Bebekleri öldürülen Cizre halkı için, şehitliği sorgulayan karaktersiz babalar için, vatan sana canım feda olmasın diyen annelerin, kardeşlerin, eşlerin ağıtlarında devlet nedir?
Üç doğru nasıl bir yanlış yapar?
90’lı yıllarda devletin terör örgütüne karşı geliştirdiği propaganda silahlarından en önemlisi, örgütün ele geçirdiği köy ve mezralarda militanlarca öldürülen bebek çocuk ve sivil ölümleriydi. Bugün aynı silahı, terör örgütü Cizre’de devlete karşı kullanmakta; buzdolabında saklanan ölü çocukları, keskin nişancılar tarafından hedef gözetilerek vurulan sivil insanları, ateşli silahlar ile tahrip olan konutları dünya kamuoyuna duyurarak, verdikleri mücadelenin ve isyanın haklılığına delil göstermektedirler. Haklılar mı? Kirli bir savaşın haklısı veya haksızı olabilir mi? Cizre, IŞİD’e karşı direnişe geçen Kobane’den rol mü çalmak üzeredir?
Yaşanan çatışma ortamının; devlet, terör örgütü ve sivil halk olarak üç ayağı bulunmaktadır. Yorumlarımızı hangi noktadan bakarak yaparsak yapalım, doğruluğu mutlak kesinlik kazanacaktır. Bu üç doğru noktanın ise koca bir yanlış yaptığını görmemek için de bilinçli bir körlük içinde olunabilir ancak. Nesnel bir bakış açısı geliştiremezsek, yapacağımız çözümlemeler kaosa yarayacaktır.
Şırnak’ın Cizre ilçesindeki halk, sanki bir deprem sonrası yaşanan yıkımın acılarını yaşamakta günlerdir. Kırılan fay hattı, yer hareketlerinden dolayı değil, terör örgütü ve devletin çarpışmasının sonucudur.
Ana akım medya kayıpları verirken, 27 sivilin iki ateş arasında kalmasından veya hedef gözetilerek öldürüldüğünü söylemektedir. Yanan evler, kokuşmaya başlayan hayvan leşleri ile birlikte, suyun yokluğu, ekmeksiz kalmak, çocukların ihtiyaç maddelerinin bulunmaması, temel gıda maddelerinin bitmesi ve huzur/ güvenlik, için sık sık tekrarlanan sokağa çıkma yasağının konulması! Bebekleri öldürülen Cizre halkı için, şehitliği sorgulayan karaktersiz babalar için, vatan sana canım feda olmasın diyen annelerin, kardeşlerin, eşlerin ağıtlarında devlet nedir?
Ya Devlet Başa
Belirli bir toprağı olan, kanunlara göre bir hükümet idaresinde teşkilatlanmış, bağımsız toplulukların ‘Devlet’ demek olduğunu söylesek ve egemenlik haklarının kullanılması şekline göre; hükümdarlık (monarşi) ve halk idaresi (cumhuriyet) olmak üzere ikiye ayrılır desek, Cizre’nin acıları hafifler mi? Eğer bir hükümdarlıkta hükümdarın iradesi bir meclis vasıtasıyla sınırlanmışsa buna “meşruti hükümdarlık” denir. Meclis yoksa devlet şekli, “mutlak hükümdarlık” sınıfına girdiğinin bilinmesi, toplama kampına dönüştürülen ilçedeki insanların sorgulama yapmasına neden olur mu?
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, devletin temel amaç ve görevlerini: “Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” diye tanımlamaktadır.
PKK ile Hizbullah arasında çıkan çatışmalarda olaya emniyet güçlerinin müdahalesi gerekli hale geldiğinde, bölgeye intikal eden emniyet güçlerinin karşısına iş makinaları ile kazılmış büyük hendekler engel olarak çıktı. Bölgeye emniyet güçlerinin girmemesi için belediyenin iş makinaları ile hendekler kazılmıştı. Yazılı ve görsel medyada 20 Temmuz 2015 günü başlayan çatışmalı süreçten sonra itiraf gibi açıklamalar, manşetler ardı ardına gelmeye başladı. Bölge cephaneliğe döndürülmüştü. Çözüm süreci denilen çözülme sürecinin mimarı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’da, Dağlıca’da şehit haberlerinin geldiği günün akşamında çıktığı televizyon programında bölgenin cephanelik haline getirildiğinin itirafını yapıyordu. Yığınak yapılan cephanenin patlaması için ilk kıvılcımı da IŞİD’e karşı mücadele yapılacak perdesinin arkasına saklanarak Ak Parti Hükümeti çaktı.
