Gündemini; ülkesinden ve dünya gerçeklerinden uzak tutmak için taklalar atanları görmek, sündüre sündüre verilen yanlı haberlerin dalkavuklarını izlemek, olmayanı olmuş gibi anlatarak izleyicilerini aptal yerine koyan bir sisteme tahammül sınırı yürek ister.
Haber kuşağı mı?
Televizyon karşısında çok vakit geçirmeyenlerdenim…
Elimden geldiğince uzak durmaya çalışırım ama! Malum iş çıkışı servise bin – in, yol derken tam da haber saatine denk gelir akşam yemeği ve eminim pek çoğunuz da aynı şekilde.
Gündemini; ülkesinden ve dünya gerçeklerinden uzak tutmak için taklalar atanları görmek, sündüre sündüre verilen yanlı haberlerin dalkavuklarını izlemek, olmayanı olmuş gibi anlatarak izleyicilerini aptal yerine koyan bir sisteme tahammül sınırı yürek ister.
Her vatandaş gibi elimden geldiğince uzak kalmam gündemden. Konuşmayı sevmem, fikir sahibi olmaktan da geri durmam.
E, hal böyle olunca biraz o kanal biraz bu kanal, biraz da diğerleri derken baya fikir sahibi oluyorsunuz ve tek taraflı da beslenmiyor, çelişkileri sorguluyor ve kendinizi doğruyu ararken buluyorsunuz.
Eğer sorgulamaya uğraşmıyor ve birkaç soru sormuyorsak, olanı olduğu gibi doğru kabul ediyorsak taraflı yayıncılığın taraflı izleyeni oluveriyoruz bir çırpıda, hazıra alıştırılmış, sorgulaması baskıya ve askıya alınmış toplum olarak.
Tıpkı Don Kişot gibi!
Don Kişot; gözü kara bir aşıktır! Vatanını ve halkını seven bir insandır! Mazlumları korur, kötülere göz açtırmaz, fakat her zaman yere yıkılır yenilir! Çünkü yazılan anlatılan her şeyin doğru olduğuna inanır. Simgesel bir savaştır aslında onun savaşı, alt yapısı olmayan, kendinin ve etrafındakilerin yarattığı hayali düşmanlarla savaşır ve yenilir ve en son ölüm döşeğinde gerçekleri görür.
Bu kadar geç kalmamak dileği ile.
Sonra birileri gelir, alışılagelmişin dışına çıkar; ben bir bireyim vatandaşım ve soruda sorarım hesap ta sorarım der!
Böyle bir sisteme alışık olmayan halk ne der? komik olma der!
***
Ne zamandır bilmiyorum ama sempati duymaya başlayacak kadar haberin adresi FOX Ana Haber bülteni ve tabi ki Fatih Portakal.
Haberi sunan ve sadece sunmakla kalmayan soru üstüne soru soran, muhatap bulamayacağını bile bile sorgulayan ve anladığını açık net bir duruşla ortaya koyan, tiye alan, tane tane anlatan, madalyonu evire çevire madalyon olduğuna pişman eden bir haberci.
Bir birey olarak sunuyor haberi, yorumunu yapıyor.
Bir çoğunluk olarak sunuyor haberi, sorgulamasını yapıyor.
Bir haberci olarak sunuyor haberi, sebep sonuç ilişkisi kuruyor.
Sosyal bir sorumluluk hissediyor ve mesaj veriyor, dinleyenlerine.
Bir sosyolog bakış açısı ile haberi nasıl dinleteceğinin renkli yollarını arıyor kendince…
Konu mankenliği yapmıyor; ülkesiz, vatansız kalan insanların dramını anlatırken! Ülkesine değerlerine sahip çıkmayan insanların vatansız yurtsuz haberiydi bu haber diyebiliyor…
‘Hükümet ev alacaklara %15 destek veriyor’ haberini yayınlarken metni okuyup geçmiyor, % 15 veriyor da… Diyerek devam edebiliyor.
