İtiraf ediyorum; aslında ben keyiften çalışıyorum!
Sabahın erken saatinde işime yetişebilmek için, sıcak yatağımdan kalkıyorum. Sabah saatlerini severim aslında. Daha bir sakin olur hayat… Ancak işe yetişme telaşı, çocuğun okula geç kalmaması için verilen mücadele, çanta hazırlanma süreci, anahtarını aldın mı soruları, servis geldi koş diye bağırışmalar… Tam bir kaos hali! Mesai saatlerinde fırsat buldukça, eve gelen çocuğu telefonla kontrol etmeye çalışmak çilesinden bahsetmiyorum bile!
Ancak son zamanlarda kadın, erkek ve din üzerine o kadar garip söylemler ile karşılaşıyorum ki; şaşırmadan edemiyorum. Hele ki bu garip söylemler, kendi hemcinslerimin dudaklarından dökülüyorsa; şaşkınlığım bir kat daha artıyor.
Diyor ki bir kadın bilenimiz; “Kadın isterse çalışır, istemezse çalışmaz. Dinimiz, erkeği eşine bakmakla görevlendirmiştir.” Haliyle kadın da ev işleri, peş peşe çocuk doğurma, onları büyütme, eşine itaat etme gibi sorumluluklarla donatılmış bir özgür güvercin olmakta!
Bu cümleleri okuduğumda aklıma ilk gelen sorular şunlar oldu:
Türkiye’de keyfi çalışan kadın sayısı kaçtır?
Türkiye’de çalışan erkeklerin yüzde kaçı hak ettiği ücreti almaktadır?
Asgari ücretle ev geçindirmeye çabalayan bir erkeğin ruh hali nedir?
Dar gelir ile geniş aileye yetmek zorunda kalan erkeğin ruh hali, topluma ne ölçüde yansımaktadır?
Kadın, tek gelirle devam ettirilemeyecek yaşam şartlarında, kocasına ‘ben çalışmak istemiyorum, bu konuda dinen özgürüm’ diyebilecek lükse ve söz hakkına sahip midir?
Bu soruları, daha yüksek adetlerde sıralayabilirim.
Ancak bu kadın bilenimizin dile getirdiği bir konuyu da paylaşmak isterim:
Dinimizde miras konusu çok önem arz etmekteymiş. Erkek, dinen evini geçindirmek zorunda olduğu için, kadına verilen miras oranının düşük olması çok normal sayılmalı imiş…
Doğru evliliklerin yapıldığı, evlilik kararının çiftler arasında özgürce tartışıldığı ve tanıyarak evlililiğin teşvik edildiği bir kültürel yapıda olsak; ve de tüm bireylerin nokta atışı yaparak, boşanma ile sonuçlanmayan evlilikler gerçekleştirebildiği bir ülkede yaşıyor olsak; bu konuyu daha rahat anlamlandırabilirim!
Ancak her geçen gün kadın cinayetlerinin arttığı, erkek şiddetinin egemen olduğu ve kadının baskılandığı bir ortamda bu husus, bana çok anlamsız ve taraflı gelmekte. Özellikle hemcinslerimin bu kabul edici tavrı, içinde bulunduğumuz durumun vahimliğini daha da netleştirmekte.
İnsanlar, kurtuluş yolunun kendi içlerinde olduğunu fark etmedikleri sürece; bu tarz konuşmalar gündemden düşmeyecektir. Cinsiyet anlamında, ne pozitif ayırım ne de negatif ayırım diye bir kavram kabul edemiyorum. İnsan, önce insandır benim gözümde. Ve her gözde de böyle olmalıdır.
Yaşamın, kanunların ve dini kuramların; insanı, cinsiyetsiz olarak görmediği bir zeminde, sık sık ayağımızın tökezlemesi ve sendelememiz normaldir. Ancak eğer yaşamda söz sahibi olmak istiyorsak ve el izlerimiz hayatın her kanalına karışsın istiyorsak; önce kendimizden başlamalıyız…
Kendi eğittiğimiz beyinlerimizin ışığı ile belki bir başkasının ışığını ortaya çıkarmasında yardımcı olabiliriz…
Önce kendimiz, sonra hepimiz!
Işık olması dileğiyle…