‘Anzak Günü’ adı verilen, Avusturyalıların, Yeni Zelandalıların ve Türklerin son şafağı 25 Nisan 1915 tarihi aslında bir yas tutmadır.
Fakat, sözde 24 Nisan Ermeni Soykırımı’nın 100. yılına karşı Yeni Türkiye’nin toplum mühendisleri, Çanakkale’de her yıl 25 Nisan’da tekrarlanmakta olan anmayı bir gün öne çekip, çakıştırarak siyasi bir ironi yarattı. Bu ironi, Türkiye’yi dünya gözünde inkarcı politikalar izleyen bir ülke konumuna getirdi!
15 Mart 1921’de bir Ermeni militan tarafından Berlin’de öldürülen, İttihat ve Terakki önderlerinden Talat Paşa Hükümeti’nin Osmanlı Devleti adına 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkardığı ‘Tehcir Kanunu’ günümüzde yaşanmakta olan ‘Ermeni Soykırımı’ iddialarına dayanak oluşturmaktadır. Kanunun 1. maddesi: Ordu, kolordu ve fırka komutanlarına, savaş sırasında Hükümetin emirlerine, ülkenin savunmasına ve huzurun korunmasına karşı çıkanlara, silahlı saldırı veya direnişte bulunanlara karşı derhal askeri önlem alma, tecavüz ve direniş sırasında isyancıları yok etme; 2. maddesi ile de aynı komutanlara, casusluk ve vatana ihanet ettikleri anlaşılan köy ve kasaba halkını tek tek veya toplu halde başka yerlere sevk ve iskan ettirme yetkisi verdi.
Katolik Papa’nın, Avrupa Parlamentosu (AP) veya tehciri soykırım olarak tanıyan hükümet ve devletlerin karşısında, Türkiye Cumhuriyeti’nin alabileceği tavır ve aksi görüş arabesk kültürümüzün dışında olmalıdır. Öfke patlamaları, protestolar ya da ‘Benim ülkemde yüz şu kadar bin Ermeni var’ söyleminin dışında geniş bir çerçeveden bakılması gerekmektedir.
‘Anzak Günü’ adı verilen, Avusturyalıların, Yeni Zelandalıların ve Türklerin son şafağı 25 Nisan 1915 tarihi aslında bir yas tutmadır; fakat, sözde 24 Nisan Ermeni Soykırımı’nın 100. yılına karşı Yeni Türkiye’nin toplum mühendisleri, Çanakkale’de her yıl 25 Nisan’da tekrarlanmakta olan anmayı bir gün öne çekip, çakıştırarak siyasi bir ironi yarattı. Bu ironi, Türkiye’yi dünya gözünde inkarcı politikalar izleyen bir ülke konumuna getirdi! Dünyayı bu siyasi uygulamayla kutuplaştırabilmek Türkiye’deki kadar kolay olmayacaktır. Soykırımda ısrar edenlerin karşısına Çanakkale’den muhalefette bulunmak iki benzemezi eşleştirmeye çalışmaktan öte bir anlam taşımayacaktır. Biri savaşan iki tarafın çocukları olarak barışı yüceltirken; diğeri yurdundan sürgün edilmenin trajedisini yaşamaktadır.
[quote] Birleşmiş Milletler (BM) Soykırımı:‘Ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu toptan ya da onun bir bölümünü yok etmek niyetiyle öldürülmesi; fizik ya da akıl bütünlüğünün ağır biçimde zedelenmesi; fiziksel varlığının tümü ya da bir bölümünün yok edilmesi sonucunu verecek yaşam koşulları içinde tutulmasını; doğumların engellenerek önlemler alınması’ olarak tanımlamaktadır. [/quote]
Emperyalist Güçler ve Ermeniler
Türk-Ermeni ilişkilerine emperyalist güçlerin müdahale edebilmesinin yolu 1878 tarihinde Berlin Antlaşması’nın Osmanlı Devleti’ne kabul ettirilmesiyle başladı. Anlaşmanın 61. Maddesindeki açıklama, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde Ermenilerin emperyalizme hizmet edecek ileri karakol askerleri olacağını göstermektedir. ‘Osmanlı Hükümeti, halkı Ermeni olan eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin, Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri gözlemci devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını denetleyecektir.’ Günümüzde de ‘Çözüm Süreci’ boyutunda Kürt tarafının ‘Gözlemci’ isteme nedenleri aynı mantığa dayanmaktadır.
Hiçbir dram sayısal olarak değerlendirilemez
1914 tarihinde Rusya, Doğu Anadolu’dan Osmanlı Devleti sınırlarını işgal edince, bir kısım Ermeni halkın isyan hareketi de başladı. Ordusu cephede olan Osmanlı Devleti, bu kalkışmaların ve iç çatışmaların önüne geçebilmek amacıyla Van, Bitlis ve Erzurum’daki Ermenilerin bu illeri boşaltması kararını aldı. Bu kararın ardından yaşanılanlara detaylı bakmamızı arşivlerin soğuk istatistikleri engellemektedir ve hiçbir dram sayısal olarak değerlendirilemez.
