Bana kalırsa, öleceğini bilmek bir ayrıcalık. Az da olsa zamanın olur, “son ayarlamaları” yapar, son sözlerini, duygularını söylersin.
Size söyleyecek, hatırlatacak önemli bir şey var aklımda, şimdi parmaklarımın ucunda. Ama önce kısa bir giriş yapalım nedeni için…
Son zamanlarda, sayın okur, en çok düşündüğüm ve inandığım şeylerden biri şu: Hayat mantıkla, hesaplarla yürümüyor, zira “olması gereken” diye bir şey yok; sadece “olanlar, olacaklar” var. Kısacası, gerçekten her şey olacağına varıyor. Bazen hesabınızı “tam” yaptığınız halde, bir el sizi tutup hop bambaşka bir yere bırakıveriyor yaşamda. Üstelik, her şey çok ama çok hızlı değişiyor… En aşağıdan tepeye çıkmak da tepeden yere inmek de birkaç saniyeye bakıyor sadece; “her şeyi doğru yaptığınız” halde hem de.
Üniversite ikide sanırım, bir gece çok geç yatıp çok erken kalkmıştım. Diğer sabah, artık hayatım boyunca benimle olacak göz çukurlarımı farkettim. Başka bir sabah, artık gülünce sol yanağımda çıkan çizgiye odaklandım ilk kez; oysa bir gece önce bunların hiçbiri yoktu.
Dedem birkaç ay önce, yaşlılık hastalık derken tek taraflı felç geçirdi. Şimdi birçok yetisi geri geliyor, ama genelde yatakta ve çok kısık sesle konuşabiliyor. Sadece birkaç ay önceki fotoğraflara bakıyorum, dev gibi bir adam. Sesini az biraz unutmaya başladım desem inanır mısınız? Cüzdanımda anneannemle öyle dimdik duran fotoğrafları var, ama artık “yok” bu duruş. Anlıyor musunuz? Bir gecede oldu her şey. Yavaş yavaş yeri gelen her yetisi için çok şükür tabii, o ayrı bir başlık.
Okulun ilk yıllarında reklam ajansında çalışmak için ölüyordum; zordur buralara “kapağı atmak”, hele benim gibi tanıdığı olmayan – tanıdık istemeyen insanlar için daha zordur. Çok ittirmedim o zamanlar, şans da gelmedi, hep PR ajansları çıktı karşıma. Artık PR’a iyice alışmışken, reklam ajansı istemezken okul bitti. “Öylesine” gittiğim bir görüşme sonucu dünyanın en iyi reklam ajanslarından birinin İstanbul ayağında çalışmaya başladım. Len 4 yıldır neredeydin? Oluyormuş dedim, bakmayın, alıştım gitti bile.
Geçen aylarda ölümler doğuran çirkin bir olay olmuştu, bunun üzerine her gün kullandığım metro-metrobüs hatlarına bomba alarmı verdiler. Ki benim iş yerim Taksim’de, işten çıkış saatim en kalabalık saatler. Metroya girince milletin elindeki çantalara, tiplerine, tedirgin mi değil mi ona bakmaya başlamıştım, ne yapacaksam sanki… O zaman daha çok dank etti kafama bu başlıktaki konu.
Sonra, doktor bir akrabamla konuşurken anlatmıştı, kendini başından vuran bir adam ölmemişti, üstelik hastaneye yürüyerek gelmişti. Dizinden vurulan bir diğer adam, kurşunun vücudunda hareket edip beynine saplanmasından dolayı kısa süre içinde hayatını kaybetmişti.
Kısacası değerli okur, öldürmeyen Allah’ın öldürmediği gibi, öldüren Allah da öldürüyor. Elbet kendine dikkat etmeli insan, ama ben çok inanıyorum artık “ölmenin de olmanın da” bir zamanı olduğuna. Ben, bizi bekleyen bir plan olduğuna ve hızla oraya doğru çekildiğimize çok inanıyorum.
Bu nedenle, hala her birimize hayal gibi de gelse, baya baya öleceğimizi hatırlatmak istedim. Nasıl eşleri tarafından aldatılan hemen herkes “Ay bunu ondan hiç beklemezdim.” diyorsa, ölümden sonra konuşabilsek “Ay öldüm mü resmen, ölümü şimdi hiç beklemezdim.” derdik herhalde; ani ve şaşırtıcı geliyor.
Bana kalırsa, öleceğini bilmek bir ayrıcalık. Az da olsa zamanın olur, “son ayarlamaları” yapar, son sözlerini, duygularını söylersin. Haydi sen gidiyorsun da arkada kalanları teselli edersin en azından. Ölümün her türlüsü erken ve zor, ama ani olmamasını tercih ederdim. Velhasıl, bunu bilemediğimiz için sormak istiyordum, hala vasiyetinizi yazmadınız mı?
Bu bilindik bir kelime olduğu için tercih ediyorum, illa “bir şey bırakmanıza” gerek yok geride kalacaklara. Ama şöyle, uzunca, tüm hislerinizi içeren bir yazı, bir video, bir “son sohbet” bırakmak istemez miydiniz geride kalanlara? Hele ki ani bir ölüm de çok iyi olabilirdi “kalanlar” için. Bu konuları tabu olmaktan çıkarmak lazım zira, gerçeğin tabusu mu olur? Böyle işte bu iş.
Bana kalırsa, kimsenin siz hayattayken ulaşamayacağı bir yere saklayın vasiyetinizi yazıp. Çok güvendiğiniz, bunu önceden okumayacağını bildiğiniz birine yerini söylemek de iyi bir fikir olabilir. Ben anneme söyledim. Kadıncağızın da benim gibi bir kızı var, ne yapsın. 🙂 Onu da darlıyorum “Yazsana sen de kızııım!” diye, “Ay Melis git Allah aşkına!” deyip duruyor ama yakında yazdıracağım. 🙂 Yahu gerilmeyin bu konulardan, korkuyu alt edecek en önemli şey üstüne gitmek, bas bas bağırmak:“Korkmuyorum senden be!”
*
İşin özü dostlar, bana kalırsa, bir an önce yazın son sözlerinizi. İnsanlardan beklentilerinizi, dilerim “mutlu bir hayat yaşadığınızı”, dileklerinizi. Zira, gerçekten ne zaman dünyadan ayrılacağımızı bilmek mümkün değil, ve evet, bu her an olabilir. Herkese “yaşlanınca ölürüm bence, daha vakit var canım” gibi geliyor ama, hayat işte. Yazı öncesinde sakinleşip, yalnız ve huzurlu kalacağınız bir ortam bulup, biraz düşünüp, alın kalemi elinize. Korkmadan, üstüne gide gide, korkuyu uyuz ede ede, sevdiklerinize bu iyiliği yapın derim.
Kurşun kalemle yazsanız daha iyi olur; dedem konuşabiliyorken, “Tükenmez kalemin mürekkebi yıllar içinde uçuyor, yazılar siliniyor. Bak, yazdığım şiirler uçmuş gitmiş defterin içinden, sen kurşun kalem kullan hep.” diye öğütlemişti.
İşte böyle sayın okur…
“Şeyler”, biz anlam yüklediğimiz kadar.
Hayata ve “şeylere” güzel anlamlar yüklemenizi, hayatı pek de abartmamanızı dilerim. Yaşıyorsanız, zaten özenle seçilmişsiniz demektir…