Toplumsal olarak büyük bir kırılganlık yaşadığımız bu zor günlerde, ülkenin sakinleri olarak; sakin bir ülkede yaşamak hepimizin ortak amacı. Fakat her şeyin zıddı ile mana bulduğu dünyamızda, sakinlikten çıkmamıza neden olan ve huzur ortamına hasret kalmamızdaki en büyük sebeptir “yaftalamak!“
Öncelikle kelimenin sözlük anlamına bir bakalım. ‘Yafta‘ dilimize Farsçadan geçmiş bir isimdir.
1. anlamı: üzerine asıldığı veya yapıştırıldığı şeylerle ilgili bilgi veren ‘kağıt parçası‘
2. anlamı ise, kişiye isnat edilen “haksız suçlama“dır.
‘Yafta’ isminin fiil hali olan “yaftalamak” kelimesinin ise Türk Dil Kurumuna göre 3 anlamı var.
1. anlamı, yafta asmak,
2. anlamı, etiketlemek,
3. anlamı ise, duyurmak, ilân etmek olarak karşımıza çıkıyor.
Kelimenin mânası bizlere, genel olarak haksız bir suçlamadan bahsediyor. Gerçek anlamında kullanılan ve “bir şeyin üzerine etiket yapıştırma‘ anlamına” bile baktığımızda ortada başkası tarafından yapılan, haksız bir değerlendirme söz konusu olduğunu kabul edebiliriz. Dünya standartlarındaki ‘1 kilo elma‘ya yapıştırılan “etiket” pazarda farklı, bir süpermarkette farklı, o “1 kilo elmanın” üretildiği yörede farklıdır.
O elmaya değer biçenler (üretici, pazarcı, marketçi) kendilerine göre bir kârlılık için bunu yapıyor. Ve o ‘1 kilo elmaya’ etiket yapıştıran herkes, kendine göre haklı olduğunu düşünüyor. Üretici, ürettiği elmaya vermiş olduğu emekler sonucu bir etiket yapıştırıyor, pazarcı ise bir nevi hayatta kalabilmek için biraz daha yüksek bir etiket yapıştırıyor, marketçi ise fiyatları belirleyen en üst kurum olarak karşımıza çıkıyor. Ancak şu asla unutulmamalıdır ki: pazardaki de, marketteki de, dalındaki de sadece “elma“dır. “Ve onu tadan herkesin ağzında yaklaşık olarak aynı tadı bırakır o ‘elma’.”
Örneğimdeki ‘elma’yı yafta potasında değerlendirdiğimizde ve kendi hayatlarımıza uyarladığımızda, ‘elma’yı insan, ona etiket yapıştıran ilk üreticiyi; kişinin ailesi, pazarcıyı; kişinin arkadaşları, süpermarketi ise içinde yaşadığımız sistem olarak görmemiz gayet mümkündür.
Doğumumuzdan gelişimimize kadar ailemiz tarafından “nasıl” bir insan olmamız gerektiğine dair ‘yafta’landık. Ve sonrasında bunu çevremizdeki insanlar ve arkadaşlarımız yaptı. Ve bu yaftayı en ciddi ve sistematik şekilde yapan ise sistem olmuştur.
Bizlere çeşit çeşit etiketler yapıştırılırken bir şeyi unuttuk ama: “insan olduğumuzu”…
Dünya’ya bir elma yahut yaftalanmaya müsait herhangi bir nesne olarak da gelmiş olsak bile “aslımızı asla unutmamalıyız”. Madem ki insanız, madem ki yaftalanmaya müsaitiz, o halde ne olursa olsun, hangi şartlar altında olursak olalım ama ‘insan olduğumuzu unutmayalım”.
Şimdi biraz özeleştiri yapmaya, gerçeklerle yüzleşmeye ve en yakın arkadaşlarımıza dahi yapıştırdığımız yaftaların farkına varmaya ne dersiniz?
Sınıfta en önde oturan çocuğa “inek”; en arkada oturan çocuğa “serseri” dediniz.
İnancı gereği başörtüsü takan arkadaşımıza “yobaz”; feminist olan arkadaşımıza “erkek düşmanı” dediniz.
Yolda gördüğümüz mini etekli kıza “yollu”; çarşaf giyen kıza “gerici” dediniz.
İlk Cumhurbaşkanını sevenlere “kemalist”; en son Cumhurbaşkanını sevenlere “yalaka” dediniz.
20 saat çalışıp otobüsteki yaşlılara yorgunluğundan dolayı yer veremeyenlere “terbiyesiz”; yalnızlıktan bunalıp televizyondaki evlilik programlarına çıkan yaşlılara “azgın teke” dediniz.
Siyah tişört giyen gence “satanist”; beyaz çorap giyen gence “kıro” dediniz.
Kararlarının arkasında duran insana “inatçı”; sadece dinlenme anında patronuna denk gelen işçiye “tembel” dediniz.
Sakalı uzun olan Hipster’lara “radikal terörist”; kırmızı pantolon giyen erkeğe “ibne” dediniz.
Görevini yapmak isteyen kolluk kuvvetine “faşist”; hakkını arayan öğrenciye “anarşist” dediniz.
Sizden daha az şey bildiğini düşündüğünüz insana “cahil”; sizden daha çok şey bildiğini düşündüğünüz insana “çok bilmiş” dediniz.
Sizden yaşça küçük olanlara “ergen”; yaşça büyük olanlara “moruk” dediniz dalga geçtiniz.
Diş telleri varsa eğer “gülemez”; erkekse eğer, “ağlayamaz” dediniz.
Erkek yaparsa “çapkın”; kadın yaparsa “sürtük” dediniz.
Metroda, iş çıkışında ayağındaki terlikle yakıştıramadığınız kitabı okuyan emekçi gence “entel olmaya çalışan tip”; kitapları insanlardan daha çok sevenlere “asosyal” dediniz.
Namaz kılana “dincilik yapıyor”; kılmayana “cehennemlik” dediniz.
Türkü sevenlere “çağdışı”; Blues sevene “özenti” dediniz.
Sevdiği için çay tüketenlere “çayyaş”; sevdiği için alkol tüketenlere “ayyaş” dediniz.
Yerli malı haftasında sınıfa getirilen kolalara “yerli”; çok sevdiğiniz ama sizin ülkenizde doğmayan arkadaşınıza “yabancı” dediniz.
Bizler doğu ve batının köprüsü olan, her güzel şeyi birbirine harmanlayan kadim toprağın evlatları!!!
Tüm bu ‘yafta’ları birbirimize yapıştırırken en önemli şeyi unuttuk:
İnsan olduğumuzu…