Haremin kadın çoğunluğunu oluşturanlar daima cariyeler idi. Bu kadınlar, Padişahın kölesi sayılır ve mal olarak değerlendirilirlerdi. Cariyeler savaşlarda elde edilen ganimetten sayılır ve saraya getirilirdi.
“… Erkeğin her bir çeşidine özlem içinde olan saray kadınları, siyahi harem ağalarıyla yatıp kalkıyorlardı. İçinde binlerce yabancı soylu kadının, siyahinin, Sırp, Arnavut ve içoğlanın hüküm sürdüğü bu büyük genelev, kendine özgü dünyasında efsaneleşti. İçki, saz ve söz alemlerinin tek nedeni, cinsel içgüdülerini kamçılamak, elde edilecek zevki sonsuza ulaştırmaktı. Günah ise halk içindi…”
Topkapı Sarayı’ndaki yaşamla ilgili bu yargı birçok film ve edebiyat yapıtlarında işlendi; Avrupa halklarının fantezi dünyası bu yaşam şekli ile zenginleşti. Osmanlı Hareminin içindeki kadınlar, İmparatorluğun her devrinde sayı olarak çoktur. Her ne kadar İslamiyet dört kadına izin vermişse de köleler hakkındaki hükümler sayesinde birçok cariyenin alınıp satılmasına kimsenin bir itirazı olmadı.
Haremin kadın çoğunluğunu oluşturanlar daima cariyelerdi:
Bu kadınlar, Padişahın kölesi sayılır ve mal olarak değerlendirilirlerdi. Cariyeler savaşlarda elde edilen ganimetten sayılır ve saraya getirilirdi. İmparatorluğun genişleme devrinde çok esir alındığı için, bunların güzelleri hareme seçilir, diğerleri satılırdı. Çerkez, Gürcü ve Rus kölelere öncelik tanınırdı. Kafkasyalı kızlar, Osmanlı Beyliği’nin kuruluşundan beri padişahlar tarafından beğenilirdi. Duraklama ve gerileme devrinde savaş ganimetleri yetersiz olmaya başlayınca, cariye bulmakta da güçlük çekilir oldu. Cariyeler ayrıca devlet adamlarının padişaha armağanları arasında da yer bulurdu.
İstanbul’daki en işlek esir pazarı Kapalıçarşı’nın hemen dışında, Nur-u Osmaniye’den Çemberlitaş’a giden yol üstündeki tek katlı ve ortası avlulu olan bir handı. İnsan ticaretinin yapıldığı yerlerden biri diğeri de Kapalıçarşı’ydı. Tarihçi Latifi’nin “Risale-i Evsaf-ı İstanbul” adlı yapıtında, 16. yüzyılda tanık olduğu esir ticareti anlatılmaktadır: “… Güzel yüzlü tüysüz delikanlılarla el değmemiş güzel kızların her biri serbestçe büyüyen servi fidanı gibi güzellerken, yazgıları gereği kul olup iyi değerle satışa çıkarlar, tüm yasemin yanaklı ve değerli inciye benzeyenler iyi para verildiğinde de satılırlar.”
Esir pazarlarından alınıp kullanıldıktan sonra, yeniden satılan cariyelerin bu sürekli el değiştirişi bir tür fuhuş anlamına gelmektedir. Esir pazarından güzel seçmek, ancak belirli bir gelir düzeyinde olanlar için mümkündür. Olanakları daha kısıtlı erkekler için de “çamaşırcı” kadınların bu boşluğu doldurduğunu görürüz. 16. yüzyılda çıkarılan bir fermanda, “bekar çamaşırı yıkayan avratların dükkânlarına gelen kimi leventleri uygunsuz kadınlarla buluşturdukları bilindiğinden, bekar çamaşırı yıkamaları kesinlikle yasaklanmıştır” denilmektedir. 3. Murad zamanında esir ticaretinin fuhşa hizmet eden kurumlaşma biçimini alır. Erkek müşteriler için bu pazarlardan günümüz deyimiyle “sermaye” toplamaya alışan bazı kadınlar, seçip beğendikleri birkaç güzel kızı satın alıp uygun yerlerde tuttukları evlerde gelenlere pazarlardı.
