Seksenlerde ergen olmak… Okumadan, araştırmadan, sorgulamadan, üretmeden büyütülmüş ve bunun farkında olmayan, tek tip insanlar topluluğu… Ülke, yarı açık ceza evi gibi…
Yazının 1. bölümünü okumak için tıklayınız
80’lerde ergen olanlar hayatta kaldılar ama yaşamları ellerinden alındı.
Bir önceki yazımda seksenlerde ergen olmanın siyasi etkilerini dilim döndüğünce, aklım erdiğince irdelemeye çalıştım. Bir de bunun günlük yaşamımıza etkileri olduğu apaçık ortada…
Siyasi yönetimler ve iktidar partisinin aldığı kararlar doğal olarak bizim yaşamımızı şekillendirmektedir. Peki ya toplumun bize dikte ettiği, bizim de farkında olmadan onayladığımız, bire bir özel yaşamımızı ilgilendiren olgular yok mudur? Bizim yaşam biçimimiz siyasi iktidarın aldığı kararların uygulanabilirliğini ne yönde etkiler?
Ne demiştim, seksenlerde ergen olmak.
Okumadan, araştırmadan, sorgulamadan , üretmeden büyütülmüş ve bunun farkında olmayan, tek tip insanlar topluluğu.
Bu olgular o kadar işlemiş ki yaşamımıza, çok küçük detaylarmış gibi görünen ama fark ettirmeden bizi esir alan, özgürlüğümüzü kısıtlayan bir kısır döngü içine itilmişizdir.
Tek tip evler, tek tip yaşamlar… Ülke, yarı açık ceza evi gibi. Evet seksenlerde ergen olanlar hayatta kaldılar ama kendi yaşamları ellerinden alındı.
Gittiğiniz evleri bir düşünün. Büyük bir çoğunluğunda pencerenin önünde birbirlerine doğru hafifçe döndürülmüş iki adet tekli koltuk, ortasında uzunca ayaklı büyükçe adına fiskos denen bir sehpa, üzerinde yere kadar uzun bir örtü ve olmazsa olmaz vazoda kuru çiçekler. Perdeler o günün modasına uygun. Birbirinin kopyası yaşam alanları ve mutlaka baş köşede televizyon…
Çıkın sokağa ve insanların ayakkabılarına bir dikkat edin. Farklı ve tarzı olan kaç tane ayakkabı görürsünüz? Moda!
Ayakkabıyı geçelim. Kadınların saçlarına bir bakar mısınız? Bilmem hangi futbolcunun karısının saç modeli, bizim kadınlarımızın çoğunun saç kesimi halini almış. Bize dikte ettiler ya futbolcuyuz diye, bütün hatunlar da sanırsınız fitbolcu eşi.
Dağa çıksa topuğu toprağa saplanıp kalacak bir kadını şehrin merkezinde koca bir jip kullanırken görebilirsiniz. Hatta insanların hayranlıklarını da kazanır.
Ve bunun adına özgür yaşam diyorlar. Kendi kişilikleri ve tarzları var mı? Nasıl yaşamak istediklerini, nasıl giyinmek istediklerini biliyorlar mı? Yoksa birilerinin yönlendirmesi ile mi yaşıyorlar?
Bizlere biçilmiş bir kalıp var, herkes ona uymak zorunda(!)
Ben bunlara uymak istemiyorum kendi yaşamımı kendi istediğim şekilde yaşamak istiyorum derseniz; aykırı horoz olur, zamanında ötseydin denir ve kellenizden olursunuz.
Birkaç hafta önce uyumaya çalışıyorum. Bir üst katımda bir gürültü kahkaha sesleri, sanırım misafirleri var. Eğleniyorlar ne güzel diye düşündüm önce ama sabahın dördü olunca dayanamayıp çaldım kapılarını. Bir bey açtı. Beyefendi sizin oturma odanızın altı, benim yatak odam ve uyuyamıyorum dedim. Ama orası yatak odası olamaz hanımefendi, orası oturma odası, neden oturma odasını yatak odası yaptınız cevabını aldım. Ben öyle uygun gördüm sizce bir sakıncası mı var dedim. Adam sanki suratına bir kova buzlu su dökülmüş gibi kaldı karşımda.
Sevgili üst kat komşum, sizin bir salonunuz yok mu? Bende olduğuna göre mutlaka sizde de var. Salon ne işe yarar efendim? Benim mantığımda yaşam alanı. Ama toplumun geneline baktığınızda, orası dayanıp döşenip, yerleştirip, süslenip, temizlenip biri geldiği zaman müze formatında gezdirilecek evin en büyük odası. Bir tek kapıda biletçi eksik. Neden? Çünkü toplum bunu dayatmış ona ve doğrusunu yanlışını sorgulamadan kabullenmiş ve kendi yaşamına uygulamış. Bu kadar basit.
