Barışa Elveda Savaşa Merhaba

Şu an bir savaşın içinde olduğumuzu söylüyor, bu savaşın adına da terör diyorlar. Oysa bu savaşın, bu kavganın adı terör değil; yüzyılardır hüküm süren taht kavgası. Malum seçim yaklaştı. Yeri geliyor kendi ayağına sıkıp, ayağıma sıktılar diyen bir senaryo yazılıyor…

savaş barış terör ankara suruç

“Ya eyyühellezine amenu ve aminu”
(Ey iman edenler, iman ediniz)

İçinizden biri bu anlamı okuyup da şöyle mana çıkartabilir.

“Ben Allah’ın varlığını bilip de, ona inanarak zaten iman etmiş olmuyor muyum?”


Oysa, ayetin derinine indiğiniz vakit, yalnızca inanıp da varlığı bilmenin ne kadar da yetersiz olduğunu anlamak mümkün.

Nasıl mı?

  • Ey çiçek, çiçek ol… Ey güneş güneş ol… Ey deniz, deniz ol… Ey toprak, toprak ol… Ey baba, baba ol… Ey evlat, evlat ol… Ey millet, millet ol… Ey devlet, devlet ol……
Bütüne bakmadığın sürece, her parçada yorulur durursun...
Bütüne bakmadığın sürece, her parçada yorulur durursun…

Olduğun ve eriştiğin yerin, bulunduğun mevkinin, adı her neyse onun hakkını layıkıyla verip; eksiksiz olarak uygula.

Nasıl mı?

Mesela; kırmızı bir gül; kendine özgü kokusuyla çıkıverir toprağından da,  bir papatyaya özenip de, kokusunu değiştirmez.. Kendi özelliği dışına çıkmaz… Güzel kokmayı, güzel görünmeyi kendine görev bilir ve onu layıkıyla da yapar…

Bir kuş,  tavuğa özenip kümese girmez… Güneş; aya imrenip de gündüzü terkedip, gece yarısı ortaya çıkmaz…. Bir elma armuta özenip de, tadını değiştirmez… Çamlar kavaklara, kavaklar ise çama benzemez…

Her varlığın kendine özgü görünüşleri ve görevleri vardır. Onlar görevlerine karşı iman edip, en güzel şekliyle Allah’a sunar ve, ‘ey iman edenler olarak iman ettik’ derler de… Peki insanlar…


İnsanoğlu olarak; her şeyin peşinen isteyip, veresiyeyi hiçbir zaman sevmedik. İnançlarımız ahiret güzelliğinin bilincini taşırken, o güzelliği yaşamak için sabır göstermedi. Ahirette varlığına inandığımız güzellikleri dünyada yaşamak isteyen bizler; sırf bu yaşayışı elde edebilmek için nice yoksunluklarla yüklü varlığımızla bir savaş içine girdik. Henüz gönlümüzdeki çukurları doldurmadan o gönüle nice kuleler diktik. Oysa yaralı ve yoksun bir kalp bu kuleyi ne kadar ayakta tutabilirdi ki. Tutamadı da…Bilemedik ki; içimizde bunca çukurlar varken göklere yükselmek faydasız. Bizler özümüzü mamur etmedikçe, kalbimizi onarmadıkça bunlarla teselli bulabilir miydik? Asla!

Şu an bir savaşın içinde olduğumuzu söylüyor, bu savaşın adına da terör diyorlar. Oysa; bu savaşın, bu kavganın adı terör değil. Tamamen yüzyıllardır İslam ülkelerine savaş açanların, iman yoksunluğunu yaşamışların yazmış oldukları bir senaryo ve bizlere oynattıkları bir oyun. Belki acı, belki kanlı bir oyun ama bizler özümüzü mamur edip de onların yalanı içinde kaybolduk.

