Hayatta kalmak ve korunmamızı sağlamak için mecburen iz süren bir avcıya dönüşürüz. Düşman saydığımız ne varsa, onu inceler, takip eder, izini sürer ve hakkındaki her şeyi biliriz. Hepimiz birer avcıyız; en zorlu avımız da kendi varlığımız ve eylemlerimiz…
Kendi kendimin avcısıyım. Neden mi?
İki yaşından itibaren kendi kendimizin farkına vararak oluşturduğumuz kişiliğimiz; sadece bizim eserimiz değildir. Aile, okul, çevre, toplum, ülke, dünya ve evrenden aldığımız tüm her şeyle etkileşerek yaratımlanırız. Ego dediğimiz, korunmacı, saldırgan bir kabuk altına sığınır ve yaşamayı şekillendiririz kendimizce. Çeşitli yollardan, geçitlerden ve olaylardan geçer, her an o kabuğun dış yüzeyine bir sivri çıkıntı daha ekler, gitgide çelik bir gürze dönüşürüz. Korku ve güvensizlikler sonucu, “Savaş ya da kaç” yöntemini kullanırız. Savaşmak sol beyinin işidir, erildir. Yüzleşerek kabul edip bütünleşmek ise sağ beyinin eseri ve dişildir.
Sol beyin kadar dışarıya odaklıdır ki; kendimize, içimize yani bütünleşmeye fırsat bulamadan bir ömrü bitirir, gideriz.
Sürekli bizimle etkileşen her şeyi izler, onlara karşı bileyleniriz. Saldırı olarak gördüğümüz her olay, hareket ve kişiyi izlemekten fırsat bulup; aynayı çevirerek kendimize bakmayız. Dış dünya ve bizim dışımızdaki her etki, potansiyel bir tehlike taşır çünkü. Hayat; bir av sahası gibidir ve biz de kendi dışımızdaki diğer her şeyi izleyip avlayan bir avcı…
Hayatta kalmak için mecburen iz süren bir avcıya dönüşürüz, korunmamızı sağlamak için. Düşman saydığımız ne varsa, onu inceler, takip eder, izini sürer ve hakkındaki her şeyi biliriz doğal olarak. Bu dışadönük korunmacı ve avcı halimiz; iş kendi izimizi sürmeye geldiğinde inanılmaz tembeldir. Yorgun varlığımızı bir de kendimiz için zahmete sokmak istemeyiz ve kabuğun dışında olup bitenlerle yetiniriz.
Oysa izinin sürülmesi gereken birincil durum, öncelikle kendi varlığımız ve eylemlerimizdir.
Bunun farkındalığını yakalamak; kendini kendi özgünlüğünle biçimlendirebilmenin birincil koşuludur. Hayat bir savaş alanıdır ve kendi izini süren savaşçı, başarılı bir avcıdır. Başkalarını yönlendirmek ve kontrol etmek çetin bir iştir ama kendi kendimizi kontrol etmemiz daha çetin bir savaştır. Bu yüzden kendi izini sürmek, insanı diğerlerinden ayırt eden bir yoldur.
Bir avcı kendisinde neyin izini sürer?
Bir iz sürücü, ilk önce kendi kişisel önemliliğinin peşine düşmelidir. Kendi şeytanlıklarının, tembelliklerinin, kuşkularının, hoşgörülerinin, yargılarının, kıskançlıklarının, kalıplarının, alışkanlıklarının, korkularının izini süren bir insan, kendi yükümlülüklerinin sorumluluğunu alır.
Kendi gerçek sorumluluklarının yükünü gerçek anlamda taşıyabilen bir varlığa dönüşmek, yaşamın savaş alanını yönetebilmeyi getirir. Gerçek bir cesaret isteyen “Kendi izini sürme sanatı“, savaşçıyı ilk zamanlarda epeyce zorlar. Zira kendi kendini çapraz ateş altında bırakmaktır bu. Dışarıdan gelen etkilerin üzerine, bir de egonun saldırısına maruz kalınır. Ego; dış düşmanlardan daha dirençli bir düşmandır üstelik. Bu yolun bir yerinde kendi kibrine bürünerek, bilgelik yolundan dönülme gibi bir tehlike taşır, kendi izini sürmek. Kişiyi kendi egosal alanının içinde değişiklikler yapmaya zorlar çünkü.
