Çok değil, iki yıl önce Gezi olayları sırasında çıtını çıkarmayan bazı medya kuruluşlarının, bugün her yerde kendine yapılan hukuksuzluğu anlatmaya çalışması, halkın ihtiyacı olan tarafsız haberciliği savunması gerçekten de trajikomik. Herkesin cevabını bildiği, “Ne değişti?” sorusunu yüksek sesle dile getirmekten kendimi alamıyorum.
Televizyonu açana kadar gayet sıradan bir gün geçiriyordum aslında. Uyuşuk uyuşuk kahvaltımı yapıp kalın mı kalın olan ALES kitabımın önüne oturdum. Malum artık dört yıllık üniversite bitirmiş olmak ve bir tane yabancı dil bilmek de yeterli değil güzel ülkemde. Sonra annem geldi eve ve televizyonu açtı. Halktaki yaygın söyleyişe göre “yandaş olmayan medya kanallarını” dolaşmaya başladı ilk önce. Alışkanlık olmuş kadıncağızda artık bir çeşit. İpek Koza Grubu ile ilgili olan haberlere denk geldik hemen. Dünden beri yeni gündemimizi oluşturuyor hepimizin bildiği gibi İpek Koza Grubu haberleri.
Ceza Muhakemesi Kanunumuzun 133 maddesine göre Kayyum atanmasını konuşuyor herkes. Kararın hukuka aykırı olduğunu anlatmaya çalışıyorlar, çok tatlı hukukçularımız çıkıp kararın aslında yok hükmünde olduğunu söylüyorlar. Medya’ya getirilen ve hukuka uygun olmayan sınırlamaların kaldırılmasını istiyorlar. Gazetecilik, doğru haber yapma özgürlüğümüzü geri verin diyorlar. Demokrasi ile yaşamaya alışmış olan Türk milletinin elinden bu hakkını alamazsınız diyorlar. Çok da doğru diyorlar, ülkede uzun zamandır engellenen medya özgürlüğünden, çıkarlara göre istenildiği yere çekile çekile şekli değişmiş olan demokrasi anlayışımızın geçirdiği deformeden hiçbirimiz bir haber değiliz. Haber Kanallarına verilen yayın cezalarının haricinde Doğan Grubuna yapılan müdahaleleri ve çok daha da öncesinde Uzan Grubuna yapılmış olan müdahaleleri de hiçbirimiz unutmadık.
Sonra belki de olabilecek olan en komik olaylardan biri geliyor bizim televizyonun ekranına. Televizyona uzak oturduğu için sadece birkaç kelimeyi seçebiliyorum.
Oktay Usta, Polis Müdahalesi ve Pilav.
Beynim ayrı ayrı algılamış olduğu birkaç kelimeyi birleştirmekte güçlük çektiği için televizyona biraz daha yaklaşıyorum ve çok hararetli bir şekilde anlatılan olayı dinlemeye başlıyorum. Kafamda ise “Polis bir aşçıdan ne isteyebilir ki?” sorusu dolaşıyor. Sonra olayın iç yüzü aydınlanıyor tabi.
Bizim her gün ekranlarda güzel güzel yemekler yapan Oktay Usta, İpek Koza Grubuna destek vermek amacıyla kanallardan bir tanesinin önüne gidiyor ve orada bekleyen diğer vatandaşlara yardım etmek için pilav pişirmek istiyor.
İsmine de Demokrasi Pilavı diyorlar.
Etrafında ise bir sivil polis ordusu var. Bence çevik kuvvet olmaması büyük eksiklik olmuş ama bu seferlik böyle yapmışlar. Sonra polis nedendir bilinmez, pilav yemek için bekleyen vatandaşları uzaklaştırmak istiyor. Bu sebeple arbede çıkıyor, medya mensubu arkadaşlardan bir tanesi yaralanıyor. Ortalık karışıyor, polis kuvvetleri söz konusu binaya girmeye ve bir yandan küçücük bir reji odasında yapılan yayını kesmeye çalışıyorlar. Biz de an be an izliyoruz. Bir süre sonra da kanallar teker teker siyaha bürünüyor zaten.
Olayı yayınlayan diğer kanallar ise daha sert protesto etmeye başlıyor durumu. Söyleniş şekliyle yandaş olan medya kanallarında ise hiçbir şey yok. Günlük yayın akışlarını sürdürüyorlar.
Durum bir yerlerden tanıdık geliyor gözüme ama bu sefer herhangi bir penguen belgeseli dönmüyor ekranlarda. Çok değil, iki sene önce Gezi Parkı olayları sırasında çıtını çıkarmayan bir kesimin şimdi her yerde kendisine yapılan hukuksuzluğu anlatmaya çalışması, halkın ihtiyacı olan tarafsız haberciliği savunması gerçekten de trajikomik.
Herkesin cevabını bildiği, “Ne değişti?” sorusunu yüksek sesle dile getirmekten kendimi alamıyorum.
Dört sene önceki bir anım kopup geliyor tozlu raflardan gözümün önüne. 20 bin civarı nüfusu olan bir ilçede dershane müdürlüğü yapan bir adamın, Hukuk bölümünü kazanmam üzerine bana gelip de yaptığı teklif geliyor aklıma. Adam bana mezun olduğum zaman savcı olma garantisi veriyordu. Karşılığında yapmam gereken ise sadece onların kafa yapısına sahip olan yurtlardan bir tanesinde öğrenciliğim boyunca konaklamamdı. Bu önerisini nasıl gerçekleştireceğini de çok açık dile getirmişti hem de. Kendilerinin Türkiye’de olan üç büyük güçten biri olduklarını savunmuştu yüzüme karşı. Bahsettiği bu üç gücün birinin son yıldır değişmeyen iktidar olduğunu, birinin askeriye olduğunu, fakat onların da artık eskisi gibi söz sahibi olamadıklarını, bir diğer gücün de kendileri olduğunu söylemişti hiç çekinmeden.
O zaman da kendisine bizim ülkemizde dengelerin çok çabuk değişebildiğini söylemiştim. Şimdi o adam nerededir acaba? Merak etmeden edemiyor insan.
Yapılan müdahalelerin hukuka uygun olduğunu ve haklı olduğunu savunmuyorum hiçbir zaman. Yapılan müdahaleler hukuka aykırı olmaktan öte bir insanlık ayıbından başka bir şey değil kanımca. Sadece hiçbir şey olmamış mağdurun oynanması komik bulduğum.
Ne değişti peki ?
Ülkenin bütünü düşünülmeden çıkarlar doğrultusunda kurulan ne kadar güç dengesi var ise onlar değişti ülkemizde. Çıkar çatışmasından dolayı çıkan fırtınanın ortasında ise milletimiz kaldı her zamanki gibi.
Ve biz yine ne olduğunu algılamaya çalışırken televizyon ekranına takılı kaldık ve yıllardır bir türlü pişirip kıvama getiremediğimiz demokrasimizi bir kere daha ocakta unutup dibini tutturduk.