Loreena McKennitt, Ortaçağ öncesi Kıta Avrupası’nın bir bölümünde yaşamış; söylenceleri, efsaneleri, hayata tutunuş ve bakış açıları, savaşçı yapıları, özellikle de inançları ile bir sis perdesinin içinden çıkıp gelen Keltleri (1), yapmış olduğu müziğininin gizem dolu ezgileri arasında bir medyum gibi günümüze taşıyarak hayatımıza giren seyyah bir sanatçı.
İlk albümü “Elemental” 1985 tarihinde çıkmış olduğuna göre yaklaşık yirmi yıldır biz onu dinliyoruz.
Seviyoruz…
Biz bu kültürün içinden gelmiyoruz; ama kuşkusuz müziğin birleştirici etki alanınında o titreşimleri alıyoruz.
Loreena McKennitt anladığımız kadarıyla çok iyi bir araştırmacı. Kimileri için belki garip gelebilir; ama bizim halk müziğimizin günümüzde yaşayan en büyük temsilcilerinden, derlemecilerinden, araştırmacılarından Neşet Ertaş’la bir benzerlik kurmamız yanlış anlaşılmamalıdır. Elbette yiğidin hakkını yiğide verip, yazımızın ilerleyen bölümlerinde aradaki farkı tam olarak ortaya koyacağımızın bilgisini hemen verebilirim.
1987 yılında çıkardığı ikinci albümü “To Drive The Cold Winter Away“, kendi ifadelerinden anladığımızı kadarıyla, muhtemelen çocukluğunda duyduğu, geleneksel yöresel ezgiler, noel şarkıları ve kilise müziklerinin güzel bir derlemesiydi.
“Çocukluğumda, kış mevsimi müziği dendiği zaman en çok hatırladığım, kiliselerde veya büyük toplantı salonlarında dinlediğim zengin, dopdolu, kendilerine özel, geleneksel Noel şarkıları oluyor. Bu ruhaniyet içinde, bana bu duyguları hatırlatan yöreleri aradım ve buraları, seyahatlerimde en çok kıymet verdiğim bölgeler oldu.”
1989 yılına geldiğimizde yeni albümü “Parallel Dreams’i” görüyoruz. Loreena McKennitt bu albümü ile birlikte kendine özgü müziğinini oturtmaya başladığını ifade ediyor.
“Eğer rüyaların, biribiri ile daima bir bağlantısı varsa, bu bağlantı aşk, hürriyet ve kavuşmaya olan bir özlemdir. Görebileceğimiz her çeşit rüyada, bu mevcut olduğundan, bütün rüyalarımız biribirine paraleldir”
The Visit
The Visit, sanatçının en sevilen ve bütün dünya ile birlikte ülkemizde adının duyulmasına neden olan albümüdür. Birbirinin üzerine koyularak yapılan albümler gösterişli bir saraya dönüşmüştür. Her adımda o Kelt müziğinin etkilerini görmek mümkündür. Milyarlaca insanın kulağına yer etmiş, bizim de Nilüfer’in ağzından dinlediğimiz, Tango to Evora bu albümün içindedir.
“Bizim, şimdi yeni baştan öğrendiğimiz, çevremizdeki her canlıya ne kadar fazla saygı göstermek gereğini, Kelt’ler, daha o zamanlarda, çok iyi biliyorlardı. Bu yapım, bütün bunların ne şekilde oluştuklarını, neler yapılması gerekinimi yansıtan bir esinlenmedir”
The Mask and Mirror
“The Mask and Mirror” isimli albümüne yazdığı nottan, sanatçının yapmış olduğu müziğin aslında çıkmış olduğu yolculuğun yansıması olduğunu anlayabiliyoruz.
The Mask and Mirror (Maske ve Ayna) ile İspanya’nın Kelt köşesi olan Galiçya’ya yolculuğa başladım ve oradan sonra da ben, kendi tarihsel ve müzikal kutsal seyahatime devam ettim. İspanya’yı, 15nci yüzyıl penceresinden; Yahudi’lik, İslam ve Hıristiyan’lığın bir arada ki ortamını, dikkat ile inceledim ve harika bir dünya olan, din-kültür arası alış verişi, beni kendine çekti”
“Bu yolculukta, asırlardır yankı yaratan sorular incelenmektedir Tanrı nedir? Din ne demektir? Ruhaniyet neyi ifade eder? Neler açıklandı ve neler gizli bırakıldı? Ve maske neydi? Ve ayna ne oluyordu?”
The Book of Secrets
1995 yılında Peter Gabriel’le birlikte yaptığı “A Winter Garden,” “To Drive The Cold Winter Away” albümünün bir parçası gibidir.
“The Book of Secrets” sanatçının yolculuğunu Doğu’ya doğru çeviren bir albümdür. İçinde doğup büyüdüğü ve etkilendiği Keltik kültürü tamamen terk edemeden, doğunun kendine özgü enstrümanları ile yeni bir tını yakalamaya çalışmaktadır. Okuyucularımıza The Mummers videosunu örnek olarak sunuyoruz.
Ve, An Ancient Muse… Türkçe anlamıyla, “Eski bir İlham Kaynağı…”
Loreena McKennitt günümüzün bir Marco Polosu, seyyahı. Öyle olunca geçip gittiği yerlerin gezi notları da, kendince derlediği notalara dönüşüyor. Son albümün “oryantalist” ezgileri de bu şekilde bir araya geliyor.
Bu albümde bizi çok yakından ilgilendiren şey, hepimizin Katibim olarak bildiği, Üsküdar’a Giderken, şarkısının bulunması. Loreena McKennett’in bilinçli ya da tamamen bilgisizce adını Sacred Shabbat olarak vererek, sanki bir çeşit şabat (2) müziği olarak göstererek, batıda tamemen farklı anlamalara yol açacak yanlış bir “gezi notası” düşüyor.
