Ülkemizin şu an içinde bulunduğu durumu göz önüne alarak yok canım geriye gidiyoruz, karşı devrim amacına ulaşmak üzere, Atatürk devrimleri tehlikede düşüncesi son yıllarda popüler olsa da zamanın ruhu engellenemez.
Zamanı gelmiş bir fikrin karşısına dikilme gücüne hiçbir ordu sahip değildir! Victor HUGO
Her ne kadar siyasal iktidar, yönetim biçimleri, eğitim sistemi, ülkenin genel dini, insanların yaşam biçimini belirlemeye çalışsa bile her dönem kendi ruhuyla mı yaşar?
Kadında değişim ne zaman başladı?
Evet, ülkeler ve toplumlar değişime, evrilmeye uymak zorunda kalırlar. Bu olgu engellenemez. Eğer engelenebilse idi bugün toplumlar hala ateşi çakmak taşıyla yakıyor olmazlar mıydı? Ya da kadın hareketi başlar mıydı?
Ülkemizin şu an içinde bulunduğu durumu göz önüne alarak yok canım geriye gidiyoruz, karşı devrim amacına ulaşmak üzere, Atatürk devrimleri tehlikede düşüncesi son yıllarda popüler olsa da zamanın ruhu engellenemez.
Buna bir çok örnek verebiliriz. Ama ben toplumda kadının yeri konusunu çok önemsiyorum. Çünkü kadının gelişimi o toplumun gelişimi ile doğru orantılıdır.
Ellili yılları örnek alalım. On dört yaşındaki kızlar evlendiriliyordu. Yirmi yaşını geçmiş bir genç kız evde kalmış sayılıyordu. Bu çocuklar birbirlerinin yüzünü dahi görmeden nikah masasına oturuyorlardı. Okula giden kadın sayısı çok azdı. Altmışlı yıllara geldiğimizde kız çocuklarının evlilik yaşı on sekizlere taşındı. Okuyan kız sayısı arttı. Ama çalışma hayatında sadece ekonomik güçlük çeken kadın vardı.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında doktor, mühendis, avukat,öğretmen kadın sayısı yok denecek kadar azdı. Kadın istihdamı sadece tarlalarda ve geri hizmette çalışanlarla sınırlıydı.Sanatla sadece gayrimüslim kadınlar ilgilenebiliyordu.
Bundan elli yıl önce evlenememek bir sorun iken ve aile kurmanın kutsallığı kabul görmüşken, bugün evlilik kurumunu tartışır olduk. Kadının yeri ev olmaktan çıktı. Yuvayı dişi kuş yapmıyor artık ortak inşa etmeye başladık.
Günümüzde ekonomik özgürlüğünü kazanmış bir kadın, kendisine evlilik teklifi yapan erkek arkadaşına henüz evliliğe hazır olmadığını, bunun sorumluluğunu almak istemediğini rahatlıkla söyleyebiliyor.
İki binli yıllardan önce boşanmak çok kötü bir olguyken şimdi boşanmanın ilk adımının evlenmek olduğu fikrine alıştık hatta çocuklar için devam eden evliliklerin, onların gelişiminde yara açtığı, sağlıklı düşünen bireyler olamadıkları konusunda uzlaştık
Olaya bir diğer açıdan bakacak olursak; Evlilik kurumu bu kadar kötü mü insanlar ayrı yaşamayı tercih ediyor? Eşler birbirlerinin özgürlüğünü kısıtlıyor ise evet kötü. Her birey kendi sorumluluklarını yerine getirmiyor ise evet kötü. Birisi diğerini değiştirmeye ve kendi kurallarına göre yaşatmaya çalışıyor ise evet kötü. Erkek kadını eve kapatıyor ona hiç bir yaşam hakkı tanımıyorsa evet kötü. Bu durumda asıl faşizm evde başlıyor ve bir sürü kayıp yaşamlar oluşuyor.
Her bireyin kendi sorumluluklarını yerine getirdiği sürece özgürce yaşayacağı, birbirine bağlı ama bağımsız hayatlar kurabileceği, keyifle mutlulukla güzel bir birlikteliği kim istemez?
Daha düne kadar aşklarını gizli kapaklı yaşayan gençler bugün özgürce elele sokaklarda gezebiliyor. Kızının ilişkisi var diye utanan annelerin sayısı gün geçtikçe azalıyor ve hatta ilişkisi yok ise benim kızım lezbiyen mi acaba diye endişe duyan babaların sayısı artmaya başladı.
Öte yandan, 1924-1925 öğretim yılında mezun olup Türkiye’nin ilk kadın avukatı ünvanını kazanan Süreyya Ağaoğlu Ankara’nın tek lokantası olan İstanbul lokantasında yemek yemesi olay olmuşken, bugün kadın tek başına gidip birasını içebiliyor. 1970’li yıllarda ben devrimciyim diyen kadın parkasıyla övünürken, günümüzde kırmızı elbiseli kadın Gezi Parkı’nın simgesi haline geliyor.
Evrildik…Geliştik… Zamanın ruhuna ayak uydurduk. Gelişmeye de devam edeceğiz.
Peki ya geri kalanlar, zamana karşı direnenler, gelişime engel olmaya çalışan adına muhafazakar denilen ama var olanı bile geriye götürmeye çalışan siyasetçiler, ne mi olacak? Kaybedecekler.