Ruh sağlığında insanın en önemli beş temel ihtiyacından biridir yaratıcılık. İşte yetişkinlere özel boyama kitabı terapisi…
“Yaratıcılık, varoluştaki en büyük isyandır.” OSHO
İnsan bir döngü içerisinde varlığını sürdürür. Doğumla başlayan bu döngü, kişiye belirsizlikten kaynaklanan bir korku verir ve ölüm olgusuyla tamamlanır.
Süreç içerisinde yaşa bağlı olarak hayata yüklenen anlamlar ve hayattan beklentiler vardır. Ancak; insanın temel gayelerinden biri de insan olmasının getirdiği üretmek, özgünleşmek, birlik içerisinde tek olmaktır. Her konudan da öte kendini ifade etmek, anlatmaktır. Bu anlatış tamamen bireyin kendi elindedir ve “sanat” bu tercihlerden biridir.
İnsanın kendini anlattığı her ifade, yine kendisi hakkında ipuçları verir. Sanat, bir dışa vurum tekniğidir. Sanatın ruh sağlığı bozukluklarında kullanımı batıdan gelen bir akım gibi görülse de gezgin Evliya Çelebi, II.Beyazıt’ın 1484-1488 yıllarında Edirne’de yaptırmış olduğu Darüşşifa’da ruhsal sıkıntılar için müziğin, özellikle de su sesinin kullanıldığını kendi Seyahatnamesi’nde aktarmıştır.
Şam’da inşa ettirilmiş olan “Nureddin Hastanesi” Türklerin en eski Tıp Fakültesi olup bu yapıda akıl hastaları için müziğin kullanıldığı özel bir bölüm oluşturulmuş ve günümüzde kalıntısı bulunmasa da Fatih Sultan Mehmet tarafından inşa ettirilen Fatih Darüşşifası’nda da sanatın kullanıldığı bir alan oluşturulmuştur. Bu kalıntılar, geçmişten günümüze değin sanatın, tamamlayıcı ve bütünleyici tıbbın bir kolu olduğunu ispatlar niteliktedir.
Bir sanat terapisti olan Katherine Killick, sanatın ruhsal travmalarda kullanılışına daha detaylı bir bakış açısı getirerek sürece açıklık kazandırmış. Sanat, hastanelerde iyileştirici bir fonksiyon olarak özellikle 1930 ila 1950 yılları arasında etkin hale getirilmiş. İkinci Dünya Savaşı ile beraber Avrupa’da savaşta travmatize olan askerlerin psikolojik sağaltımlarında sanata başvurulmuş. Silahlı kuvvetlerin yanı sıra savaştan olumsuz etkilenmiş toplum üyelerinin de duygu ve düşüncelerini dışa vurmaları için uygun mekanlar oluşturulmuş, resim malzemeleri hazır hale getirilmiş.
1960 ila 1970 yılları arasındaysa insana verilen önemin artması ve Hümanizm anlayışının desteklenmesiyle ruhsal rahatsızlıklara yüklenen anlam değişmiş. Sıkıntılara yüklenen anlamlar, sanatın içeriğiyle, sanatçı yönü olan terapistlerin bakış açılarıyla açıklanmıştır. Bunların en temel örneği, bir heykeltıraş ve sanatçı olan Carl Gustav Jung’dur. Jung, ruhsal bunalımları, psikolojik bir yıkımdan farklı olarak zihin süzgeçlerini ortadan kaldırarak insanın özünü ortaya çıkaran bir süreç olarak açıklamıştır. 1980 ve günümüze doğru ise sağaltım sürecinde sanatın bir oyalama olmadığı; kişinin duygusal boşalımını sağladığı, iletişim kurma ve ön fikir oluşturma gibi etkenlere katkı sağladığı kabul görmüştür.