Bu noktadan itibaren kendi izini sürmeye devam edebilmekle; iz sürme sanatına dönüşür eylem. İzi sürülen davranış üzerinde sert hareketlerle değişim yaratmak, gerçek bir ustalık ister. Eğitmen de öğrenci de aynı kişi olunca, esneklik genellikle işe yaramaz. Arıtılmış ve artmış bir bilinç durumunda öğretilenden sonuç alınabilir ancak. Fazla kişisel konulara yaklaşıldığı anda, bir meydan okuma ile dikkat ve odağın devamı sağlanmalıdır.
Bilgeler, her türlü alışkanlığın bir bağımlılık olduğunu bilirler. Uyuşturucuya ya da bir sevgiliye bağlanmanın temel esas olarak birbirinden farkı yoktur, fark sadece biçimseldir. Rutinler, hiçbir anlamı olmasa da mekanik olarak takip ettiğimiz davranış modelleridir. İz sürmek, her türlü koşullandırılmalardan kendini kurtarmayı sağlar. Koşullandırılmalardan kendini kurtarmak, enerji biriktirmeye neden olur. Biriktirilen enerji, yaşam yolunu temizlemekte ve yeniden yaratmakta kullanılır. Yaşam; artıklardan, gereksiz yüklerden kurtarıldıkça kaliteli, özgür ve yaratıcı hale gelir.
İz süren bir savaşçı, hayatındaki her bağımlılığın kalıntısının izini sürendir.
Sevgi söz konusu olduğunda bile bağımlılık tehlikeli ve bitiricidir. Sevgiler bağımlılık gereği değil, an be an tazelenen yoğun mutluluk farkındalığıyla devam etmelidir. Kendisi özgür olan ve enerjisel bütünlüğünü koruyan kişiler, her an seçim yapma özgürlüğüne sahip olduklarından, başkalarına karşı ölçülü davranış biçimleri sergilerler. Bu davranışlar sırasında karşındakinin de izini rahatça sürebilen kişi, rutin bir katılımla değil, gerçek bir seçimle hareket eder ve sever. Zira her gün ve her an tek ve biriciktir ve gerçek bir seçimi hak eder.
İz sürme eylemini, kendi üzerimizde tam olarak uyguladığımızda ortaya bir eser çıkar. Bu eser çok değerlidir ve adı “Bilinç“tir. Eğer yaşadığımız dünyanın bilincine varmak istiyorsak, dikkatli kalmanın yalın gerçeğine uymalıyız. Kendi kendimizi sorgulama dikkatinden uzaklaştığımız anda farkındasızlık tuzağına düşeriz. Bilinç halinden, robot varlık seviyesine indirgeniriz. Oysa yaşamın hayatta kalmak için tek özgün gerçeği, farkındalık ile bilinç halinde kalmaktır.
Sıradan bir insan iz sürmesi gerektiğini bilmez, çünkü karakteri toplumsallaşma tarafından evcil bir hale getirilmiştir. Varlığının önemli olduğunun iknasındadır ve eylemleri kişisel önemliliğinin hizmetindedir. Oysa eylemlerinin amacı, bilincin genişlemesi olmalıdır. Kişisel önemlilik; bilinci aldatır, daraltır ve ihanet eder.
‘Önemli’ kişiler akışkan değillerdir, kendi hususiyetlerini sergilerler hayata.
Bu önemlilik onların zincirleridir. Kuşatılmışlıklar içinde hareket yetenekleri sınırlıdır. Yaşanan her gerçeklik üzerine, kendine her an yeni bir tarz yaratmayı ve yeni bir odaklanmayı başarabilenler, kişisel önemliliğin tatlı sarhoşluğuna düşmeyenlerdir. Akışkan olmanın enerjisi, her an yeni yaratımlar sağlayacak gücü taşır. Kişisel önemliliğini silen kişi, başkalarına göstermek zorunda olduğu ağır bir imaj yükünü taşımayandır. Kendisi istemiyorsa kimse onun farkına varmaz, çünkü bağımlılıkları yoktur. Kendisinin her durumuna gülebilmeyi öğrenmiştir ve kendisiyle ilgili her şeyin önemliliğinde denge sağlamayı bilir.