Harem yaşamının en çok sözü edilen kişilerden biri de Hadım Ağalar’dır. Çağatay Uluçay, “Harem” adlı yapıtında üç tür hadım olduğunu söyler: “Hayaları ve erkeklik organı kesilenler, yalnız erkeklik organı kesilenler, yalnız hayaları çıkarılanlar.”
Harem’in yöneticileri arasında en çok dikkati çekenler “Haremağaları” ve “Kızlar Ağası”dır. Osmanlı’nın genişleme zamanında, hadımlar daha çok esirler arasından seçilmekteydi. Siyahilerin dışındaki hadımlar dayanıksızdılar, üstelik hadım edildikten sonra çoğu ölüyordu. Ağır koşullarda yaşama becerisi gösteren siyahi hadımlar genellikle esir tüccarları tarafından Mısır, Habeşistan ve Orta Afrika’dan getiriliyordu. Siyahi harem ağaları ile sevişen cariyeler arasında, sonradan çırak edilip satılarak saray dışında normal erkeklerle evlendirilenlerin türlü nedenlerle kocalarıyla geçinemediklerini görülür. “Kızlar Ağası” sarayın bütün iç ve Harem halkının başıydı. Derecesi Şeyhülislam’dan ve Sadrazam’dan sonra gelirdi. Siyahi hadımağaları, 16. yüzyılın ikinci yarısında Harem’in yönetimini ele geçirdiler ve 17.-18. yüzyıllarda devlet yönetimini ellerinde tutacak kadar güçlendiler.
Haremağalarının cariyelerle olan ilişkisini 2. Süleyman zamanında yaşamış olan Silahtar Ağa: “Harem-i Hümayun’da olan kadınlar ile tavşi (hadım edilmiş) Arap taifesi aşık ve maşuk olurlardı (sevişirlerdi). Her biri nöbetçi olarak içerde kaldıkça, bazı edepsizlikleri padişah hazretlerinin de malumu olurdu…” diye anlatır.
Aykırı ilişkilere ve yaşam biçimlerine bağlı olarak tarihimizde, bugün uç örnek olarak kabul edilecek özgürlükler de yaşandı.
13. yüzyılda Konya’da yaşayan Mevlana Celaleddin Rumi’nin yapıtı “Mesnevi”nin Türk kültürü üzerindeki etkisi tartışılmayacak kadar büyüktür. Mesnevi’nin 5. cildindeki bir öyküyle insan nefsinin şehvetle nasıl azgınlaşarak kendisini ölüme sürüklediğini belirtirken verdiği örnek ilginçtir. Eşekle ilişkide bulunan halayık ve bunu gören ev sahibi kadının aynı şeyi yapayım derken bir hata yüzünden ölmesini anlatan öykünün içindeki “açık-saçık” tanımlamalar, günümüz toplumunda bazılarına göre “müstehcen” niteliği taşıyacak kadar “açık” bulunmaktadır. Ancak, yedi yüzyıldan beri okunan bu yapıtın pornografik bir amaçla yazıldığını kim söyleyebilir ki?
Ya da Anadolu’da çok daha değişik bir olayda, eskiden beri gelen gölge oyunumuz Karagöz’de, cinsellik kavramının rahatlıkla işlenmiş olması ilgi çekicidir. Yerli kaynakların bu konuda susmuş olduğunu belirten Metin And, “Gölge Oyunu” adlı yapıtında, Türkiye’ye eskiden gelmiş birçok yabancının gördükleri Karagöz oyunlarında açık-saçık sahnelerin yer aldığını anlattıklarını belirtiyor. Kadınların ve çocukların da izlediği bu oyunlarda, yeri geldiğinde sertleşmiş penisiyle Karagöz’ün perdede görünmesini yadırgayan bir yabancı, oraya iki kız çocuğuyla gelmiş yaşlı bir Türk’e, böyle utanmaz sahneleri niye çocuklara seyrettirdiğini sorunca şu yanıtı almıştır: “Öğrensinler, er geç bunları tanıyacaklar, onları bilgisizlik içinde bırakmaktansa öğretmek daha iyidir.”
Hadım düşüncelerin tutuculuğundan sıyrılıp, özgürlüğün labirentlerinde korkusuzca gezinmenin zamanıdır.