Her mevsimlik emekçi ölümlerinde senin de aklına geliyor mu Orhan Kemal? Bereketli Topraklar Üzerinde, Eskici Dükkanı, Hanımın Çiftliği? Yarına beslenen umutların gerçek karşısındaki yıkımı? Değişen ne vardı o yıllardan bu yana? Hiç!
Zamanın içinde dönüp aynı noktaya gelmenin kahredici utancından başka? Katırların kurşuna dizilmesine üzerine kahramanlık öyküleri anlatılırken, ölüm bir kamyonet kasasında buldu o kimsenin görmek istemediği emekçiyi! Gediz ovasında asma yapraklarında düşler büyüten mevsimlik kadın işçileri, Manisa’nın Gölmarmarası’nda lira lira gelecek büyütenleri!
Ablanın ikimize okuduğu Bertolt Brecht şiirini anımsıyor musun şimdi, hani kötülüğe iyilikle karşılık vermeyi öğütleyeni ve hiçbir şiddete başvurmamayı anlatanı “Dünya kavgalarına uzak durmak ve o kısa zamanı / korkusuz geçirmek/ şiddete başvurmadan hem/ kötülüğe iyilikle karşılık vermek/ düşlerini gerçekleştirmek değil, unutmak/ bilgelik olarak kabul ediliyor.”
Ölü emekçilerin düşleri ne zaman gerçek olur sence? Ablan ve arkadaşları eylül kırımlarından kurtulamadı ve bize direnci bıraktılar. Beceremedik. Korktuk! Bilgeler içimize dönüp, yeniden doğuşu yaşamamızı söylerken, gerçekler bağırıyordu ve on beş mevsimlik işçi ölüme nasıl gidermiş gösteriyordu biz yaşam küskünlerine.
İktidar uğruna pazarlar kurulmuşken Ankara’nın bozkır sabahlarına; ölen Durdane Kaya’nın, okul harçlığını kazanmak için çalışmayı isteyen on beş yaşındaki oğlu Burak’ın emeğinden başka nesi vardı satacak? Ablanın okuduğu şiirdeki gibi “Gerçekten karanlık bir çağdır yaşadığımız!”
Çağ atlatılan Türkiye’ de kasası işçi dolu bir kamyonetle süt tankeri çarpışır ve tutanaklara basit bir iş kazası olarak geçer. İşçilerin sigortası yok, güvencesi yok, sendikası yok. “Bir kilo asma yaprağını bir liraya alan efendiler, bir canın değeri ne eder sizce?” Çökelek Köyü’nden kazanının olduğu yer on beş kilometre ve sahurdan sonra yola çıkılması tamamen denetimden kaçmak için. İlçe içi taşımada kamyonet ve traktör kasalarının halen çok yoğun olarak kullanıldığını bilinmesine rağmen trafik zabıtalarının neden görmediğinin sorgulanması gerekmez mi? Gerekmiyor ve gerekmeyecek gibi!
Karnında çocuğu ile ona gelecek hazırlama peşindeki annenin ölüme koşmasını anlatabilmek için ancak bir Aragon olmalı değil mi sevgili? “vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye /yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek…”
Ama biliyoruz ki, bu yas saatleri ve geceleri ile gidecek, yine dayıbaşları modern zaman kölelerini dolduracak kamyonet kasalarına, yine ölecek yarının filizlerini yeşertmeye çalışan anneler.
ILO’nun 184 Sayılı “Tarımda İş Sağlığı ve Güvenliği Sözleşmesi” onaylanmayan bir ülkede mevsimlik işçilerin çalışma saatleri, tatil günleri, bayram izinleri lükstür! Yapılması gerekenler bellidir ama sömürü düzenin egemenlerine her hak, kardan zarar görünmektedir:
-İnsanca taşıma yapılabilecek servis araçları;
-İşverenler ile mevsimlik tarım işçileri arasında iş aracılığı hizmeti verecek ve tarım işçilerinin iş ve sosyal güvenlik hukuku kapsamına alınmasını sağlayacak kurumsal bir yapı;
-İşverenlerin istihdam edecekleri mevsimlik tarım işçilerini, oluşturulacak kurumsal yapı üzerinden temin etmesi sağlanmalı, bu işçilerin Sigorta Primine Esas Kazanç (SPEK) asgari tutarı üzerinden sigorta primlerine ilişkin kısımların üreticilere verilen ürün desteğinin arttırılması suretiyle devlet prim desteği kapsamına alınmalı;
-Mevsimlik tarım işçilerine yönelik barınma, eğitim ve Sağlık hizmetlerinin gerekli sıhhi tesisatla donatılmış düzenli ve denetlenebilir bir ortamda topluca sağlanabilmesi toplulaştırılmış yaşam alanları oluşturulmalıdır.
-Özel İstihdam Büroları’ndan işçi kiralanmasının önüne geçebilmek için bu proje rafa kalkmalıdır.
– Dayılık, komisyonculuk, aracılık, elçilik adı verilen kölelik zamanının gaddar bekçileri emek dünyasından uzaklaştırılmalıdır.
Ahmet Telli ile teselli vermeye çalışıyoruz gözyaşlarını henüz anımsayanlara: “Acılar yaşanıyordu yurdumda /Peş peşe yakılıyordu kentler / Bense hep oralardaydım /Daha yangın başlamadan önce…” ve eflatun bir hüzünle soruyorsun bana:” bu dizeler türkü olsa, acılar bal olur mu?” Olmaz sevgili, her ölüm aynı zamanda unutmayı da beraberinde getirmiyor mu? Madenlerde ölümle yoldaş olan işçiler, çocukluğunu yaşayamadan evlendirilen yurdumun papatya tazeliğindeki kızlar, ölümün en kalleşini tadan ve hoyrat ruhların tecavüzüne uğrayan kadınlar; işte bu türküyü söyleyebilecek yürek kalmadı. Ölüm kardeşliği kurmalı belki de ve her ölüm dayanışmayı getirmeli unutturmamak için!
Ve kime diyelim, hangi körleşen gözlere gösterelim Hasan Hüseyin Korkmazgil’in ağıtını: “Bak şu bebelerin güzelliğine/ Kaşı destan /Gözü destan/ Elleri kan içinde…”