Emperyalizmin yeni stratejisi
Cizre, Mardin Nusaybin ile birlikte Suriye’de kurulu bulunan Cizire kantonu adı verilen bölgede, Suriye Kamışlı’ya sıfır noktada bulunmaktadır. Şırnak Cizre’de başlanılarak özerklik ele geçirilecek, devamında Cizre’nin yanı başında bulunan Nusaybin’de özerklik elde edilecek, oradan da Nusaybin’in karşısında bulunan ve Suriye’de kurulu bulunan Cezire kantonu içinde ki Kamışlı ile birleşilerek, Kürtlerin Akdeniz’e inmeleri sağlanacaktır. Sonuçta emperyalizmin bu strateji ve operasyonunu, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi erki iktidarının devamı için fırsata çevirmeye çalışmaktadır.
Cizre örneğinde görülebileceği gibi, devlet ile terör grupları arasında kalan bir halkın demokratik ve yaşam hakları hiçe sayılmaktadır. Ülkenin bağımsız, bölünmez bütünlüğünü korumak adına sivil ölümlerini daha ne kadar görmezden geleceğiz ki, gerçekten bu savaşın gerçek amacı bu mudur?
Kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya ne olacak peki? Devlet asli görevinde değişikliğe mi gidecek? İktidar uğruna, yeri geldiğinde halkın bir bölümü feda edilebilir mi olacak?
Özgür vatandaşlıktan kulluğa
16 ve 17. yüzyıllarda Avrupa’da hakim olan yozlaşmış kilise ve papazlara dayalı dini kudrete karşı siyasi otoriteyi güçlendirme çabaları devletin bugünkü manasıyla ortaya çıkmasını sağlayıp, dini kurallara uygun (teokratik) devlet anlayışı, yerini siyasi devlet anlayışına bıraktı. Bugün Türkiye, yönetim şeklini teokratik sisteme uygulamaya çalışmakta, “Yeni Osmanlı” olma yolunda adımlar atmaktadır. Siyasi ve demokratik devlet olma anlayışının içinde yerine getirilmek istenilen sistem, özgür vatandaşları değil, biat eden kulları kucaklayacaktır.
Modern devlet anlayışının getirdiği belirli toprak parçası üzerinde egemen olmakla kalınmayacağı; bu toprak parçası üzerindeki tüm sosyal ilişkileri de düzenler kuralı tamamen geçersiz kalacaktır. Oysa modern devletin kuralları, coğrafi alanın değil, bireyleri birbirlerine bağlayan sosyal bağların bir fonksiyonudur. İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınan Cizre Belediye Başkanı Leyla İmret‘in İngiliz Vica News isimli haber ajansına yaptığı “Bir söz vardır, barış olacaksa Cizre’den başlayacaktır ve savaş da olacaksa o da Cizre’den başlayacaktır” açıklaması var olma mücadelesinin tespitidir. Yıllardır barış ve çözüm söylemlerinin bir masal olduğunun da gerçekliğidir! Sosyal bağlar bilerek koparılmıştır.
Okurun da tahmin edebileceği gibi, halkların derin bir ayrıştırma ile düşmanlaştırıldığı zamanlarındayız. Neye üzülmemiz, neyi dışlamamız, neyi kutsal kabul etmemiz otorite tarafından dayatılmaktadır. Gelen şehit cenazelerinde, bizlerden ölen Kürt çocuklarını görmezden gelmemizi istiyor bu otorite! Yandaşsan değerin var, yoksa koca bir hiçliğe mahkumsun!
Terör örgütünün uyguladığı tüm şiddetin sorumlusu olarak bedeli Kürt halkına ödetmemiz istenmektedir. Mevsimlik işçiler, ülkenin değişik bölgelerinde ekmek peşine düşen insanlar, komşularımız, mahalle bakkalımız düşmanımız mı oldu? Ellerimizde taşıdığımız meşaleler ile yakmak istediğimiz aslında ‘Barış’ değil mi?