Tiranın Umutsuzluk Ülkesi

Gözlerine mil çekilmesine izin verdiği sürece insan; hakikati, üzerine kırk kilit vurulmuş sandıktan çekip çıkaramayacak. Ve bir isyan çığlığıyla püskürtmedikçe gardiyanını, gözlerinin bağından asla kurtulamayacak…

bağ

Bir tiranın zehrini akıtmasıyla başladı her şey. Sistemin işleyişi, bir dilsizin suskunluğu kadar doğaldı.

Yapay olgularla dolduruldu halkın boşaltılan beyni. Önce boşaltıldı, sonra yalanlarla yapılandırıldı. Sistemin paslı ve zehir saçan çarkı, tiranın istediği şekliyle işlemeye başladı. Sona giden başlangıç, halkın kapanmış gözlerinde ışığa müsaade etmeden sessizce yol aldı.


Ağır ve suskun bir ölümdü gelen emin adımlarıyla. Her gecenin sabahına uyandığında insan, yeni bir kaosun ortasına açıyordu gözlerini. Her nefesle içine çektiği zehirden habersizdi birçoğu. Ve zehrin farkına varanlar çoktan tutmuştu soğuk demirlerle kaplı mahpus yolunu. Korkar olmuştu insan… Korkar olmuştu konuşmaktan, sorgulamaktan, hesap sormaktan… Susuyordu, ağır bir korkunun ortasında. Çürümenin kokusunu alıyordu, ancak ses çıkaramıyordu…

Algısı rahatça değiştiriliyordu insanların. Zihinleri kapkara zifirlerle kaplanıyordu da insan hala uyumaya devam ediyordu. Girdabın içinde dönen bir zerreydi çünkü kendi gözünde. Kirli kağıtlara yazılan kirli oyunun figüranı olduğunu görmüyordu.

tutsak

Sistemin zehri, tiranın irinleşmiş yüreğinden çıkan kekremsi bir tınıda yayılıyordu uyuşmuş beyinlere. Tirandan çok tirancıların tuttuğu çanaklarda yapılanıyordu en zehirli iksirler. Sistemin paslı birer vidasıydı bu kokuşmuş yüreklerin sahipleri. Ve tiranın kirli ellerinden alacakları bir karış gölgeydi bekledikleri.


Vicdanın işlemesini beklemek olanaksızdı onlardan. Çünkü bir kez karışmıştı damarlarına sistemin kirli zehri. Tiranın mor dudaklarından dökülen her bir söz kanundu. Sistemden atılmamak uğruna, her yapılan eziyet haklıydı onlar için. Ne ezilenlerin dökülen gözyaşı yankı buluyordu onların yüreklerinde, ne de can çekişen insanların acılı hali… Duyguları büyük bir törpüyle yontulmuştu çarkın içinde. Yalnızca kendilerini görüyordu kara sarı gözleri…

‘Yüreği yılmadan düşen, dizleri üstünde savaşır…’

Seneca

Görünmez zincirlerini kırıp atma mücadelesiyle başlayacaktı insanlığın kurtuluşu… Bir yürekte çakan küçük bir kıvılcım, bir çırpıda yayılacaktı tüm insanlığa. Ve insan; kurtuluşun kutsallığını ancak kalpten istediğinde anlayacaktı… Uyanabilse başaracaktı… Önce uyanmalıydı… Uyanmalı, korkmamalı ve mücadele etmeyi onur saymalıydı…

‘En güzel deniz, henüz gidilmemiş olandır.

En güzel çocuk, henüz büyümedi.

En güzel günlerimiz, henüz yaşamadıklarımız.

Ve sana söylemek istediğim en güzel söz, henüz söylememiş olduğum sözdür’…

N.Hikmet RAN

umut

Ve sonunda, yüzlerce insan inandı aydınlığın karanlığı boğacağına… Yalnızca inanmakla başladı kurtuluş mücadelesi. Güzel günlerin geleceğine, gökyüzünü yine özgürlüğün renginin kaplayacağına inanmakla başladı her şey…


Tüm inanmışlığımla, karanlıkla savaşmayı erdem bilmiş tüm inananlara selam olsun…


 

Sibel İlgör
Yağmurlu bir Nisan gecesinde, umutla doğdu dünyaya... Bilginin asla yeterli olmayacağına inandı hep. Bir adım ötesi mutlaka vardı. Ve o; öteye geçmek için her zaman çabaladı... Gerçeğin ne olduğunu hala arıyor... Edindiği hiçbir gerçek, ona yeterli gelmiyor. Bu noktada; okuyor, yazıyor... Okur yazarlık en baş ilkesi... Ve varoluşunda; okunmadan ve üzerine düşünülmeden yazılan hiçbir cümlenin, güçlü olmayacağını düşünüyor!