Pek çok kişi, kendisini değiştirmek konusunda tembel ve korkaktır. Bu tembellik, çoğunlukla dışarıdan gelen zalim etkilerle değişmek zorundadır. Evrenin enerjisi; sabırlı sert vuruşlarla bu tembelliği kırar. Bunu yapmak için çoğunlukla da hayatımızdaki kişileri kullanır. En önemsediğimizi düşündüğümüz varlıklar üzerinden bize sopasını gösterir acımasızca. Bu eylemler de bizi uyandırmadığı sürece, aynı döngülerin içinde gidip geliriz. Ancak kendimizin ve bu eylemlerin izini sürüp, kendimizi değiştirmeyi başarırsak, bu tesir üzerimizden kalkar. Çünkü ihtiyacımız olan tek şey budur o an için:
Tembellikten kurtulmak ve kendimizi izleyip, değişmek…
Gerçek bir iz sürücü olabildiğimizde, bir gün o zalim olaya şükran duyarız. Çünkü o eylem ve olaylar bizim kendi amacımızın istençdışı bağlaşıklarıdır. Onlarla aramızda, hatırlamadığımız anlaşma ve ittifaklar vardır. Bu anlaşma, kendi bilincimizi genişletme anlaşmasıdır ve kendi kendimizle imzalanmıştır. Bu anlaşmanın koşulları, üzerimize kodlanan üst boyutlu bir programdır. Birinci boyut; hayatta kalabilmek, ikinci boyut; bilincimizi genişletip farkındalığımızı her an devam ettirebilmektir.
Farkındalık, değişik olanın farkında olabilmektir. Değişim için korkulardan arınmış olmak gerekir. Değişim ve yeniliklerden korkmak, güven eksikliği nedeniyle oluşur. Güven ihtiyacı olan kişi, denetlemeye ve kendini tekrarlayan bir hayata devam etmeye çalışır. Her gün birbirini tekrarlayan anlardan ibaret bir yaşam sürer. Değişirken elindekileri kaybetmekten korkmaktadır çünkü.
Yeniliklere kapalı, tabular ve alışkanlıklar içinde hayatını tutsak kılan kişi, savaşçı ve iz sürücü değildir. Yeni olan her şeyi tehlike ve tabu olarak görür. Sorgulamaya ihtiyacı yoktur, çünkü değişmeye ihtiyacı olmadığına inanır. Kabul görmüş inançlara göre yaşamak ve sorgulamadan itaat etmek durumundadır. Yaratım için gücü ve enerjisi yoktur. Tüm gücünü, var olanı korumak için harcamaktadır. Oysa yaratıcılık olmayan yerde yok edicilik vardır ve korunmaya çalışılan her şey; eğer yeni bir yaratım gerçekleşmezse bir gün yok olmaya mahkûmdur.
Gelecekle, kariyerle, huzurla ilgili kendisine sorular sorarak kendisinin izini süren kişi, neden korktuğunu bulur. Düşmanı ve avı kendi korkusudur. Korktuğu şeyi tespit edenler, enerjisini neye odaklayacağını bilir. Bir acı ile karşılaşan kişi, kendini izlemeyi başaramaz ve acısı için ne hissettiğini bulamazsa o acısından özgürleşemez. Acısını, korkusunu, güvensizliğini, egolarını, kıskançlıklarını, bağımlılıklarını, kuşatılmışlıklarını ve mutsuzluğunu izleyip avlayabilen kişi, bilincinin yalın farkındalığına ulaşır.
Bu farkındalık ve genişleyen bilinç ile değişmesi gereken her ne varsa değiştirir. Değişimi yaratabilmek ise özgürlüğün temel adımıdır.
Kendisinin ve evrenin izini sürüp acımasızca avlayabilen savaşçı; yaşam yaratımları için gereken enerjiye sahip olan özgür bir savaşçıdır…