Güz Oldu Gün Soldu

Her şey gelip geçiyor sevdiklerimiz bile. Başlangıçlar, olaylar, yaşanılmaya mecbur anılar… Oysa bir sen gelip geçemedin şu fani yüreğimden.

güz sonbahar

Her sonbahar gelişinde toparlarız giysilerimizi. Başı, ortası, sonu ne fark eder… Hüzün elbiselerini anlamadan giydirir üzerimize. Bilirim artık ve bu sebepten aldırmam. Sonbaharda açan çiçeklerin var oluşunu düşünüp gülümserim sadece… Bilirim, çiçeklerin rengi solar ama güz mevsimi böyledir; açar sapsarı güneş şapkası…

Elbet bu kadar değildir güneşin renkleri… Sarı rengi sonbahar yağmurlarında içimi ısıtır. Evet, sarıyı seviyorum. Sarı sonbaharın avuçlarıma bıraktığı ıslak ve solmuş yapraklarını…


Sonbaharın içinde öyle çok özlediğim anılar var ki benim. Kaybettiğimiz kişilere hasretimi alıp götürse sonbahar yağmurları isterim. Kaybedişlerimizi satırlarda aramanın verdiği hazzı almak istemem başka mevsimden. Çünkü son bu; yağmurların ahengi ile ıslanmış toprağa bıraktığı koku misali… Yitip gidenleri özledim, özledik, özleriz çaresiz. Hasret kalmışlığımız bu kokudan medet ummak. Sonbahar giydirir bana hüzünleri her zaman. Ne yapayım? İzlerim ve düşünürüm bu mevsime yakışan solmuş yaprakların rüzgar ile olan düetini. Yapacak başka ne var ki?

Doğanın kanunu bu kimseye ayrıcalık tanımaz. Bugün var, yarın yokuz!

güz sonbahar yahya kemal beyatlı sonbahar

Doğa kanunları geneldir. Hiç bir kişiye, zümreye veya güç sahibine ayrıcalık tanımaz. Zengin, fakir, dindar, ateist ayırt etmediği gibi, demokrat, diktatör, faşist, sultan, hümanist, zalim ayrımı da yapmaz. Adildir!

Yeri gelmişken, önemli bir doğa kanunundan daha söz edelim. Der ki kanun; “Her sistem kendisini yok edici unsuru da içinde barındırır…” İlk anda ters gibi gelse de, kanun geçerlidir; hem doğada, hemde toplumda… Mikrobu besleyen bünyedir, bünyeyi yok eden mikroptur. Demiri çürüten kendi pasıdır. Kömür yanıcıdır, yanma ürünü söndürücü gaz karbondioksittir. Doğa kanunun sonucudur bunlar. Neden ve sonuç bellidir. Ne mikrop suçludur ne de onu besleyen bünye, ne demir suçludur ne de demiri çürüten unsur. Suçlu yoktur ortada! Doğanın koyduğu hüküm icra edilmektedir oluşan şartlar gereği… *

Ne güzel anlatmış şair:

Fânî ömür biter, bir uzun sonbahâr olur.
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, târümâr olur.
Mevsim boyunca kendini hissettirir vedâ;
Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.
Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir;
Günler hazinleşir, geceler uhrevîleşir;
Teşrinlerin bu hüznü geçer tâ iliklere.
Anlar ki yolcu, yol görünür serviliklere.
Dünyânın ufku, gözlere gittikçe târ olur,
Her gün sürüklenip yaşamak rûha bâr olur.
İnsan duyar yerin dile gelmiş sükûtunu;
Bir başka mûsıkîye geçiş farzeder bunu;
Teslîm olunca va’desi gelmiş zevâline,
Benzer cihâna gelmeden evvelki hâline.


Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya,
Ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya,
Duymaz bu ânda taş gibi kalbinde bir sızı:
Farketmez anne toprak ölüm mâceramızı.

Yahya Kemal Beyatlı

***

Sonbaharın vurduğu ıhlamur gibiyiz. Boynumuz bükük, yüreğimiz yaralı, umutlarımız çaresiz… Yitirdiklerimiz dökülmüş yapraklar, dallarımız kırılmış umutlar misali. Güneşin gizlenmiş rengi sarsın bizi sıcaklığı az da olsa ısıtsın yürekleri…


Kaynak: http://www.estanbul.com/doga-kanunu-151412.html#.Vgu1hOztmko