Güzel Günler Göreceğiz

Yalanlara inanmıyorum artık ben… Vadedilen gelecek güzel günlerin yakınlığına… Ve bizleri daha özgür, daha güçlü yarınların beklediği safsatalarına!

Güzel Günler Göreceğiz

Ben isyan ediyorum onların gelecek günlerine… Gelecek güzel günler, Nazım Hikmet’in mısralarında saklı benim için… Büyülü, umut dolu, bir o kadar yakın saydığım mısralarında…

İnanın güzel günler göreceğiz çocuklar,
Güneşli günler göreceğiz,
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
Işıklı maviliklere süreceğiz…


Nazım Hikmet RAN

Yetişkin bir beyin olarak gördüğüm birçok şey var, artık içimde tutamadığım. Dost sohbetlerinde başlayan siyasi konuşmaların yavanlığı, pastanın dilimlerinden pay alma savaşları ve daha birçok şey var içimin ezilmesine neden olan.

Edip Akbayram, her ‘güzel günler göreceğiz’ dediğinde göz pınarlarım boşaltmak istiyor birikenlerini. Ağlamak çare değil biliyorum; daha güçlü olmalıyım, daha mücadeleci… Daha çok yüreğe ve zihne dokunmalı düşüncelerim. İçine girebildiğim her gözbebeğine ulaşmalı cümlelerim. Gerçeğin can yakan tınısını göstermeli mısralarım… Ve benim gördüklerimi, görebilmeli ezilmeyi hak etmeyen her bir kişisi halkımın…

Parçalanan insanlar kadar parçalanmaya yüz tutmuş vatanımın kutsal toprağı… Memleketimin her köşesinden gelen şiddet haberleri burkuyor yüreğimi. Bir yumruk olup oturuyor boğazımın tam ortasına yaşananlar. Ve ağlama diyorum kendi kendime; yapamıyorum… Yine göz pınarlarımda iki damla yaş, tutamıyorum salıveriyorum… Belki göz yaşlarım kurumuş yüreklere bereket olur diyorum. Gözyaşımı kimse görsün istemem ama, ağlıyorum… Ülkem için, çocuğum için, Nazım’ın inandığı gelecek güzel günlerin mücadelesini kutsal kılmak için ağlıyorum…

Yıllara yayılmış sinsi bir ölümdü gelen…

Bir yok oluştu, bir sinişti, tükenişti…

Fark ettirmeden damarlarımıza yayılan bir zehirdi…

Görmedik, göremedik…

Tükenmenin eşiğinde, hayat savaşında yaşıyor olduğumuzu sanarak ezildik!

Kemikleşmenin başladığı yıllardı, hatırlarım bugün gibi. Kandırılmaya müsait dostlarım vardı etrafımda, okumaktan ve yeni bilgiden uzak. Yargılamadım hiçbirini, ancak sorguladım. Neden merak etmediklerini ve ne düşündüklerini sorguladım! Dini duyguların azizliğinden bahsediyordu birçoğu. Özgürlükten, daha iyi bir kazançtan ve daha iyi şartlardan… Gelecekte yaşanacakları sıraladığımda bir bir, ütopik geliyordu benim fikirlerim onlara. Yeni Vatan, süslenip sunulmuştu önlerine. Ve hiçbiri aldırmıyordu, yavaş ve sinsice gelen tehlikeye!

En çok da çocuklarımızı örnek gösterdim onlara, karanlığa gömülmek istenen geleceğimizi anlatırken. Onları nasıl bağnaz bir geleceğin beklediğinden… Yaşamlarının birkaç basit öğretiye sıkıştırılacağından, sunulanı kabul edip düşünceden uzak evrilmeye mahkum kalacaklarından…

Her bir cümlem, benden kopup evrene yayıldığında, anlamsız birer söz öbeğinden öte geçemedi ne yazık! Gördüğüm boş bakışlar; daha bir boşaldı, anlamsızlaştı… Benim kurduğum cümleler, o boşalmış zihinlerde yankı bulmadı!

