Hiç kimse ölüm korkusundan bahsetmiyordu. Ya da aşkın son yıllarda nasıl yıprandığından. Aşkı Atilla İlhan’dan değil, salak saçma dizilerden öğrenmemizin üzücülüğünden konuşmaya da istekli değillerdi.
O sabah uyandığımda hayattan tek beklentim çift lavaş tavuk tantuniydi. Lavaşı yumuşak, içi zengin olsun; yanında turşu ve roka hazır bulunsun yeter. Yataktan hızlıca kalktım. Dışarı çıkmak için hazırlanmaya başladım. Mutluydum. Evden çıkmadan önce hazırlanma süreci hep mutlu etmiştir insanı. Çünkü hazırlık yapan insanlar hayal kurar. Parfüm sıkarken sevdiğine sarıldığını tahayyül eder mesela. Rimel sürerken de onu kirpiklerine hapsettiğini. Benimse hayalimde sadece tantuni vardı. O yüzden darmadağın saçlarımı, çapaklı gözlerimi ve montumu alıp evden çıktım.
Sokakta yalnız dolaşmak yirmi birinci yüzyılda büyük cesaret haline geldi. Bütün kapitalist zırvalar bizi sosyalleşmeye zorluyor ama verimli bir sosyallik değil bu. Kafede frappuccino içip sosyal medya üzerine geyik çeviriyorsan normalsin. Zavallı bir sosyallik bu! AVM’den satın aldıklarını görücüye çıkarabilmen için tasarlanmış suni bir şey. Fakat buna bile muhtaçtım. Yapayalnızdım. Bırak ruhumun dehlizlerini, koalisyon senaryolarını dahi tartışabileceğim dostum kalmamıştı. Ve sorun bendeydi. Sorunun bende olması, sorunun yanlış saptandığı ihtimalini değiştirmiyordu. Ve yine de üzgündüm. Üzgün olmam bilmukabele hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Hayattan tek isteğim sadece çift lavaş tavuk tantuniydi.
Sokakta yalnız dolaşmak sıkıntılıdır. Eğer dünyayı turlayan sırt çantalı bir turist değilseniz, yegane arzunuz bir yere varabilmekse, varacağınız yer hususunda seçici değilseniz, elleriniz kot ceplerinde terliyor ve bilmem kaçıncı sigarayı tüttürüyorsanız, yaşam gayeniz yoksa, otuz yıldır da hiç olmamışsa, sokakta yalnız olmak daha sıkıntılıdır. Hiçbir güzel kadın göz teması kurmaz sizinle. Can Yücel’in tabiriyle sadece sidikli kontesiniz vardır yanınızda. Hoş, başkasını da istemiyordum. Aklım fikrim tantunideydi. Biten sigaramı kaldırıma fırlattım. Adımlarımı hızlandırarak Mersin tantunisi yaptığını iddia eden bir işletmenin kapısından girdim. Usta, garsonlarla koalisyon seçeneklerini konuşuyordu. Müşteriler ağızlarında lavaş dolusu koalisyondan bahsediyordu. Kodumun şehrinde herkes koalisyondan bahsediyordu. Yüksek sesle “Çift lavaş tavuk tantuni istiyorum” diye haykırdım. Duymak zorunda kaldılar.
İçerisi kalabalıktı. Boş olan tek masaya oturdum. Hesapta olmayan bir gerginlik bekliyordu beni. Anlaşılan tüm şehrin canı tantuni çekmişti. Akın akın gelmeye devam ediyordu aç insanlar. Tavuk değil, et tantuni yiyecek insanlar. Etin yanında taze sıkılmış portakal suyu içecek ve yüklü hesap bırakacak insanlar. Tek başına dört kişilik masayı kaplayan bendenizle aynı masayı paylaşmayacak insanlar. Sevgilisi olan insanlar. Belki de hobilerinden para kazanma ayrıcalığına sahip insanlar. Geceleri jakuzilerinde stres atan insanlar. Misafirlerini kameralı diafonla tanıyan ve kapıları şifreyle açılan insanlar. Hayatları hep parlak görünen insanlar. Kapıdan içeri bakıyorlar ve boş masa olmadığını görünce gidiyorlardı. Dört kişilik masayı dört liralık tantuni yemek için işgal etmem garsonları rahatsız ediyordu. Aksi gibi siparişim de gelmemişti bir türlü. Masadan kaldırılmam ve “Sen ayakta yiyebilir misin birader?” sorusunu işitmem an meselesiydi. Aslında ayakta da yerdim, koalisyon senaryolarını tartışabileceğim bir yoldaşım olsaydı eğer. Fakat yalnızdım. Daha fazla düşünmemeye karar verdim. Telefonumu kurcaladım.
Tantunim geldi. Yanında turşu ya da roka yoktu. Yanında hiçbir şey yoktu. Zaten suçlu hissettiğimden garsonları çağıramadım. Sinirli görünüyorlardı, belki de bana öyle geliyordu. Tek gözüm tantunide, diğeri kapıdaydı. Sonra öteki masalara göz gezdirdim. Hararetli koalisyon tartışmaları dönüyordu. Oysa kimsenin esas gündemi bu değildi. Hiç kimse ölüm korkusundan bahsetmiyordu. Ya da annelerinin her gün biraz daha yaşlanmasından duydukları tarifsiz rahatsızlıktan. Aşkın son yıllarda nasıl yıprandığına değinmiyorlardı. Aşkı Atilla İlhan’dan değil, salak saçma dizilerden öğrenmemizin üzücülüğünden konuşmaya istekli değillerdi. Birisine sarılıp uyumanın dayanılmaz özlemini dile getirmiyorlardı. Çiftleşme arzularını edebi bir üslupla anlatma kabiliyetleri yoktu. Varlığımızın nihai amacını kitaplarda aramamışlardı. Kutsal kitaplar vardı tek bildikleri, onları da okumamışlardı… Aylarca seçimi konuşmuşlar, şimdi de koalisyonu tartışacaklardı. Zavallı bir sosyallikti bu! Bireycilik azaldıkça yalnızlık artıyor, kronik sosyal yalnızlar her geçen gün çoğalıyordu.
Garsonun teki “Biraz acele edebilir misiniz? Bekleyenler var” dedi. Oysa daha yeni gelmişti tantunim. Lokmaları çiğnemeden yutmaya başladım. İkinci lokmamı yuttuğumda iki siyah araç kapının önünde belirdi. Anlattıklarım Ankara’da yaşanıyordu ve orada kırmızı plakalı siyah araçlar sık görülür. Dört takım elbiseli adam içeri girdi. Aralarından şişman olanı “Yavrum dört et tantuni sarar mısın?” dedi garsona. Oturacak yer bulamayınca şaşırdılar. Garson telaşla yanıma koştu. “Sizi şöyle alabilir miyim?” dedi köşeye sıkıştırdığı küflü tabureyi göstererek. Tantunimi alıp tabureye seğirttim.
Takım elbiselilerin masası turşu, roka, turp, biber, limon ve domatesle donatılırken mekandan ayrıldım. Sigara yaktım. Tek isteğim çift lavaş tavuk tantuni değilmiş çünkü hala üzgündüm. Park halindeki bir aracın camından kendime baktım. “Keşke” dedim içimden, “saçlarımı tarasaymışım, kendime biraz özen gösterseymişim.” “Neyse” diye devam ettim sonra, “hele şunlar bir koalisyon kursun da.”