Oysa, kendi içinde büyüdüğü kültürün bir parçası olan İskoçların, Kırım Savaşı sırasında bulundukları Selimiye Kışlası veya etrafında yine kendi müzik aletleriyle çaldıkları bu şarkıya başka bir yaklaşım getirmesi mümkün olabilir, isim verebilir; hatta yolculuğunun adı önceden koyulmamış çıkış amacının belki de bu ezgiyi tekrardan yurduna götürmek olduğunu bile iddia edebilirdi. Spiritüel anlamda çok hoş bir yol öyküsü bile oluşabilirdi bunun içinde. Ama öyle olmadı, ya da biz öyle anlayamıyoruz.
Katibim / Üsküdar’a Giderken
Klasik Türk Müziği, taş plaklar ve kayıt tarihi üzerine geniş arşivi, çalışmaları, kitabı ve bu konuda üzerine çıkardığı derleme CD kayıtlarıyla bilgisine güvendiğim, aynı zamanda dayım olan Cemal Ünlü‘ye (3) Katibim/Üsküdar’a Giderken‘i sordum. Ondan aldığım bilgiler bu yazının şekillenmesine yardımcı olmuştur.
Bilindiği gibi Shabbat, Musevilerin haftanın bir günü dinlenerek ve ibadet ederek geçirdikleri kutsal bir gün.Cemal Ünlü‘nün yorumuna göre, Katibim ezgisi “alışıldık veya beklenen” dini bir form/karakter taşımıyor; “fazlaca oynak” kalıyor; Museviler’in müzikle ilgilerine gelince, bu konuda, İspanya’dan 1492 yılından itibaren başlayan zorunlu göçleriyle beraberinde getirdikleri Ladino müziğini, –ki bunun içinde de Endülüs etkilerini görmek mümkün, ve Loreena McKennitt’e kaynaklık yapan bilginin sanatçıyı bu şekilde yanıltmış olması ihtimali akla yakın geliyor.- İbrani tasavvufundaki Maftirim’i ibadetleri sırasında kullandığını görüyoruz. Bu örneklerin hiçbiri Katibim ile ahenk göstermiyor. Bir de kültürlerin birbirleriyle etkilenmesi söz konusu. Bu konuda müthiş bir arşiv birikimi olan “Kalan Müzik“ten çıkan Yahudice’deki ezgileri dinlediğiniz ve albümle birlikte verilen kitapçığı okuduğunuzda Türk – Rum şarkılarının daha çok dini içerikteki İbrani sözlerle aranjman yapıldığı görüyorsunuz.
Eski Üsküdarlı oluşumuzun avantajını burada kullanarak, dedemin, dayıma anlattığı, konuyla ilgili küçük bir bilgi ile bahsi kapatalım. Bilginin gerçekliğini kanıtlama imkanımız olmasa da, dedemden “Katibim” şarkısında sözü geçen şahsın Üsküdar Toptaşı Caddesi Valide Atik Camii yakınların yaşayan, şarkıda çizilen profile sahip bir katip olduğunu bilgisini araya sıkıştırıp, aktarabiliyoruz.
Loreena McKennitt’i ve müziğini kuşkusuz çok seviyoruz. 1985 yılından itibaren çıkmış olduğu ve Lao Tzun’un sözlerinde değer kazanan yolculuğunun onu çok anlamlı yerlere götürdüğüne de şahit oluyoruz:
“İyi bir seyyahın, önceden hazırlanmış hiç bir planı yoktur ve hiçbir zaman, bir yerlere varmak niyetini gütmez.”
Loreena kuşkusuz yanlış bir yol üzerinde yürümüyor. Albümü oluşturan parçaları dinlediğinizde içinizi tuhaf, tanıdık bir duygu kaplıyor. Ve siz bu duyguyu seviyorsunuz. “İstanbul’un Kapıları“ndan içeri girip, “Kervansaray“da konaklıyorsunuz. Oradan dışarı hiç çıkmak istemiyorsunuz.
Ama…
“Sacred Shabbat” “Skudari” ses uyumunu hatırlatsa da ister istemez bu albümün bütünlüğünü bozan bir oryantalizm bakış açısını karşınıza dikiveriyor.
Loreena McKennitt, Osmanlı coğrafyasında dolaştığı için, şu şarkı Türklere aittir, bu Rum’dur, öteki de İbrani’dir, diyemeyiz. Burada yapmaya çalıştığımız şey, zaten İskoçya’dan gelmiş ve oraya ait olduğu bilinen bir ezgiyi Türkleştirip, bu Shabbat müziği değildir demek anlamına gelmemelidir. Bu zaten bizim coğrafyamıza ters düşen bir düşünselliktir. Osmanlı’nın mirasını reddetmektir.
Bu düşünselliği Loreena’nin içinde büyüdüğü; ama “mutlaka” onun savunduğu değil, “belki de” bilmeden albümüyle birlikte taşıdığı batının “oryantalizminin” içinde buluyoruz ve işaret ediyor, gösteriyoruz.
Ne demek istediğimiz anlaşılıyor mu?
Ben, bu albümü çok sevdim, dinlerken de bunları düşündüm…
Alıntılar:
(1) Keltlerle ilgili “meraklısı” için küçük bir not düşmemiz gerekiyor. Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri, Druidler gibi içinden çıkan temsilcileri ve söylenceleri ile Gümüş Çağ ve Bakır Çağ arasında duran bir geçiş kavmi olduklarını söyleyebiliriz.
(2) Şabat, Musevilerin tamamen ibadetle geçirdikleri Cumartesi gününe denk gelen kutsal günü.
(3) Cemal Ünlü