Yine yılmadım mücadeleci ruhumla… Ne kadar emek harcarsam, aydınlık geleceğe bir adım daha yakındım. Diğerleri gibi mevcut durumu kabul edip, hayatı otoritenin belirlediği şekilde yaşamadım…

Başkaları üzerinde bir şey yapamıyorsam, kendi çocuğum için yapmalıydım.


Denizi köpürtmeli, köpüklerinde bir kavga başlatmalıydım.

Ve öyle de yaptım!.. Atakan’ım… Ata’mın kanından saydığım can’ım… Geleceğin mimarlarından yalnızca biri… Kendi gibi ışık saçan geleceğe olan umudu, oğluma aşıladım.

Hatırlarım kendi küçüklüğümü; Atatürk’e dair ne kadar da çok ödevimiz olurdu okul yıllarında. Ezberlemiştik tüm fikirlerini, tıpkı gözlerinin anlam saçan maviliğini ezberlediğimiz gibi. Her 10 Kasım’da ağlayan çocuklardık biz. Bizi bırakıp gitmiş olsa da evrene yayılan enerjisini duyardık damarlarımızda. Ve O’nun bıraktığı her hatırada, yüreğimizde yaşardık ezber ettiğimiz cümlelerini…

Ata’nın çocuklarıydık biz. Geleceğin mimarlarıydık. O zamanın küçük elleri ancak bir o kadar da büyük yürekleri…

Ata 1Yıllar geçti anne olduk, baba olduk. Yılmadık ve yorulmadık… Bizden kopan her bir can’a, örnek olduk. Ata’yı aşıladık, vatan toprağının kokusunu ciğerlerine doldurduk. Bizi eğiten öğretmenlerimizden aldıklarımızı, şimdi sınırlı almak zorunda bırakılan minik zihinlere aşıladık. Okulda dar zamanlara sıkıştırılmaya çalışılan Atatürk’ü  biz anlattık… Birer öğretmen olduk evlerimizde. Ve damarlarında akan asil kanın değerini anlamalarını sağladık. Vatan toprağının kazanılmasında dökülen her bir kan damlasının kutsallığını, birliğimizi bölmek isteyen her türlü dış güce karşı mücadele ruhunu verdik onlara. Bizler birer savaşçıydık kendi topraklarımızda, ve çocuklarımıza da aynı topraklarda emek vermeyi öğrettik. Kaybedilenleri görmeyi, emeğin kutsallığını ve emek vermeden hiçbir mücadelenin kazanılamayacağını gösterdik.

Biz Ata’nın çocuklarıydık. Ve yeni Ata’nın çocuklarını ortaya çıkardık!

Şimdi yenilmek yok karşımıza çıkan engellerde…

Her bir susturucuda daha bir gür çıkacak sesimiz…

Üzüm gibi ezilmiş olsak da baskılardan, biz iyi bir ‘şarap’ olmayı da biliriz!

Korkmuyoruz baskılardan ve yılmıyoruz… Her aldığımız darbede, daha bir güçlü ayağa kalkıyoruz!

Mücadelemiz kutsaldır; biliyoruz… Ve bu mücadelede, gelecek güzel günlerin yakınlığına inanıyoruz!


…mücadele ruhunu taşıyan tüm can’lara, selam olsun…


Sibel İlgör
Yağmurlu bir Nisan gecesinde, umutla doğdu dünyaya... Bilginin asla yeterli olmayacağına inandı hep. Bir adım ötesi mutlaka vardı. Ve o; öteye geçmek için her zaman çabaladı... Gerçeğin ne olduğunu hala arıyor... Edindiği hiçbir gerçek, ona yeterli gelmiyor. Bu noktada; okuyor, yazıyor... Okur yazarlık en baş ilkesi... Ve varoluşunda; okunmadan ve üzerine düşünülmeden yazılan hiçbir cümlenin, güçlü olmayacağını düşünüyor!