Ne de güzel yazmıştı Çetin Altan. Yazı çok daha eskiydi ama benim kesip sakladığım alıntı 1997 yılında yayınlanmış bir gazetenin kupürüne aitti. O zamanlar çok beğenmiştim yazıyı ve kesip saklamıştım.
Birkaç gün önce eski eşyalarımı atma vaktinin geldiğini düşünerek etraftaki eski mecmuaları, katalogları, tarihi geçmiş faturaları toplamaya başlamıştım. Zaten uzun zamandır eşyalarımı azaltmaya ve yeni eşya almamaya çalışıyordum. Ne kadar az eşya o kadar özgürlük demekti benim için.
Zaman içinde istemeden ne kadar çok şey biriktirmiştim. Karmakarışık çekmeceleri boşalttıkça dejavu üstüne dejavu yaşıyordum. Sakladığım her şeyin bir anısı vardır bende. Ama biliyordum ki bugün bunların hiçbirine ihtiyacım yoktu. Çünkü nereye gidersem gideyim kendimi de yanımda götürecektim ve ben bana yeterdim.
Ziyaret ettiğim müzelerin giriş biletleri, okuduğum okulların öğrenci kimlik kartları, on yıl öncesine ait bir milli piyango bileti, kopmuş bir tespihin boncukları vardı karmakarışık çekmecelerin içinde. Zamanında kırdığım, tekrar eski haline getiririm umuduyla koliye koyduğum ama senelerdir elimi bile sürmediğim otuz üç tespih boncuğu…
Yıllar öncesinin üniversite hazırlık test kağıtları… Çöp poşetine atmadan önce içlerinden birkaç soru çözmeye çalıştım. O zamanlar kolaylıkla çözebildiğim soruları şimdi çözemiyordum. O zaman çözemediklerimi ise şimdi rahatlıkla çözebildiğimi fark ettim.
Bütün o çer çöpün arasında atmaya kıyamadıklarım da oldu. Sararmış eski fotoğrafları, bir zamanlar alıp da hiç okuyamadığım kitapları bir kenara ayırdım. Belki de hiçbir zaman okuyamayacaktım onları biliyordum ama yine de atmaya kıyamadım. Hiç olmazsa ihtiyacı olan birilerine vermeliydim. Kim bilir belki de gün gelecek hepsini okuyacaktım. Belki de kitaplar tarafımdan okunmak için en uygun zamanı bekliyorlardı.
Kitapları ayırırken beni en çok İş Bankası Kültür Yayınları’ndan aldığım Paul Kennedy’nin “21. Yüzyıla Hazırlanırken” isimli kitabı düşündürdü. Kitabı 20’nci yüzyılda, 1996 yılında aldığımda konu anlamlıydı çünkü henüz 21’inci yüzyıla girmemiştik. Ama şimdi 21’inci yüzyılın ortalarına doğru ilerlerken kitabı çöpe atmakla atmamak arasında kaldım. Bir süre düşündükten sonra kitabı atmaya kıyamadım ve tekrar yerine kaldırdım.
Sonra ansızın yıllar önce kesip sakladığım, eski bir gazete kupürü çıktı karşıma. Kupürde Çetin Altan şöyle yazıyordu:
Bir tılsımı olmalı hayatın,
vazgeçilmez bir öfke gibi,
zapt edilemeyen yeni bir aşk aranışı gibi,
kaptırıp kendini şiirler yazmak gibi,
bir kadehi fırlatıp aynalara, gecenin büyüsünde çıldırmak gibi.
Böyle bir tılsım yoksa,
isteksiz isteksiz oluyorsan tıraşı,
bir küf bağlamışsa bütün heyecanlarını,
bir şey demiyorsa sana güney amerika’nın gerillosları,
bir çıplak kadın düşünmüyorsan en ciddi konferansta,
ve bir anda çalıştığın yerden istifayı basıp çekip
gitmek gelmiyorsa içinden;
Bir kapı önünde tozlu bir paspas bile olamazsın!
Ne de güzel yazmıştı Çetin Altan. Yazı çok daha eskiydi ama benim kesip sakladığım alıntı 1997 yılında yayınlanmış bir gazetenin kupürüne aitti. O zamanlar çok beğenmiştim yazıyı ve kesip saklamıştım. İşin ilginç tarafı o tarihte 19 yaşındaydım ve ne en ciddi konferanslara katılıyordum ne de istifayı basıp gidebileceğim bir işim vardı. Ama yine de yazıyı çok beğenmiştim.
Şimdi daha iyi anlıyorum yazılanları. Fark ettim ki yazının bahsettiği adam benmişim. Çünkü artık ben de isteksiz isteksiz oluyorum tıraşı, en ciddi konferanslara katılıyorum ve bir anda istifayı basıp gidebileceğim bir işim var. Ne mutlu bana hayatımın bir tılsımı var. Ve ne mutlu hayatındaki tılsımı keşfedenlere. Korkmasın sakın onlar. Çünkü bilsinler ki güneş hep doğar… Yazdıklarınla yolumu aydınlattın Çetin Altan, teşekkür ederim. Yolun ışık olsun Büyük Usta…
Gündeme dair sorulara verilebilecek muhalif cevaplar