Bana deniz lazım… Bana gökyüzü… Bana huzur lazım, en ihtiyaç olunan anımda. Bana birkaç insan lazım, hayatımı paylaşmaya yardımcı. Bana bir ses lazım, içimdekine inat… Ve bana ben lazım, en muhtaç olduğum…
İhtiyaç listemle başladım bu sefer. Hiçliklerimin boşluğunda, kimsesizliğimin kıyısında yalnız başına yürümek amaçlı değil, niyetim. İç acınası haller, tavırlar takınmak değil hiç amacım! Yüz göz olmadan, hesaplaşmadan, kesişmeden hayatla. Hep bir tasvir dünyasında kaybolmak, sonu düşünmeden. Belki de bilmeden. Bilmek istemeden.
Hayatta artık bunu yapamıyorum dediğimiz, sonsuzluğun son evresini tamamlıyoruz, birlikte. Gökyüzüne bakıp, inanmak istiyoruz. Hayatın güzel oluşuna. Güzel olması gerektiğine inandırmak istiyoruz kendimizi. Olumsuzlukları bir kenara atıp, yalnızca sahneye çalışıyoruz. Uçuyoruz bazen mutluluktan. Kimse bozmasın istiyor, daha da çoğalmasını umut ediyoruz. İnanamıyoruz. Bu kadar güzelliğin sonu olduğuna, her şeye olduğu gibi buna da bir miad biçilmesine karşı koymak istiyoruz. Sürükleniyoruz… Biçimsizce ve istemsizce.
Ne yazık ki, boğuluyoruz.
Boğuldukça vurdumduymazlığımız zirveye çoktan ulaşmış oluyor. Biz görmüyoruz. Bize söylüyorlar. Sonra onlar yalancı oluyor. Biz hep doğrucu kalıyoruz. Bizden başkasının doğrusunu kabullenmek konusunda ne çok sıkıntımız var halbuki! Benim değilse o doğru, doğru olmaz! Olamaz! Sizin kurallar aleminiz ne alemde? Ayrıntılara çok takılanlar mı daha mutlu bu hayatta, yoksa tekdüze hayatının akışına uyum sağlayabilenler mi? Neler mi oluyor, bu evrelerde… İnsan istemediği her şeye dönüşebiliyor.
Elbette kendi istemeden oluyor. Sessizce, o kadar derin oluyor, bazen bazı şeyler. Bir gün, aynaya baktığınızda yüzünüz söylüyor bunu size. Sizin söylemekten korkup bilakis kaçtıklarınız, aynada çıkıyor karşınıza. Kendini kandırmaca durumu bu evreden sonra başlıyor. Zamanınız ne kadar kıymetliydi oysa… Oradan oraya koşup, her şeye yetişme çabalarınızda eksik; kendiniz oldunuz, hep. Hep bir başkasının hayatında can buldunuz. Sevmediniz kendinizi çoğu zaman. Çünkü kendinizle ilgili bütün gerçekleri bir tek siz biliyordunuz. Hep siz en güzel, hep siz en başarılıydınız bu hayatta.
Bırakın bir başkasının daha güzel, daha başarılı olması olayını, ihtimalinden bile hoşlanmazdınız. Büyütürdünüz kendinizi zaman zaman. Çok büyük! Öyle yere göğe sığan cinsten falan değil! Ciddi büyük sanırdınız. Sonucunuzu paylaşır mısınız? Neye yaradı bu kibir? Kimlerden daha büyük oldunuz mesela bu hayatta? Hep bir rekabet dünyasında olduğunuzu hiç unutmadınız çoğu zaman da.
Şimdi bunları bu şekilde yazmak ne kolay diyenleriniz olacaktır. Olmalıdır da. Yazarken kolay olduğunu savunmuyorum. Bilakis yazarken çok daha güç. Kendi evreninizi birkaç dakikalığına bir kenara atıp, başka evrenlerde neler olup bittiğine mi baksak? Kabul edenler ve etmeyenler. Nasıl zor bir insanın kararlarını değiştirmek. Onu ikna etmeye çalışarak…
Kendinizi büyüttüğünüz kadar büyüksünüz. İçinizdeki sorunları sorunsallaştıracak kadar sorunlarınız var. Kimselerin bilmediği, her şey aslında sizde apaçık! Gizliyorsunuz. Gizlemek zorunda kalıyorsunuz belki de. Kim bilir. Her insanın kendi düşünce dünyasının var oluşu bunu desteklemeye değer nitelikte olsa gerek. Öyle mi diyelim? Tamam benim düşüncem bu yönde olsun. Siz kendi kararınızı elbette kendiniz verin… Ben sadece biraz farkındalık yaratmak amacıyla, sizi de bu eyleme davet ediyorum. Çok mutlu değil misiniz? Ne yazar? Şairin dediği gibi; “Daha son sözü söylemedi hayat, belki yarınlarda mutlu sonlar var…”