Oysa orası bizim evimiz, özelimiz, en rahat edeceğimiz, keyifle yaşayacağımız yuvamız. Peki siz neden keyif alırsınız? Hobiniz var mı? Evinizde TV izleyip uyumaktan başka ne yaparsınız?
Yeni tanıştığınız birine sorun bakalım boş zamanlarınızda ne yaparsınız diye? Cevap hep aynı kitap okurum, müzik dinlerim. Hayır efendim boş zamanlarda kitap okunmaz. Kitap okumak için zaman yaratılır. Müzik, keyif için dinlenilir. Gelişmiş insanlar boş zamanlarını bir hobi edinerek değerlendirirler. Biz daha buraya bile gelemedik.
Diyelim ki yolda eşinizle ya da erkek arkadaşınızla yürüyorsunuz. Size bağırıp çağırabilir, kavga edebilirsiniz hatta size vurabilir ve hatta öldürülebilirsiniz. Ama asla sizi öpemez. Neden?
Yolda yürüyorsunuz, mutlu bir gündesiniz. Sizin için çok önemli bir haber aldınız, içiniz coşuyor, hatta kuşlarla dans etmek istiyorsunuz ya da tam tersi çok kötü bir gündesiniz, ağlamak geliyor içinizden. Ne yaparsınız? Her iki durumda da gözümün önüne şöyle bir senaryo geliyor. Ellerini ceplerinize sokmuş, dudaklarını ısırarak eve koşan insanlar.
Kurallar… Kurallar.. Düşünmeden, sorgulamadan kabul ettiğimiz ve yaşamımızı engellediğinin farkına bile varmadığımız kurallar…
Kurallar olmaz ise toplum birbirine girer, herkes istediği gibi yaşayamaz diyenlerinizi duyar gibiyim. Benim bahsettiğim, kendi özgürlüklerimizin kısatlanması. Demiyorum ki tiyatroda telefonunuzun sesini açık bırakın, biri sizi ararsa cevap verin. Toplu taşıma araçlarında oturarak seyahat etme zorunluluğu olan insanlara yer vermeyin, hatta yer vermemek için uyur numarası da yapın.
Siz hiç kendi yaşamınızı sorguladınız mı?
Sanki bir başkasının yaşamını izler gibi bir bakın kendinize lütfen. Nasıl yaşıyorsunuz? Peki istediğiniz yaşam bu mu? Daha önce hiç düşündünüz mü hayatınızda neyi değiştirmek istediğinizi? Bunun için emek harcadınız mı? Sizin yaşamınızla ilgisi olmayan bir konuyu merak edip araştırdınız mı? Mesela bir baykuşun kafası ne kadar dönebilir? Biliyor musunuz?
Zamanımız mı var bu işler için? İş, güç, çoluk çocuk valla ancak yetişiyoruz dediğinizi düşünüyorum.
Soruyorum size bir günde kaç saat televizyon izliyorsunuz? Kaç saat bilgisayarda ya da telefonunuzdan oyun oynuyorsunuz? Bu sürenin yarısını her gün kitap okumak ve bilmediğiniz bir konuyu araştırmak için kullanırsanız neler yapabilirsiniz? Bir günde on sayfa kitap okuduğumuzu varsayalım ne kadar zamanınızı alır? Sanırım en fazla on dakika, hadi on beş olsun. Bir ayda kaç sayfa eder? Üç yüz sayfa. Bir ayda ortalama bir kitap. Yılda on iki kitap. Ülke ortalamasını ele aldığımızda fena bir rakam değil. Ne dersiniz?
Bu bize ne mi kazandırır? Okudukça ne kadar cahil olduğumuzu hissederiz. İnsanların bize söyledikleri yalanları doğruymuş gibi kabul etmeyiz. Kendimizi ve yaşamımızı sorgulamayı öğreniriz. Biz öğrendikçe doğru ve düzgün yaşamaya başlar ve çevremizdekilere bunu yansıtırız. Çocuklarımızı daha bilinçli yetiştirmemize olanak verir. İlerleme böyle olacaktır.
Oturduğumuz yerden ahkam keserek, ondan bundan duyduğumuz yalan yanlış bilgileri sağda solda satarak, unvanlarımızın, dini inançlarımızın, doğum yerimizin, tuttuğumuz takımın kimlik özelliklerimiz olmadığını, insanı insan yapan şeyin aslında yaşam biçimi ve felsefesinin olduğunu anlamamız gerekmektedir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan ve aydınlanma yolunu açan Halk Evleri ve Köy Enstitülerinin kapatılması da halkı cahil bırakıp, kolay yönetilmelerinin yolunu açmıştır. Arkasından gelen askeri darbeler ve faşizm bunu desteklemiştir.
Bizler okumayarak, kendimizi cahil bırakarak aslında hayatımızı ne kadar özgür yaşayabiliyoruz? Kendi yaşamlarımızı düzenlemeden, ülkenin özgürlüğünden bahsedebilir miyiz? Başka sorum yok…