Süleyman Demirel, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin efsaneleşmiş merkez sağ siyasetçisi; uzun soluklu, maceralı yaşamını noktaladı. ‘Dün dündür, bu gün bu gündür’ sözünün sahibi, anlatmak istediği aslında bir inkar değildi, değişimi, dönüşümü, gelişmeyi yaşamı boyunca kendine bayrak edinen bir liderin felsefesiydi!
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamları TBMM’de oylanırken, en ön sırada iki elini de havaya kaldırıp, intikam isteyen bir siyasetçi profili çizmesi belki de yaşamındaki en büyük yanlışlardan biridir ve biz bu ülkenin çocuklarına her 6 Mayıs tarihlerinde üzülürken, Süleyman Demirel’in bu davranışını sorgulamaktan kaçındık. Adalet Partisi (AP) sıralarından ‘üçe üç!’ çığlıkları yükselirken, dünün mazlumlarının bugünün zalimleri olabileceğini tarih bir kere daha yazdı.
Altan Öymen 1976’da Demirel’in Deniz’lerin idam edilmesiyle ilgili yaptıklarını şu satırlarla anlatıyordu: “Süleyman Demirel, Mobilya Yolsuzluğu’ndan yargılanan yeğeni Yahya Demirel’le ilgili olarak ’25 yaşında çocukla uğraşıyorlar’ diyor. 6 Mayıs 1972’de ise idam edilen Deniz, Yusuf, Hüseyin’in idam kararları oylanıyordu. Süleyman Bey ise AP Grubu’nun en önünde oturuyordu. Elini ‘İdama evet’ için kaldırdığında arkasına dönüp baktı, herkesin kaldırıp kaldırmadığını kontrol ediyordu. Sonra vakur bir ifadeyle önüne döndü. İdamlar kabul edilmişti. Deniz ve Yusuf da 25 yaşındaydı. Süleyman Bey onlar için hiç ’25 yaşında çocuklar’ demedi. İdam edilmelerini istedi. İsteğine ulaştı da…”
Süleyman Demirel; Gezmiş, Aslan ve İnan’ı katletmek isteyen zihniyetle Menderes, Zorlu ve Polatkan’ı katleden zihniyetin ve gücün aynı olduğunu büyük bir körlükle görememişti!
[quote]12 Eylül 1980 Askeri Darbesi öncesinde yaratılan şiddetin öncülerinden biri olduğu, “Bu gençler vatan savunması yapıyorlar. Bana ülkücü gençler suç işliyor dedirtemezsiniz” söylemiyle tespit edilmektedir. O ülkücü çocuklar ‘vatan savunması’ yaptıklarını düşündüler. [/quote]
Devletleri için kutsal bir ülkü uğruna savaşıyorlardı. Devletleri tarafından ‘Sovyet ajanı’ diye suçlanan başka çocuklara karşı silah çektiler. Sonra bu gençler de Deniz’leri asan aynı zihniyet tarafından türlü zulümlere maruz bırakıldılar. Demirel’in her zaman arkalarında durduğu bu gençler de 12 Eylül hapishanelerinde işkence tezgâhlarından geçerken kendisi fötr şapkasını alıp gitmiştir.
Şapkayı Alıp Gitmek
Şapkasını alıp çekildi söylencesi nasıl oluştu? 1960 ihtilalinden iki yıl sonra Adalet Partisi (AP)’ne girerek siyasete atıldı, kapatılan Demokrat Parti (DP)’nin devamı olan bu oluşumda genel idare kuruluna seçildi. 1963 yılında DP’nin Cumhurbaşkanı Celal Bayar tahliye edilmesiyle Ankara’da, AP Genele Merkezi’ne saldırılar olur. Bu olay Süleyman Demirel’in siyasetten ilk çekilmesidir ve şapkasından dolayı ‘Şapkasını alıp kaçtı’ söylencesi oluşur. 1964 yılında AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala’nın ölümü ile birlikte siyasete döner ve bir yıl sonra yapılan genel seçimleri CHP’nin kaybetmesi ile siyasi partilerin geniş katılımı ile koalisyon hükümeti kurulur. Süleyman Demirel, TBMM dışından başbakan yardımcısı ve devlet bakanı olarak koalisyonda görev alır!
Süleyman Demirel’in siyasi yaşamına baktığımızda, tarihin kendini tekrarladığına hayretle şahit oluruz. Bülent Ecevit’in 1972 yılında İsmet İnönü’nün yerine CHP Genel Başkanı olması ile birlikte, partinin yönü sola yönelmiştir. ‘Toprak işleyenin, su kullananın’ söylemi ile daha eşitlikçi ve özgürlükçü bir vizyon ile 1973 Genel Seçimleri’nden birinci parti olarak çıkar. Sağ siyasetin her rengini, küçük burjuvasından büyük burjuvasına kadar ülkedeki sermaye sahiplerinin tüm kesimlerinin çıkarlarını temsil eden AP, daha sonra İstanbul merkezli sermayenin yabancı sermaye ile ilişkisi sonucunda Anadolu Sermayesinin piyasanın rekabet koşullarına uyum sağlayamaması Süleyman Demirel’in yönünü bu sınıfa çevirmesine neden oldu. Adalet Partisi’nin yeni tabanı, Anadolu’nun tüccarlarıydı artık!