Geçmişimizi atamızı, özümüzün belgelerini trenlere yükleyip de, bir belirsizliğe götüren, sonrasında emanet edilmiş bir servetle ülkede hükümranlık sürenlerin alkışçısı olduk. Moğollara bizi satan, sözde dini bütün ama özünde şeytani güçlerin gizli hadımlarının yazdıkları rehberin yolcusu olduk… Gerçek tasavvuf ve ilim sahiplerinin kalemini çalan batılı yazarların sözcüsü olduk. Tohumunu, toprağını şeytana satanların kölesi olduk. Henüz bluğ çağına gelmemiş çocukların düşlerine, hayallerine tecavüz edenlerin alkışçısı olduk. Tohumunu, toprağını, çiftçisini, emektarını yok edenlerin iman eder gibi kulu olduk.

Şu anda sosyal medyadaki tepkileri okuyorum da, hemen hemen hepsinin yazdıkları tek şey ‘bu savaşın adı terör ve biz bu terörü lanetliyoruz.’

Oysa bu savaşın, bu kavganın adı terör değil, yüzyılardır hüküm süren taht kavgası. Malum seçim yaklaştı. Yeri geliyor kendi ayağına sıkıp, ayağıma sıktılar diyen bir senaryo yazılıyor… Yeri geliyor, halkı kışkırtıp onları ateşe atıp da sonra seyirci koltuğuna oturarak kendi yazdığı senaryoyu seyrediyor. Sonuç ise hep aynı… Onlarca partinin lideri ülkeyi savaş alanına çevirdikten sonra, iktidar sofrasına oturup hepsi bir arada coşkuyla yalnızca kazançlarını sayıyor. Çünkü; onlar bu halkı değil, gizli hadımlık yaptıkları güçlerin hizmetinde çalışıyor. Kuran’da bile yeri var bunun. ‘Sizden gibi görünürler ama bir araya geldikleri vakit sizden değildirler’ Biri sağcı, biri solcu, biri kürtü, biri Türk’ü, biri alevi, biri sunni diyerek bu ülkenin insanlarını hep onlar birbirine karşı kışkırtmadı mı?

Yazık gerçekten yazık ki, ülkemin insanları hala AKP, CHP, MHP, HDP gibi onlarca partinin ismini sayıklayıp da her birinden medet umuyor.

Aslında bilseler ki; bu parti zihniyetiyle yer altındaki deccal, yer üstüne çıktı… Hani bizler kıyamet alameti olarak deccalı tek gözlü bir yaratık olarak bekliyoruz ya; oysa deccal tek gözlü TV ve bilgisayar ekranından öte ne? O tek gözlü teknolojinin içine sıkışıp kalmış inanç ve hayatlarımızla, birileri yazıyor, bizler ise varacağı yeri, varacağı yeri düşünmeden yalnızca kopyalayıp yapıştırıyoruz… Öyle değil mi?

Ankara’da hayatını kaybeden 97 kişi sırf bu zihniyet yüzünden can verirken; siz yine sokaklara çıkın. Durmayın… Ateşe kızıp, rüzgarı savunun da sonra cehennem olsun iyice vatan.


Bizler henüz etrafımızdaki yakınlarımıza sahip çıkamayan, eşine dostuna hasetle bakan, başarılarına sürekli çomak sokan, komşusunu tanımayan, evladına yabancı kalan, iş arkadaşına kazık atan, çalışanının üzerine basan, emek hırsızlığını marifet sanan, soytarılık yarışmalarına, çocukların ahlakına el uzatanlara alkış tutan, ocağından zehir taşan, bir ağaca tepki gösterip de, o ağacın üzerine inşa edilmiş gökdelenin üzerinde yuva kuran, ‘çiftçisine, toprağına, tohumuna, buğdayına’ sahip çıkmayan, sırf inançlarını yaşamak için mücadele eden insanların canına, ırzına, çoluğuna, çocuğuna benzin döküp de yakan medeniyet zırhına bürünmüş şeytanların savunucusu olarak daha nice hayatlar kaybederiz de, elimizi bir defa dahi olsun vicdanımıza kopmaktan yoksun kalırız öyle değil mi?