Seyyah ve Seyr-ü Sefer

İnanmak. Asil bir duygu. Katlanmak, bu duygunun bidâdı. Kuş uçuşu mesafe ile ayak atımı mesafe arasındaki farkı, kaç lahza miktarınca süzebilirse süzücü, o kadar fark edecek durduğu yeri. Zirâ inanmak, asil bir duygu.

turan-tanyeri
Fotoğraf: Turan Tanyeli

Sonra sabah oldu hasılı. Fakat buraya gelene kadar neler geçti neler…

İnanmak, asil bir duygu. Aldanmak, cefası. Güvenilen dağların üzerine yağıveren karlar, nice vakit önce girse de edebiyatın sularına bu dairede… Henüz ve halen baharlar düşleyen, yani aslında nevbahar bekleyen çokça zarif ruh var.


İnanmak. Asil bir duygu. Katlanmak, bu duygunun bidâdı. Kuş uçuşu mesafe ile ayak atımı mesafe arasındaki farkı, kaç lahza miktarınca süzebilirse süzücü, o kadar fark edecek durduğu yeri. Zirâ inanmak, asil bir duygu.

İnanarak atılan adımların sonunda çıkılan yer, zahiren neresi olursa olsun, hangi boyutların aşıldığı hayal dahi edilemeyen çılgın bir ölçü şimdi kaideyi esas tutan. Esas oğlanları, esas kızları yerle bir edip de içlerinden esas bir insan çıkaran. Kaide. Kadim bir kıvam.

Belki bir açlık, belki bir hastalık ya da belki kayıp herhangi bir zaman veya zeminde. Hani bir yalnızlık hissi. Hani bir haz aslında inceliklere gizlenmiş. Bir güçlülük hâli. Hem de en zayıf olduğunu bilebildiğin ve fark ettiğin, sonra da kabul ettiğinde gelen acziyetin verdiği kudret hâli.

En kudret. En aciz. Bir zarafet. Bir hilafet. Dünya üzerinde bir nezaret. Bahşedilen kelimeler. Kovulmuş olunan bir cennet. Sürgüne yollanılan bir dünya. Hem sürgün hem hilafet. Hem hasret hem halvet. Hem teşekkür hem tefekkür.

“Ağlamak” diye bir lûtuf. Ama yani baya baya ağlamak. İçine içine… Dışına dışına… Ağlamak yani. Gözyaşlarıyla abdest alır gibi ağlamak. Bir velî tekkesinde sohbet eder gibi ağlamak. Hesap sorar gibi değil, hesap yapar gibi değil, hesap katar gibi değil. Dümdüz, sadece, kitap tadında ağlamak. Hiçbir söze gerek bırakmadan, dua eder gibi ağlamak.

Her şeyin geçtiği, tükendiği, yenildiği bir yerde; geçmeyen, tükenmeyen, yenilmeyen bir duruş. Yağmurun, karın, güneşin, ayın… Gecenin ve gündüzün yani hem. Öyle güzel yakıştığı bir mahalle, bir sokak. Köşe başlarında çeşmeler, rezidansların ışıl ışıl musluklarına tebessümle acıyla bakarak, vakitler ötesinden şırıldıyor. Çocuk sesleri. Çocuk. Ses. Belki kâlu bela’dan bir müjde, bir selam gibi…

Ziyan var sonra. Mazlumdan kıskanıp zalime ikram.

Ziyan var tabii ya. Tevazudan geçip kibre kaptırılan.

Ziyan olmaz mı elbet. Ruhu unutup bedene kapılan.

Ziyan olur elbet. Bir de bakmışsın, bitmiş dünyanda sabahlar.


***

11193411_747211925391556_3248111706401644339_nBir bardak daha kahve. İyi ki var. Bir bardak daha. Ya olmasaydı? Bir bardak daha. Koy sâki.

Bir ayak izine rastlamak var. Sade bir ayak izi. Bir alından geçmiş belli. Bir alın, sade bir ayak izinden geçmiş belli. Bir ayak izinde, bir alın ve çizgiler var. Her bir çizgide, bir yaşamak var.

İmsak var. İftar var. Gelip geçenler, geçip gelmeyenler, gelmeyenlerden sonra da geçenler var. Bir kerahat vakti uykusu var. Refakat var. Hepsi iki damla gözyaşı bir de veda hasılı. Oysa vedanın içinde veda var. Kerahate refakat eden bir durum var. Akıl var hem düşünenler için. “hiç mi düşünmeyeceksiniz?” diyen var.

“Belki” var. Fakat “eminim” var hem.

Yarınların dünü, dünlerin yarını, yarınların da yarını var. Karıncanın, arının, çiçeğin, düşen bir kar tanesinin şahitliği var. Peki ya tanımamışlığın bedeli? O da var elbet. Onun dahi hakkı var.

Kemâle murâd, murada kurban gerek var. Kurban. Ne kadar da görkemli. Ne de zarif. Nasıl da asil. Gani gani teslim. Gani gani rahmet hem.

İlk harften noktaya, bir cümle süresince yazıldı büyük romanlar. Ve yine noktayla bitti seyranlar, viranlar…

Su… Damağımdaki cennet kokusu…
Ateş… Su’ya aşık, mahşer damlası…

nurbanu-c3b6zbelli
Fotoğraf: Turan Tanyeli

Dedim ya azizim.


Sonra sabah oldu hasılı. Fakat buraya gelene kadar neler geçti neler…