Sana Diyorum!
Yutkunmak gerekmez mi bazen, bazen tutmak gerekmez mi düşenin elinden, bazen hiç tanımadığınla selamlaşmak güzel olmaz mı, bazen güvenmek gerekmez mi insanın dışından çok içine…
Hz. İsa, nefreti taşmış ve bir o kadar öfkesi alevlenmiş kalabalığa doğru yaklaşır ve görür ki ortalarında bir kadın taşlanmaktadır… Kalabalığı aşar, kadına ulaşır, saklar bedeninin gölgesine…
Nefreti taşmış ve bir o kadar öfkesi alevlenmiş kalabalık, “Yapma! Engel olma bize ey İsa!” derler! “Bu kadın bizde kötüdür, bu kadın bizde hatalıdır, bu kadın bizde yanlıştır” derler…
Merhametli ve bir o kadar adaletli Hz. İsa, “Buyursun o zaman en günahsız olanınız atsın ilk taşı” der.
Nefreti taşmış ve bir o kadar öfkesi alevlenmiş kalabalığın sesi kesilir, öfkesi diner, nefreti gerçekle yüzleşir… Vicdanı dağlanır ve artık önce kendinden başlar; bakmaya, duymaya, yargılamaya, eleştirmeye, yanlışı aramaya, yanlışı bulmaya…
Hayatın her anından kıssadan hisse; önce kendinden başla!..
Kalbimin ve kelimelerimin ifade edebildiği kadar anlatmaya çalıştım bir dostumdan duyduğum bu çok eski zaman hikayesini. Ve acıdır ki son bir senedir ne çok şey anlatıyor, düşündürüyor, yaptırıyor bana…
***
Ne çok nefret eder, yargılar olduk, son verir olduk kendimize benzemeyen ne varsa…
Sana diyorum!
Yorulmadın mı her gün her an eleştirmekten? Yorulmadın mı her gün çirkince müdahale etmekten? Yorulmadın mı kendi pencerenden görünen hep aynı manzaradan? Yorulmadın mı aynı düşüncelerde çakılı kalmaktan? Yorulmadın mı her gün bir mucizeye doğan güneşe aya bahara direnmekten?
Her gün biraz daha kararmaktan, karartmaktan…
Kanamaktan, kanatmaktan…
Ölmekten öldürmekten… Yorulmadın mı?
Yutkunmak gerekmez mi bazen, bazen tutmak gerekmez mi düşenin elinden, bazen hiç tanımadığınla selamlaşmak güzel olmaz mı, bazen güvenmek gerekmez mi insanın dışından çok içine…
Sana diyorum!
Hoş görmek gerek her zaman ve diyette olmak gerek yemek içmek haricinde nefiste.
Sana diyorum!
Bırak eleştirmeyi, bırak hor görmeyi bırak yanlış aramayı artık. Bırak artık her şeyi, yaşamaya bak! Bazen sadece aldığın nefesi düşün! Yaşadığını en çok hissettirecek olan da budur sana. Ne yanlış, ne doğru; ne üstün, ne de başın; ne gördüğün, ne duyduğun, ne de gezdiğin, ne de belki doğru bildiğin yanlışlar…
Sahi kime göre, neye göre doğru?
Sıkıldım ben alışılagelmiş doğrulardan!..
Bacak arası namusundan!
Cehalet korkusunun gölgesindeki adımlardan!
O… takma sıfatların isabetsiz adreslerinden!
Bayraksız, sığ, sessiz, güçsüz başkaldırılardan!
Beyninizin kalleş tarafından sıkıldım!
***
Rahat bırakın akıp giden mutlu günü…
Gülen güneşi, konuşan ağacı, ağızdan çıkan tatlı sözü, ışık saçan gözleri…
Deli deli atan kalbi…
Nefese yetişemeyen nefesi rahat bırakın.
Düşün yakasından aşk sarhoşunun!
Düşsün kalksın yara bere içinde kalsın, sarınsın, sarmalansın…
Çekin ellerinizi bedenleşmiş saf sevgiden…
Kötülük, kötü bakan gözlerinizde…
Kötüye yoran kalbinizde…
Doğrusunu sevgiden ayıran beyninizde…
***
Kalbimde kötülük yok ki benim!
Onu da nereden çıkardınız?
Sevgimde leke de yok!
Sadakatim sorgulanmayacak kadar açık, aleni!..
Rahmimdeki bereketim senin sonsuza uzanan hem mert, hem namert varlığın!
Hayallerimse bir buruk, bir yarım!
Özgürlüğümse senin ellerinde, boy verdiğin kadar!
Arkadaşlığım baki!
Dostluğum tuz ekmek kadar.
Aşkımınsa tarifi hala yok…
Gel, öldürme (yorma) beni…
Ve ben bu bilince sahip olmayan kadın erkek fark etmeksizin kızgın kalabalığı beslemek, toplumsal çığırtkanlığa ortak olmak yerine, uzağında, çok uzağında kalıp içimdeki şefkati besliyorum şimdi, gün gelip etrafa illaki saçacağım.
Bak ve sen de gör; kadın ol, erkek ol, müdahale ettikçe ve kurcaladıkça ne yanlış, yanlış olarak kalıyor, ne de haklı ve haksız ortaya çıkıyor…
Ne çıkar ki zaten haklı ya da haksız olsan, sevsen ya da sevilmesen, özlensen ya da beklenmesen…
Ne çıkar ki yalnızlığı tercih etsen, ne çıkar ki kendinle baş başa kalsan…
Alın dünyanız sizin olsun, benim dünyam bana yeter (desen).
Ne çıkar ki senin gerinde, gölgende kalmış olsam ya da bir iki adım önünde? Ne çıkar ki söylediklerine şimdi anlam katmış olsam, ne çıkar ki yeni yeni fark etmiş olsam uzakta kalan yakınlığını… Ne çıkar ki kendimi anlamadan seni anlamamış olsam.
Gel!
Ben anlamıyorsam sen anlat kendini ama canımı yakmadan.