Türkiye’de iş güç sahibi 100 kişiye işinin zorluklarını sorsanız, neredeyse tamamı, işinin ne kadar zor olduğunu ballandıra ballandıra anlatır. Sanırsınız ki dünyanın en zor işinde o çalışır, bizim halkın abartma huyu dillere destandır. Hal böyle olunca ben de bu ülkenin bir insanı olarak kendi mesleğimi çekiştirmek istedim.
İki yıldır Yaşam Koçluğu yapıyorum. Doktora yaparken aldığım eğitimi, bu yıl sertifika da alınca yapmaya karar verdim. Ama benim bu mesleği icra etmem biraz keyfe keder. Nasıl mı? “Gerçekten bana ihtiyaç duyan beni bulsun, bana gelsin, iyi insanlar karşıma çıksın, iyileşmek ve gelişmek isteyen kişilerle çalışayım” diye niyet edilerek başlanmış bir iş benim ki. Öyle web sayfam, Facebook hesabım… filan da yok. “Duyan gelsin” şeklinde epey de rahatım yani.
Neyse bu ayın konusuna geri döneyim; mesleğimizin zorluklarını anlatacağız ya. Evet efendim benim işimin zorluğu da, danışanlarımın benim kadar hevesli olmaması. Reçete yazıyor eline veriyorum, haftaya buluşmak üzere ayrılıyoruz. Bir hafta sonra verilen ödevler yapılmamış, çalışmalar yerine getirilmemiş olarak danışan elini kolunu sallayarak geliyor. Kısacası sorumluluktan kaçmış bir şekilde… Sorduğum sorulara kaçamak cevaplar veriyor. Bir hafta düşün, haftaya konuşalım diyorum bunun üzerine, bir bakıyorum, ya hiç düşünmemiş ya da düşünmüş ama aklına bir şey gelmemiş. (Danışan bu cevaplarla kaçabileceğini düşünür ancak kaçamaz çünkü ben psikoloji kökenli bir eğitim aldığımdan yaptığı davranışı ne amaçla yaptığını hemen çakıyorum). Hayda buradan yak!… Ben tüm çalışmayı kişiye özel hazırladığım sorular üzerine inşa etmişim, o gün vereceği cevaplar üzerine bir yol haritası çıkaracağım, ama danışan 2 sayfalık testi yanıtlamadan gelmiş. Ben dünyanın en iyi öğretici-uygulamacı yaşam koçu olsam dahi karşımdaki farkındalık yolunda adım atmaya direniyorsa, tüm sorumluluğu benim üzerime yıkıp “Eee ben de hala uçuş korkusu var” diye tepemde dikiliyorsa , işte o zaman benim tepem atıyor.
En klasik kişisel gelişim kitapları bile kişinin gelişme ve değişme karşısında heyecan, istek ve ihtiyaç duyulmasının emek /çaba ve çalışma ile oluşabileceğini söyler. “Ben Yaşam Koçuna gittim” cümlesi, bu durumda hiçbir şey ifade etmez. “Ben Yaşam Koçumla birlikte yürüdüm ve geliştim” ise çok şey ifade eder.
İki yıldır bu işi yapmama karşın, hala ilk tanışmaya gelen danışanın ne kadar yol alacağını tahmin edemiyorum. Küllerinden bir Anka kuşunun doğduğunu da, “Ben sorunlarımla mutluymuşum, onlardan besleniyormuşum, sorunlarımla baş etmek yerine söylenmeyi tercih ediyorum” diyerek kaçanı da gördüm. Kimin ne kadar yol alacağını kimin ne kadar gelişeceğini bilebilmek çok zor.
Depresyonda olan bir danışanıma, “depresyon tedavisi gören hasta almadığımı” söylediğimde, beni ikna etmek için gösterdiği çaba sonucunda çalışmaya başlamıştık, şimdi iki ayı geride bıraktık. Sonuç dün cep telefonuma mesaj atmış, başına gelen güzel şeyleri arka arkaya sıraladıktan sonra “Hayatım artık yolunda ve ben bu hayatın mimarıyım, senin sayende…” diye… Mutluluğumu anlatacak kelime yok… Çok keyiflendim. Ben bir kişinin, hem de çalışmayı hiç istemediğim bir kişinin hayatına dokundum. Heyyooo diye sevinirken bana gelen başka bir danışan 15 yıldır depresyon tedavisi aldığını ve hayatla ilgili hiçbir beklentisinin olmadığını söylüyordu. Ben önceki hastamdan aldığım gazla “Gel bana birlikte çalışalım” dedim… Az önce” Heeyyyyo mu?” demiştim. Al sana heyyyoooo… Tepe üstü çakıldım. Hiçbir şekilde danışanı ikna edemiyorum, hatta o beni ikna etmek için gelmiş sanki. “Dünya yaşanacak yer olmaktan çıktı, hayata karşı hiç ümidim yok, yaşlandıkça tüm sevdiklerimi kaybediyorum, yalnızlığım git gide artıyor, bugün de mi uyandım, tüh sabah olmuş, uykumda ölseymişim…” Allah’ım ben ne yaptım? En temel kuralımı çiğnedim, ‘tedavi alan ve iyileşmek istemeyen hastayı danışan olarak alma.’ Aaahhhh, ego sen nelere kadirsin; beni bir silkeleyip bıraktın, iyi oldu iyi arada bir kendimize gelmek lazım….
Haaa bi de danışanların Whatsapp yoluyla o anki sorunuyla ilgili bir soru sorması. Whatsapp çıktı koçluk bozuldu diyesim var. Telefon numaramı kaydeden danışan sanki cevaplar bu kadar kısa ve kolaymış gibi bana mesaj atıyor. “İki kelimeyle anlatsan keşke…” diyerek sonuna öpücük, kalpler, gülen surat filan konduruyor. Cevap verirsen yandın, sorular ardı ardına kesilmeden devam ediyor, whatsapp üzerinden danışmanlık….! Yok cevap vermezsen kısa çaldırıp kapatmalar… “Hey! Beni fark et, saatin kaç olduğu, günlerden Pazar olduğu, ailenle birlikte ya da tatilde olduğun benim umurumda değil” dercesine. Üstelik benim yumuşak karnım tam da burası. Öğretmen olarak başladığım iş hayatımda ‘tüm öğrencilerin sorularına cevap vermeli ve herkes bu konuyu çok iyi anlamalı’ anlayışı bende egemen. Hal böyleyken cevap veriyorum kendimce kısa, bitmek bilmeyen whatsapp sorularına.
Yaşadığım başka bir sıkıntı da şu: Danışan hep olayların kötü yanından görmeye alışmış başına gelen iyi şeyleri önemsemiyor ya da daha iyisini istiyor; mesela bolluk ve bereket üzerine yaptığımız bir çalışmadan sonra bölge müdürü olan danışanım, istediği arabanın hala gelmediğinden şikayetçi. Haliyle soruyorum:
— Yaa, demek araba vermediler hala…
— Yok verdiler 2015 Citroen ama basic model.
— Eeee, ne güzel işte son model araban var. Sen ne istiyorsun?
— Pazartesi 2016 model Citroen en üst model gelecek, şunu daha önce verseler olmuyor sanki?
Duygularımı anlatacak kelime bulmakta zorlanıyorum. Sessizlik…
İşte her mesleğin zorlukları var gördüğünüz üzere. Ama benimki en keyiflisi ve tatmin edici olanı.