözleri bam telimize dokunsa da on dakikalık pornografik aşağılanmalarda tek tek yüzleşmenin, kendimiz olma sorumluluğumuzun ispatını kendimize kanıtlamak ne kadar önemli olabilirdi? Arayıp durduğumuz, çelişkilerimizin arkasındaki kapının anahtarı mıydı?
Yaşam önüne iki seçenek koyar bazen, başına gelebilecek tüm olumlu veya olumsuz olayların sorumluluğunu kabullenmek, iyi veya kötü kararlarını uygulayabilmek, sonuçta da mutlu veya mutsuz yaşamak; bu yaşama karşı bizi cesur yapar; bir diğeri başarısız olacağını bile bile geçmişin okyanusunu çay bardağı ile boşaltmaya çalışmaktır. Gücün, zamanın, uzamın ve anlamsızlığın bir önemi olduğu sanılır. Hayallerin gözünü kamaştırmış ve içindeki asıl gücü yok saymışsındır. İyiye doğru giden sadece, senin bunu idrak etmeye başlamış olmandır.
Yalnızlığı uyuşturmak ve aklından çıkartmak isteyen her yalnız insan gibi kalabalıkların arasına karışırdık, akşamların eve koşuşma saatlerinde kestane kokuları, midye tava cümbüşleri, esnaf bağırışları arasında kendimizi bir yere aitmişiz gibi hissetmek için alıcısı olmayan şiirlerimizi mırıldanırdık.
Sevginin olmadığı her yer ıssızdı, sevginin olmadığı her gürültü sessizdi. Önümüzden geçen yüzler, sanki aynı aileye ait bireylerdi ve kendimizi yetim duyumsatan, gözlerimizle iletişim kurma çabalarımızı, ters bakışlarla savuşturanların korkusu olmak gibi duyumsar, üşürdük!