Tehcirin Uygulaması
Osmanlı Devleti tarafından ‘Ermeni İsyanı’ olarak adlandırılan kaosun önlenemez duruma gelmesiyle beraber; 5 Temmuz 1915 tarihinde Adana, Erzurum, Bitlis, Musul vilayetleriyle ‘Adana Terkedilmiş Mallar Komisyonu’ başkanlığına emir gönderilerek Ermenilerin yerleştirilmesi için ayrılan bölgelerin, görülen lüzum üzerine genişletildiği bildirildi. Ermenilerin gönderilip yerleştirilecekleri bölgeler, yöredeki Müslüman nüfusun yüzde on oranını geçmeyecek şekilde belirlenmesi de ön koşuldu!
[quote] Osmanlı Hükümeti’nin 30 Mayıs 1915 tarihli tehcirin nasıl olacağına ilişkin yazı uygulamanın nasıl olduğunu göstermektedir. ‘Ermeniler kendilerine ayrılan bölgelere can ve mal güvenliklerini sağlanarak rahat bir şekilde nakledileceklerdir. [/quote]
Yeni evlerine yerleşene kadar yeme/ içme giderleri Göçmen Ödeneği’nden karşılanacaktır. Geride bıraktıkları taşınır malları kendilerine ulaştırılacak, taşınmaz malları ve değerleri belirlendikten sonra, buralara yerleştirilecek Müslüman göçmenlere paylaştırılacaklardır. Bu göçmenlerin uzmanlık alanları dışında kalan zeytinlik, dutluk, bağ ve portakallıklara, han, fabrika ve depo gibi gelir getiren yerler, açık arttırma ile satılacak veya kiraya verilecek ve bedelleri sahiplerine ödenmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir.
Hükümet her türlü yolsuzluğu önleyecek önlemleri almaktan geri durmayarak, 11 Ağustos 1915 tarihinde Sivas Terkedilmiş Komisyonu Başkanlığına gönderdiği bir yazı ile vurgunculuk ve kötüye kullanmaları engelleyecek önlemlerin alınmasını istedi.
‘Boşaltılan bölgelere hiçbir şüpheli kişi sokulmayacak; eğer bazı kişiler ucuza mal satın almışlarsa bunun geçersiz sayılacağı ve gerçek değerin belirlenerek, yasal olmayan bir çıkar sağlanmasına meydan verilmeyeceği; taşınmaz malların kiralanma, başkasına devredilme ve rehin gibi işlemlerinin sahipleriyle olan ilgilerinin bozulmamasına dikkat edileceği ve göçün başladığı tarihten itibaren bu hükümlere aykırı olarak yapılan uygulamaların geçersiz sayılacağı…’ kayıt altına alındı.
Sonuç
Tehcirin uygulamasına baktığımızda, günümüzün ‘Kentsel Dönüşüm’ yalanlarının aynısını görmemek mümkün değil. Yerinden yurdundan edilen bir halkın, sahip olduklarının nasıl el değiştirdiği ortadadır. O gün çıkarılan yasalar, acıların makyajından başka nedir ki? Okuduğumuzda bu yasaları ‘Bak tehcire uğramışlar ama, hakları da kendilerine verilmiş!’ derken, bağlı oldukları köklerin sökülmesinin sorgulamasını yapmak aklımıza dahi gelmez.
İç Güvenlik Yasası, internet denetimi, sosyal medya sitelerinin erişime yasaklanması, Gezi Parkı eylemlerindeki talepleri görmezden gelip insanları kutuplaştırmak, mezhep ağırlıklı siyaset gibi Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne rağmen aldığı kararlar Ermeni lobisinin elini dünya kamuoyunda güçlendirdi. Yönetim şeklinin sancısını çekmekte olan Türkiye’nin ‘Başkanlık’ sistemi adı altında otoriter rejime kayarak, AB Kriterlerinden uzaklaşması, Ermeni tezlerinin öncelik kazanmasına neden oldu.
[quote] Demokrasiyi içselleştiremediğimiz ve dünyaya mezhepsel gözlüklerle baktığımız sürece, tarihin uygulanmasını zorunlu hale getirdiği tehcirin karşısında her zaman suçlu görüleceğiz! [/quote]
Osmanlı’nın devamı iddiasındaki Yeni Türkiye’nin yöneticileri, 24 Nisan’a alınan ‘Anzak Şafağı’nda tehcire uğrayan bir halkın çığlıklarına ve yaralarına sırtını dönebilecek mi? Doğru olan üstünü örtmeye çalıştığımız acılara tuz basma cesaretini gösterebilmek değil midir?