Yaratıcılık kişinin beş temel ihtiyacından biri
Sanatta özgünlüğü ifade eden yaratıcılık, Erich Fromm’a göre kişinin beş temel ihtiyacından biri olup, her türlü olaya karşı edilgenliğini sürdüren ‘ben’e karşı koymak ve ‘öz ben’i ortaya çıkarmaktır. Yetişkinlerin yaratıcılık ve öz bene ulaşma ihtiyacı da çeşitli nedenlerle artmaktadır.
Ancak; beynin sağ lobunun etkisi altında olan yaratıcılık, kız ve erkek çocukların farklı yetiştirilmeleri; fantazilerin erken ve yersiz engellenmesi; merakın sınırlandırılıp kontrol altına alınması; otorite ve arkadaş ilişkileri sonucunda ortaya çıkan korku ve çekingenlik; engellemelerin ve başarının çok fazla vurgulanması; işlevsel düşünceler ile ilgili çalışma yapabilmek için gerekli olan kaynakların eksikliği ve eğitim düzeyi gibi çeşitli nedenlerle zaman içerisinde sekteye uğrar.
Bunlara ek olarak, ülkemizdeki eğitim sisteminin sol beyni harekete geçiren ezberleme, sayısal verilere önem verme faktörleri de yaratıcılığın devamlılığında öne çıkan bir düşmandır. Özellikle, ilkokulun ilk üç sınıfında yüksek yaratıcılığı olan öncelikle erkek çocuklar, diğer çocuklar tarafından “saçma fikirlere” veya “haylazca düşüncelere” sahip oldukları doğrultusunda, öğretmenleri tarafından da “sivri, çıkıntı, ukala” olarak adlandırılmalarıyla kendilerini baskı altına alırlar. Bu çocuklar, zaman içerisinde yetişkinliklerinde sergileyecekleri davranış özelliklerinin temelini hazırlayarak fikirlerini kendilerine saklamayı öğrenir ve orijinalliklerini kaybetmeye başlarlar.
Tüm bunlara rağmen, Amerikan Sanatla Terapi Birliği’nin yaklaşık 30 yıl önce (1985) belirttiği gibi sanat, bireylerin kişisel problemlerini, kendi potansiyellerini yazılı ya da farklı biçimlerle ortaya koymalarına yardımcı olan bir aracıdır. Üstelik; hassas, kendini ifade etmekte zorlanan kişiler için sanat, etkili bir çıkar yoldur.
Yaratıcılığın farklı nedenlerle körelmeye başlaması, tamamen yok olduğu anlamına gelmez. Sadece törpülendiğini ifade eder. Çünkü; yaratıcılık, sorunlara, kayıp ögelere, uyumsuzluğa karşı duyarlı olma, güçlüğü tanımlama, çözüm arama, tahminlerde bulunma ya da eksikliklere ilişkin denenceler geliştirme, bu denenceleri değiştirme ya da yeniden sınama, sonrasında da sonucu diğerleriyle paylaşmaktır. Yaratıcılık, bir anlamda da sorunların varlığında kişinin özüne dönerek kendini ifade etme biçimidir.
Körelme içerisinde olan insan, kendini sıkıntıya sokan hayat koşullarıyla da karşılaşmakta ve bilinçdışı anne karnındaki plasentada hissettiği huzuru özleyerek benliğini koruma adına eylemlere girişir. Yaratıcılığın da ortaya konduğu eylemler, kişinin psikolojik ihtiyaçlarından olan ait olma gereksinimi de karşılayacak nitelikte olursa kişiye fayda katan, savunma mekanizmalarından “yüceltme”nin kullanılmasını gerektirir. Yüceltme, toplumca kabul görmeyen düşünce ve arzuları, toplumun kabul edeceği biçimlere dönüştürerek sunmaktır.
Sınav sistemiyle rekabetin artması, mobbing, aile iletişim bozuklukları, şehirdeki stres faktörleri gibi nedenler kişilerin yaratıcılık ihtiyaçlarını artırarak öz bene dönmeyi tetiklemekte ve boyamalar bir çeşit rahatlama kaynağı olup daha önce söylenemeyenler için kendini ifade etme yoluna dönüşmektedir.