Magazinsel bir haberi önemli bir anekdotla renklendirebiliyor; Hülya Avşar ile Kılıçdaroğlu’nun mahkemelik olduğu bir davada ‘Hülya Avşar da olmasa CHP’nin haberini yapamayacağız’ gibi gibi…
Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın rehin alınması ve akabinde gelişen sonucun vahametini çekinmeden ortaya koyabiliyor; Savcıyı rehin almak terördür. Haber yapılmasını yasaklamak otoriterlik, can kaybı ile çözmek, beceriksizlik, karanlık! Terör! Yasak!
Nereye gidiyor bu ülke?
Bugün günlerden soma ve tekmeci müşaviri unutmadık!
Görevinin bilincinde, hukukun yanında, yurttaşının gönlünde yer eden polislerin 10 Nisan’ını kutluyorum. Böyle olmayanı kutlamıyorum.
Eskinin yerini alacak ‘Yeni Türkiye’ buysa durum vahim. Böyle giderse TR’nin önüne sıfat yetişmeyecek!
Demedi demeyin, Meclis açık olsa yasa çıkartıp ‘alkışlamaya’ da sınırlama getirilirdi. Alkışlamanın türleri?
Partilerin liste dışı kalan adaylarını okuyorum da; siyaseti meslek olarak görmek zorunda mısınız? Felsefe; ölene kadar koltuk… mu olmalı?
Örneklerle haberci kimliğini fazlası ile takınarak, haber verme ve alma özgürlüğünü savunarak ve sisteme karşı işeyerek.
Sadece o değil sahip olduğu kimliğini fazlası ile takınan!
Bu kimliği fazlası ile takınmaya sebep olan; Yolunda gitmeyen işler, hakkı verilmeyen temsili vekil, muhalefetin çıkmayan sesi derken denge böylelikle bozulmuş oluyor.
Ekranlardaki ve etrafınızdaki insanları gözlemlediğinizde; Kendini ifade edebilecek platformlara sahip olan bireyler, sağlıklı ve hakkaniyetli yapılmayan siyaseti yapmaya soyunuyorlar.
Oluşmayan, oluşamayan güçlü bir muhalefetin rolünü çalma derdindeler.
Hakkını arayamayan sahip olduğu hakları savunamayan insanların yerine avuç- avuç çoğalmayı umut edenler toplaşıyor meydanlarda ekranlarda…
Bireysel davranmayan!
Haber alma ve ifade özgürlüğü
Sosyal devlet anlayış taraftarı olan, mazlumun yanında olan siyaset ya da düşün adamları her ne hikmetse yüzyıllardır teoride iyi fakat cephede yeteneksiz bir av olarak sahne almışlarıdır. Pratik savaşta olabildiğince yeteneksiz olmalarının, eleştirilmelerinin sebebi sanırım kötüye dair şemaları belleklerinde barındırmamalarından kaynaklanmaktadır. İnsana hizmet o kadar ön plandadır ve bencillik anlayışı o kadar azdır ki popüler kültür araçlarına da bir o kadar mesafeli olmalarındandır pratikte olan kayıpları.
Sonuç itibari ile kendini ve ne olduğunu saklamayan, gün yüzünde hareket eden, kendini hür bir şekilde ifade eden yayın ve basın kuruluşlarına ve siyasetçilere ve gazetecilere ve insanlara daha çok daha çok ihtiyacımız var!
Ne olduğu belirsiz, bir gün öyle bir gün böyle olan en amiyane tabirle mercimek gibi olan insanlardan, siyasetçilerden vs. daha az zarar göreceğimizde aşikar.
Haber alma ve seçim özgürlüğü ile neyi ne kadar sorgulayacağımız ve neye ne kadar inanacağımız ve bulunacağımız eylem tatbiki bize kalmış.
Karınca hikayesi vardır bilir misiniz bilmem?
Nemrut, kendisine boyun eğmeyen Hz. İbrahim için meydanda devasa bir ateş yaktırmış. Öyle büyükmüş ki yangın; yalazı semaya varmış, dumanı yaylayı sarmış.
Karınca görmüş alevleri…
Telaşla göle koşup bir damla su almış ağzına; yola çıkmış.
Sormuşlar:
“Nereye?”
“İbrahim için ateş yakmışlar; söndürmeye su taşıyorum.”
“O bir damla su, ateşi söndürmez ki…”
“Olsun; hiç değilse safım belli olsun.”