Kıbrıs Barış Harekatı döneminde CHP ve Necmettin Erbakan liderliğindeki MSP koalisyonu kendi içinde anlaşmazlığa düştüğünden, Bülent Ecevit’in erken seçim kararı alarak istifa etmesi, Süleyman Demirel için yeni bir fırsat doğurdu. Genel seçimlere gidilmedi. Bu fırsat, 1974 yılının Eylül ayından 1975 Mart ayına kadar hükümet krizine neden oldu. Güven oylaması alamayan Sadi Irmak hükümetinin ardından, 31 Mart 1975’te AP Genel Başkanı Süleyman Demirel’in başkanlığında AP, MSP, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Cumhuriyetçi Güven Partisi’nden (CGP) oluşan koalisyon hükümeti kuruldu. Sola karşı hemen bütün sağ partilerin birliğini oluşturan Demirel hükümeti, ‘Birinci Milliyetçi Cephe hükümeti’ olarak anıldı. Dört yıl aradan sonra başbakanlık koltuğuna oturan Demirel, koalisyonu yürütebilmek için MSP ve MHP’nin yandaşlarının devlet örgütü içinde kadrolaşmalarına göz yumdu. Bu hükümet döneminde ülkede yeniden yoğun terör olayları ve toplumsal hareketler başladı; ülke dış ödemeler açığı ve hızlı enflasyondan kaynaklanan bir ekonomik bunalıma girdi.
[quote]12 Eylül 1980 Askeri Darbesi ile siyasi yasaklı listesine girer. Yasağın kalkması ile Doğru Yol Partisi’nde aktif siyasete geri döner ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü sonrasında 9. Cumhurbaşkanı seçilir. [/quote]
Türkiye’de gerçekleştirilen her darbenin sonucunda yara alan Süleyman Demirel, 28 Şubat Süreci olarak bilinen dönemde bazı çevrelerce Refahyol Hükümeti’ne karşı oluşan cephenin başaktörü olmakla itham edilirken, bazı çevrelerce de gerginliği yumuşatarak bir darbeyi engellediği bilinmektedir.
Günahı ve sevabı ile efsane bir siyasetçi bu alemden göçtü. Kendisini eleştirenlere, yerenlere ve mizah konusu yapanlara asla bir hakaret davası açmadı, bir siyasetçinin nasıl hoşgörülü olması gerektiğini bu coğrafyanın insanlarına gösterdi. Süleyman Demirel’in Kadı fıkrasını zaman zaman anlattığı bilinmekte:
Kadının, bir fırının önünden geçerken burnuna güzel bir koku gelmiş. Vitrinde, güveç içinde nar gibi kızarmış, sahibini bekleyen nefis bir ördek var. Kadı, fırıncıya ‘Ben bunu aldım’ demiş. Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş. Az sonra ördeğin sahibi gelmiş: ‘Hani bizim ördek?’ Fırıncı boynunu büküp ‘Uçtu’ deyince iş kavgaya dönüşmüş. Kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarınca korkup kaçmaya başlamış…Bir duvardan atlarken, bilmeden öteki taraftaki hamile bir kadının üstüne düşmüş. Kadın, çocuğunu düşürdüğü için, kadının kocası da fırıncının peşine düşmüş. Can havliyle kaçan fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış. Sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler hepsini yakalayarak kadının karşısına çıkarmışlar. Kadı sırayla sormuş, Ördeğin sahibi, ‘Bu adam ördeğimi hiç etti’ diye şikayet etmiş.
Kadı, fırıncıya sormuş: ‘Ne yaptın bu adamın ördeğini?’ Fırıncı ‘Uçtu’ demiş. Kadı, kara kaplı defterini açmış: ‘Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar ‘Uçar’ anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değil’ diyerek fırıncının beraatine karar vermiş. Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşa sormuş, Onun şikayetine de kara kaplı defterden bir madde bulmuş: ‘Her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o Müslümin tek gözü çıkarıla!’ Davacı ‘Ne olacak?’ diye sorunca kadı, ‘Şimdi’ demiş, ‘Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız.’ Tabii gayrimüslim şikayetinden hemen vazgeçmiş, fırıncı bu davadan da beraat etmiş. Çocuğunu kaybeden kadının kocasına da kadı, ‘Tamam’ demiş, ‘Karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak.’ Böyle olunca fırıncı bu davadan da kurtulmuş. Kadı dönmüş Yahudi’ye: ‘Senin şikayetin ne?’ Yahudi ellerini açmış, ‘Ne diyeyim kadı efendi’ demiş, ‘Adaletinle bin yaşa sen e mi?’
Kıssadan hisse: Ananı öpen kadı ise kime şikayet edeceksin?
Günümüz siyasetçilerinden hangisi bu empati yüklü eleştiriyi kendisine ve kurumlarına yapabilir?