Adaletin Ölümü

Neydi adalet? Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme ve türe, herkese kendine uygun düşeni verme… Bu açıklamalar ile girmişti başvuru kaynaklarına. Peki gerçek anlamı neydi adaletin? Kime göre adaletti? Yüreğimizin gözüyle baktığımızda, yaşamımız bu temel kavramın üzerine mi inşa edilmişti?

adaletin ölümü adalet adil yargı

Ülkemizde yapılan siyaset adil miydi örneğin? Ya da sosyal tabakalarımız adil mi düzenlenmişti? Ödediğimiz vergilerde adalet var mıydı? Ya da birbirimize adil mi davranıyorduk, hayat sürdüğümüz coğrafyada? Adil olmayı öğretebiliyor muyduk çocuklarımıza? Eğitimde adil miydik? Gelir seviyesinde adil; Bu soruların cevaplarını verirken bile adaletin gerçek anlamını bulunduruyor muyduk göz önünde?

Gerçekten adil bir düzende mi yaşıyoruz?

Şimdi bir kez daha düşünmek gerek üzerine; gerçekten adil bir düzende mi yaşam sürdürüyoruz?


Altmışlı yaşlarına merdiven dayamış bir belediye işçisinin, soğukta yol kenarlarını temizlenme çabasıydı içimdeki adalet kavramını yerle bir eden. Ya da farklı coğrafyalarda eğitim gören çocukların aynı sınava tabii tutularak, başarı değerlendirmesi yapılmasıydı. Gençlerin, seyyar arabalara astıkları üniversite diplomaları ile utanç duydu içimdeki adalet kelimesi. Ve küçücük bedenlerine geçirilen gelinlikler ile kendilerinden onlarca yaş büyük adamlarla evlendirildiklerinde yerle bir oldu adalet kavramı içimde…

Acımasız bir biçimde boşaltılmıştı adalet kelimesinin içi. Kimilerine göre hayatın cilveleri, kimine göre işleyen çarkın paslı çivileri… Böyle ilerlemeliydi yaşam. Birilerinin konforu için, birileri daima bir bedel ödemeliydi. İşte adalet; böyle bir düşünce sistemi içinde anlamını yavaş yavaş yitirdi…

Kelime anlamından ne kadar da uzaktı adalet… Adalet beklerken, ne kadar da acımasız bir yüzle karşılaştırıyordu hayat bizi. Sahi; kime göre adildi yaşadıklarımız? Hangi iri cüsseli kokuşmuş bedenleri doyurmak için biraz daha ezilmeliydik? Bize sorulmuş muydu adaletten ne kadar pay istediğimiz?

Sahi; suçlu kimdi? Adil olmayı beceremeyen iri cüsseli kokuşmuş bedenler mi, yoksa adaletin ölümüne ses çıkaramayan biz zavallı acınası dilsizler mi?


Hak istemeyene hak vermiyordu yaşam ne yazık! Adil olmayı beceremiyordu bazıları! Ve adaletsizlik karşısında susmayı erdem sanıyordu diğerleri…

adalet terazisi para (640x427) adil

Bir nefes vardı evrende adına insan denilen; ve bu varlık aslında adaletin kendisiydi!

Asla bu değildi hakkımız olan. Bize sunulan kadar, adalet dağıtanların olmasını istedikleri kadar değildi. Bir nefes vardı evrende adına insan denilen; ve bu varlık aslında adaletin kendisiydi!

Peki, biz adil miydik kendimize karşı? İnsan olmanın gereklerini kavrayabilmiş miydik? Hak ettiğimiz kadarı ne kadardı biliyor muyduk? Yoksa yalnızca alabileceğimiz kadarı bize yetiyor ve hakkımız olanı istemeyi düşünmüyor muyduk?

yargıç Bir nefes vardı evrende adına insan denilen; ve bu varlık aslında adaletin kendisiydi!Ne kadar da gafildi insanoğlu güçlünün karşısında. Her defasında toy bir çocuk gibi kapanıyorduk içimize ve sebep sormuyorduk asla güçlü olandan. Verilen ile yetinmeye alışmıştık çünkü. Alışmıştık yıllarca ayaklarımıza takılan prangalara ses çıkarmadan yaşamaya. Yaşadığımızı sanmaya, ayakta kalmaya çabalamaya… Hak aramamayı, hesap sormamayı kanıksamıştık. Güdümlü birer robot olarak hep emredileni yapmıştık… Ne kadar da acizdik hakkımıza el konulması karşısında. Ne kadar da savunmasızdık… Çünkü güçsüz olduğumuza inandırılmıştık. Susmanın erdem olduğu anlatılmıştı bize yıllar boyu. Ve sanırım, biz bu susmanın dozunu fazlasıyla kaçırdık!

En yüce varlıktı ya insan yaşamda; hani evrenin en kıymetlisi… İşte bize verilen bu kıymeti biz kaldırıp çöpe attık. Varoluşun bize verdiği kıymeti bir çırpıda ayaklar altına aldık. Ne biz fark ettik kıymetli olduğumuzu, ne de kıymetimizi bilmeyenlere ses çıkardık…


İşte biz hep bu yüzden kaybettik. Hak ettiğimizi bilmedik, hakkımızı istemedik. Şimdi ağlamaya bile yüzümüz kalmadı; duruma alıştık, idare ettik!


 

Sibel İlgör
Yağmurlu bir Nisan gecesinde, umutla doğdu dünyaya... Bilginin asla yeterli olmayacağına inandı hep. Bir adım ötesi mutlaka vardı. Ve o; öteye geçmek için her zaman çabaladı... Gerçeğin ne olduğunu hala arıyor... Edindiği hiçbir gerçek, ona yeterli gelmiyor. Bu noktada; okuyor, yazıyor... Okur yazarlık en baş ilkesi... Ve varoluşunda; okunmadan ve üzerine düşünülmeden yazılan hiçbir cümlenin, güçlü olmayacağını düşünüyor!